BİR GAZETECİNİN HAC REHBERİ-5
.Nevzat Bayhan

Cennetü’l Baki / 12.4.998

ikindi namazını Mescid–i Nebevi’de kıldıktan sonra Milliyet’ten Bahri Badembağları ile birlikte Cennetül Baki olarak adlandırılan, içinde onbinlerce sahabenin medfun olduğu mezarlığı geziyor ve dualar ediyoruz. İkindi sonrası cenaze namazını kıldığımız Cenazenin de buraya gömülmesi kabristanın hala kullanıldığını gösteriyor.

Mescid–i Haram tarafındaki girişte hemen sağ tarafta belli belirsiz iki mezardan birisi Hz. Fatımat–üz Zehra validemize aitken, solundaki ise Efendimizin amcası Hz. Abbas’a ait. Hemen doğusunda ise Hz. Ali’nin oğlu, Hz. Hüseyin, Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin Zeynel Abidin’in oğlu Muhammed Bakır (ra) ve onun oğlu Caferi Sadık’ın kabirleri var. 
Efendimizin kızları Zeynep Rukiye ve Ümmü Gülsüm’ün kabirleri ise Hz. Abbas’ın kabirinin sonunda yer alıyor. Peygamber Efendimizin kızlarına ait mezarların sol kısmında yani kuzeyinde ise Hz. Aişe, Sıddıka, Hafsa, Sevde, Zeynep binti Cahş, Ümmü Habibe Ümmü Seleme, Cuveyriye ve Safiye validemiz medfun bulunuyorlar. Bunların solundaki iki dikdörtgeni andıran bölümde ise Efendimizin süt kardeşi Süfyan Bin Harise ve Hz. Ali’nin kardeşi Akil (ra) yatıyor. Giriş kapısının önündeki patikayı takip edip mezarlığın ortasına vardığımızda diğer mezarlara göre çevrilmiş ve biriketlerle dikdörtgen bir mezarı gösteren yapı ise, Hz. Osman Bin Affan Efendimize ait. Solundaki yani kuzeyindeki yolun solunda yer alan yerde ise Peygamber Efendimizin süt annesi Halime–i Sadiyye validemiz medfun.
Giriş kapısının solunda ise Abdulmuttalib’in kızları yani Efendimizin halaları Safiye, Atika ve Ümmü Benun yer almakta, az ilerisinde iki yol ayırımında ise Şeyhül Kurra Nafi ve Maliki mezhebinin kurucusu İmam Malik medfun. Daha ilerisinde (doğusunda) 18 aylıkken vefat eden Efendimizin oğlu İbrahim yatmakta. Ve daha nice şehidler gaziler sahabiler, veliler bu baki cennet kentinin sakinleri olarak şairin dediği gibi, “Ne söylüyor ne de bir haber veriyor”, şeklinde, sadece sevenlerinin kalblerinde Asr–ı Saadeti hatırlatarak bin beş yüz yıl öncesine taşıyorlar.

Mezhepleri gereği bütün mezarları dümdüz eden Suudiler, hiçbir yere isim belirti bırakmadan yoketmişler. Bir taraftan bunlara kızarken diğer taraftan hak vermemek de elde değil. Herhangi bir belirti olmamasına rağmen insanların yırtınıp parçalanmaları bağırıp çağırmaları Şirkle çok az bir çizgi bırakıyor aralarında.

Galiba bizimki biraz tefrit onlarınki de biraz ifrat, orta bir yol bulunarak ve halkımız biraz daha bilinçlendirilerek çoğu istenmedik durumlar ortadan kaldırılabilir gibi.
Efendimizin halalarının bulunduğu kısımda kimlerin yattığını merak etmiştim. Sorduğum hiç bir Arap cevap vermedi.. Görevlilerden birisi “Çokmu önemli kimin yattığı, yap duanı yeter. Zaten ne Kur’anda veya hadiste kabir ziyaretiyle ilgili herhangi bir emir yok. Dolayısıyla bu tür şeyler haram ve gereksiz” diye cevap vermişti.

Diğer görevli ise gelen gruba benzeri şeyler söyleyerek ziyaretten vazgeçirmeye veya en azından teskin etmeğe çalışıyordu. Dediğim gibi Sırat–ı Müstakim takipçisi olmak en iyisi. 
Mescid–i Nebevi’nin hemen yanı başında yüksek ve kalın demir korkuluklarla koruma altına alınan binlerce sahabenin medfun olduğu Cennetü’l–Baki kabristanı sabah namazından sonra ve ikindi–akşam arası kerhen ziyarete açılıyor. Kerhen; çünkü koruma görevlileri ziyaretten oldukça gayr–i memnunlar. 

İnsanın buram buram Asr–ı Saadet’i solukladığı bu alanda bütün mezarlar âdeta düzlenmiş, sadece baş tarafını gösteren yassı bir taş konmuş, onların çoğu da yerinde değil. Mezhepleri gereği hiçbir mezarı ülkemizdekine benzer yapmayan Suudiler, hiçbir mezara isim, numara, kroki vb. belirti koymamaya özen gösteriyorlar.

Mezarlarla İlgılı Cevap 

Efendimiz’in halalarının medfun olduğu bölgede toplanan kalabalığı görünce mezarların kime ait olduğunu soruyoruz. Ancak hiçbir Arap cevap vermiyor. En son görevliye sorunca, “Çok mu önemli kimin yattığı, yap duanı yeter. Zaten kabir ziyareti ile ilgili herhangi bir emir de yok. Dolayısıyla çoğu insan şirke giriyor, mezardan medet bekliyor, bu haram ve gereksiz”, bir şeklinde cevap alıyoruz.

Bir taraftan bunlara ve yapılanlara kızarken, diğer taraftan hak vermeden de edemiyorum. Herhangi bir belirti olmamasına rağmen insanların yırtınıp, bağırıp çağırmaları, mezarlara sarılmaları, onlardan toprak veya taş parçaları almaları görevlilerin bütün ikaz ve engellemelerine rağmen mezarlardan kopmamaları insanı ciddi ciddi düşündürüyor. 

Kuba Mescidi 

Efendimizin Cumartesi ziyaret ettiğini ve, “Kim evinde güzel bir abdest aldıktan sonra sadece namaz kılmak için Kuba Mescidi’ne giderse bir Umre sevabı kazanır”, buyurduğunu duyduktan sonra günün Cumartesi olması hasebiyle H. Hüseyin Maden, M. Çebi ve Fakir, önce 30 riyal isteyen daha sonra on riyale razı olan taksiyle Mescid–i Kuba’yı ziyarete gidiyoruz. Nerede ise unutuyordum. Burada pazarlık yapmadan sakın bir şey almayın ve hiçbir vasıtaya binmeyin. Çünkü genelde normalin birkaç fazlası değerden pazarlığa giriyorlar.

Adı, Takva Mescidi olarak da meşhur bu cami Kur’an’ın taltifine mazhar olmuş. “İlk günden takva üzerine kurulan mescid (Kuba Mescidi) içinde namaza durman için daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe 108) Bu ayetle ibadete açılan mescid, İslam’da ilk mabed olup Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de ilk imamlık yaptığı yerdir. 

Kabe, Ravza, Aksa’dan sonra fazileti itibariyle 4. sırada zikredilen Kuba Mescidi, tarih boyunca ihtimamla yenilenmiş, itibarı artarak devam etmiştir.

Sırasıyla Hz. Osman B. Affan, Ömer B. Abdülaziz, Ebu Yala Hazini, Nureddin Zengin’in veziri Cemaleddin Esfehanî, Nasır bin Kalavun, Eşref Birsi Beyi ve Osmanlı sultanlarından II. Mahmut ve oğlu Sultan Abdülmecid'in yenilemeleri en güzel şekilde gerçekleştirenlerden bazılarıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına kadar mescidin içinde iki mihrap bulunmakta, müezzinliğin arka tarafında bulunan küçük mihrabın üzerinde,

“Dürise ayeti dirler burada kılındı. 

Nüzul kain ol bunda gel ey muhtedi Eser–i Resul.” yazısı Türkçe olarak nakşedilmişti.
1986' da Türk mühendis, mimar ve işçileri tarafından genişletilmiş ve bugünkü haline getirilmiştir.

Mekke’den Medine’ye hicret sırasında Medine Müslümanları, Efendimiz’i Kuba Köyünde karşılayarak, Külsüm bin Hedm’in evinde misafir etmişlerdi.

Efendimiz kısa bir zaman içinde Külsüm bin Hedm’in hurma kuruttuğu arsa üzerinde bizzat kendisi de taş ve kerpiç taşıyarak Kuba Mescidini inşa etti. Selçuklu mimarisi özellikleri taşıyan camide dört minare bulunmakta, orta avlu sıcaktan korunmak için teknolojik imkanlarla otomatik açılır–kapanır şekilde özel bir örtü ile kaplanmış.

İçinde kütüphane, alışveriş merkezi, modern tuvalet ve abdest alma yerleri ihmal edilmeyen Kuba, güzel bir çevre düzenlemesi ile fıskiyeleri, şelaleleri ve yeşil bahçesi ile şanına yakışır bir duruma gelmiş.

İnsanın ibadet ederken ayrı bir dünyanın esintilerini hissettiği, Kuba, diğer camilerden farklı olarak sade ve şatafattan uzak yapısıyla ayrıcalığını korumakta.

Kadın ve erkeklerin ayrı bölmelerde namaz kıldığı, içinde hacı ve ziyaretçileri aydınlatmak için bir danışma masasonın bulunduğu mescidi unutmak âdeta imkansız. Medine, her tarafta her köşeden âdeta bir sahabenin selamıyla karşılaşacakmış gibi ve Efendimiz’e kavuşacakmış gibi geliyor bize.

Tehiyatü’l mescid namazı kılıp çekim yaptıktan sonra bu kutsal mabedden ayrılıyoruz. Çok istememize rağmen şoför Cuma mescidine bizi götürmüyor. Bir sonraki sefere, diyerek mekanımıza avdet ediyoruz. 

UHUD / 12 NİSAN 1998

Milletvekili ve bürokratlar ile beraber iki otobüs Asr–ı Saadet’in yaşandığı mahalleri yakından görmek üzere yola çıkıyoruz.

İlk durağımız şehir merkezine fazla uzak olmayan Uhud Dağı’nın deformasyona uğramış etekleri oluyor. Ziyaretçilerle dolu ovanın bitimindeki en yüksek tepeye çıkıp, Müslümanları, sığındıkları Medine’de de rahat ettirmemek, Bedir Savaşı’nın intikamını almak ve İslam nurunu söndürmek için Mekke’den yani 400 küsur kilometrelik mesafeden gelen tam teçhizatlı, iddialı, kibirli, kendisinden başka savaşçı tanımayan tam üç bin kişilik bir orduyu hayalen de olsa bulmaya çalışıyoruz.

Bir taraftan görüntü alıp, fotoğraf çekerken bir yandan da düşmanı karşılamak üzere bin kişilik bir kuvvetle yola çıkan ve yolda kendisini bu en zor durumda terk edip geri dönen 300 münafığın sebep olduğu psikolojik durumu anlamaya çalıştık.

700 kişi ile 3 bin savaşçı karşısında savaş düzenine giren Uhud sahabilerinin metafizik gerilimlerini yaşamaya çalıştık. Düşmanın arkadan taarruzunu önlemek için, “Benden emir gelmedikçe sakın ayrılmayın”, emriyle 50 okçunun yerleştirilmesindeki harp dehasını kavramaya, sayıca ve donanımca kıyas kabul etmeyen üstünlükteki mağrur, müşrik ordusunun darmadağınık, perişan olmasının sırrını çözmeye, arkadaşlarının savaşı kazandığını görerek Efendimiz'in (sav) emrini bir an unutup yerinden ayrılan okçu nöbetçilerin ovaya inişindeki şuuraltını anlamaya çalıştık.

O sıralar karşı cephe komutanlarından Halid bin Velid’in bu nazik durumu fark ederek Müslümanları arkadan çevirişini, Musab bin Umeyr’in, Ebu Dücane’nin Efendimiz (s.a.s.)’e zarar gelmesin diye vücutlarını kalkan yapışını, alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’in mübarek dişlerinin acımasızca şehit edilişini, yaralanıp acı çekmesine rağmen, “Allah’ım kavmimi bağışla, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar”, şeklinde şefkat Peygamberi’nin yakarışını, savaşta kocası ve iki kardeşini kaybeden askerlere su taşıyan Nesibe’nin elinde kılıç, Efendimiz’in etrafında pervane oluşunu, bu insanları gören Yüce Nebi’nin, “Ya Rabbi bunları bana cennet arkadaşı eyle”, deyişini, aldığı yüzlerce kılıç ve ok yarasıyla âdeta kalbura dönmüş vücuduyla, “Resulullah’a benden selam söyleyin”, diyen Saad b. Rebi’nin, “Cennet kokusunu duyuyorum”, halet–i ruhiyesini.

Aslanlar aslanı Hz. Hamza’nın Vahşi’nin mızrağına hedef olup ulu çınar gibi devrilişini ve bir kütük gibi doğranan Mus’ab bin Umeyr’e bir kefen dahi bulunamayışını, daha bir günlük evliyken harp meydanına koşarak şehit düşen Hz. Hanzala’nın melekler tarafından yıkanışını, şehitlerin başucunda durarak, “Ben sizin Allah katında diriler olduğunuza şahidim”, diyen Efendimiz’in Uhud şehitlerini müjdeleyişini anlamaya, kavramaya, yakalamaya, yaşamaya çalıştık.

Ancak 69 kişilik şehitler bölüğü ile ebedi istirahata çekilen kahramanlar kahramanı Hz. Hamza’nın kalın demir korkuluk ve sağlam duvarlarla çevrili kabrinden başka bu olayları çağrıştıracak hiçbir yapıya rastlayamadık. Olayların akışını tersine çeviren okçuların üzerinde bulunduğu tepe bile küçültülmüş ve arkası park yeri yapılmıştı.

Teklifler

İtinayla hazırlanacak bir projeyle insanı kısa bir an bile olsa Asr–ı Saadet’e götürecek pek çok faaliyet, günümüz teknolojisinden faydalanarak pekala yapılabilir. Gerek Uhud, gerek Bedir, gerekse de Hendek olsun, hatta mescidlerin yapılışı olsun, bilgisayar teknolojisinden faydalanarak animasyonla canlandırılabilir.

Görüş açısı çok iyi ayarlanarak izdihama mahal bırakmadan konacak dev barkovizyonlarda hem olaylar hem de yapılması gereken dua ve ibadetler fasılalı veya fasılasız anlatılabilir. Kum sandıklarında savaşın cereyan şekli akıllara yaklaştırılabilir. İslam tarihinde önemli bazı noktalar tabelalarla belirgin hale getirilerek tarihin yok olması engellenebilir. Aksi takdirde rehber veya Suudi yetkililerin vereceği kuru bilgilerle insanın bu atmosfere girmesi imkansızlaşır. Neticede ifrat ve tefritler arasındaki uçurum giderek artar.

Hendek veya Yedi Mescitler

Aynı duygu ve düşüncelerle bu sefer Hendek Savaşı’nın yapıldığı bölgeye intikal ediyoruz. Yahudilerle işbirliği yapan müşrikler, İslam’ı yeryüzünden tamamen silmek için Uhud’dan iki sene sonra bu sefer on bin kişilik dev bir orduyla nihaî bir savaş için Medine üzerine yürümüştü.

Yedi Mescitler’e vardığımızda Uhud benzeri film şeridini gözlerimizde canlandırmaya çalıştık. Sahabelerin Efendimiz (s.a.s.)’in başkanlığında toplanıp istişare etmesine; Hendek kazma fikrinin Selman-ı Farisi (r.a.) tarafından ortaya atılıp kabul edilişine, düşman saldırısına açık bu bölgede aç biilaç 6 günde kilometrelerce hendeğin kazılışına ve Efendimiz’in bilfiil çalışmasına, Hendek kazılırken açlığını bastırmak için karnına taş bağlı bir vaziyette, Hendek’te çıkan ve bir türlü kırılmayan kayayı üç vuruşta tuz–buz ettikten sonra Şam’ın, Kisra’nın, Sana’nın kendisine hediye edildiğini buyurmasına şahit olmak istiyoruz. Hz. Cabir’in davetine katılmak için can atıyor, hendeği atıyla geçen dev müşriki kılıcıyla ikiye bölen Hz. Ali’yi alkışlamak istiyoruz.

Bir aya yakın süren savaşta açlığı, ıstırabı, heyecanı yeniden yaşamaya çalışıyoruz. Efendimiz’in duası sonucu fırtınayla paniğe kapılarak ve mal varlıklarını bile bırakarak kaçışlarına şahit olmak istiyoruz; ancak beyhude.

Geride sadece savaş sırasında birliklerin namaz kıldıkları yedi adet mescit kalmış. Yeşilliklerle örtülmüş bu alandan ne düşmanın hangi taraftan nasıl geldiğini, ne hendeğin nerede kazıldığını, hatta Medine’nin bile hangi tarafta kaldığını kestirmek oldukça zor. Mescitlerde Tahiyyat–ü Mescid kılıp dua etmekle yetiniyor ve İslam’ın kesin muzaffer olduğu bu yerde de Uhud için önerilen teklifleri hatırlatıyoruz.

Yeşilliklerle örtülü bu mekandan ne düşmanın hangi taraftan nasıl geldiğini, ne hendeğin nerede kazıldığını, hatta Medine’nin bile hangi tarafta kaldığını kestirmek oldukça zor. Mescitlerde Tahiyyat–ı Mescid kılmak ve dua etmekle yetiniyoruz.
İslam’ın kesin zaferini kazandığı bu yerde Uhud savaşını resmeden çalışmaların yapılması bu teknoloji çağında artık zor olmasa gerek.

Hurma Fabrikası

Hamit, Seyyit, Selahaddin, Bahri ve Mahmut Beylerle, bir arabaya doluşarak, Medine’nin batısındaki hurma bahçeleri arasında bulunan hurma fabrikasına varıyoruz.
Bu kadar hurma çeşidini ilk defa bir arada görüyoruz. Bahçeden toplanıp, yıkanmasına, fırınlanmasına, bazılarının çekirdeklerinin çıkarılıp ezme yapılıp bademle susamla özel mamul haline getirilmesine, şeklin, rengin ve ambalajın her çeşidine yakinen şahit oluyoruz. Fiyatların oldukça uygun olduğu bu merkezde hazırlanan bazı çeşitlerden Türkiye’deki dostlara götürmek için satın alıyoruz. Gittiğimizde fabrikada kimseler yoktu. Meğer burada 12–4 arası kaylule vaktiymiş. İşçiler istirahat ettikten sonra ikindi namazını kılarak işe başlıyorlar. İşte böyle bir ikindi namazında bütün işçilerle beraber biz de namazımızı kılıyoruz. İkindi namazı akabinde işçilerle beraber fabrikayı görüntülüyoruz.

H. Avni Bey’in Basın Daveti

Medine Türk Konseyi Başkanı H. Avni Bey fahri başkonsolos olarak da biliniyor. 12.4.1998 AkşamI bütün basın mensuplarını (yaklaşık 25 kişi) evine davet ediyor. Uzun süredir ev sıcaklığı göremeyen arkadaşlar, birbirinden lezzetli Türk yemekleri, tatlılar, çay ve meyve ziyafetiyle kendilerinden geçtiler. Ayrılırken yanlarında Avni Bey’in çam sakızı çoban armağanı olan birer paket hurma hediyeleri vardı.

Tam açılımı, “Medine Türk Toplumu Yardımlaşma Konseyi”, olan kuruluş H. Avni Bey tarafından kurulmuş olup, kısaca Türk konseyi olarak biliniyor. Elçilik ve konsolosluklarla çok iyi diyalog içinde olan konsey, 400 öğrencinin devam ettiği 15 öğretmenle öğretimini sürdürdüğü bir ilköğretim okulunu da açarak büyük bir ilk faaliyete imzasını atmışlar.
Başkan, denetleme kurulu Türk şirketleri ve mühendisleri, kaba inşaat işleri, ince inşaat işleri, sanayiciler, esnaf ve tüccarların oluşturduğu ana meslek grubu temsilciliklerinden oluşmaktadır.

Hizmetlerin yanında aylık bir bülten de çıkarmayı sürdüren konsey, bültende Büyükelçi Türkekul Kurttekin, Başkonsolos Uğur Doğan gibi Dışişleri mensuplarının yazılarının yanında, hukuk ve sağlık köşeleriyle Medineli Türkleri aydınlatıyor ve her sayı kültür sanat köşesinde ünlü eserleri tanıtıyor. Dergide Türkiye’den ve Arabistan’daki soydaşlardan haberler yayınlanıyor.

Haftada iki sefer toplanan konsey, Türk toplumunun her türlü dert ve istekleriyle yakından ilgilenip çözümler üretiyor. Amaçları arasında Türk toplumu ile iletişimin sağlanması, Suudi makamlarıyla diyalog, kültürel ve sportif faaliyetler meslek grupları arasında dayanışma, okullar arası işbirliğinin sağlanması gibi konular mevcut. Başkonsolosluk tarafından istenen işlerin icrası, Umre ve Hac münasebetiyle Medine’ye gelen hacılara yardımcı olmak ve Türk Evi açmak gibi çalışmaları da var.

Zaman Bürosu / 13 Nisan 1998

Suudi Arabistan’da bürosu bulunan tek gazete ZAMAN. Burada kalan arkadaşlar ve basın mensupları arasında bol çay ve hurmanın tüketildiği bir sohbet yapılıyor. Medine de H. Avni Bey’den başka fırıl fırıl dönen Hamit ve Seyyit Bey, izzet–i ikramda kusur etmiyorlar.
Geç vakitte meşhur alışveriş merkezlerinden Bin Dawood’u ziyaret ediyor çarşıları dolaşarak eve vasıl oluyor ve nedendir bilinmez bu gece de uyuyamıyoruz .

D.İ.B. Basın Toplantısı ve Asparagas Haber / 13.4.98

Hac döneminde 666 vatandaşımız 7 Türk tarafından dolandırılmıştı. Türkiye’ye haber geçen AA muhabiri Bilal, mahkemenin dolandırıcılara el kesme cezası verdiğini bildirmişti. Haberin duyulmasıyla ortalık her zaman olduğu gibi, öküz altında buzağı arayanların yaygaralarıyla sarsıldı.

Başkan Nuri Yılmaz sırf bunun için basın toplantısı tertipledi. Diyanet yetkililerine dayandırılan bu haberin gerçekle ilişkisi olmadığını hatta mahkemenin bile tatilde olduğunu belirtmesiyle, Show, TRT, TGRT başta olmak üzere bu doğrultuda beyanlarda bulunan çoğu haberciler neye uğradıklarını şaşırdılar. Uzun tatsızlıkların yaşandığı toplantıda başkanın ayrılmasıyla TRT ve Show muhabirleri, araya girmesek birbirine giriyorlardı.

Günlük yazımızı faksladıktan sonra oradan ayrılıyoruz. Ravza ve Cennetü'l Bakiyi, önce Reem Hotel’den daha sonra ise akşam namazı sırasında karşısındaki 5 yıldızlı otel yöneticilerinden izin alarak çatıdan görüntülüyoruz. Manzara gerçekten büyüleyici. İnsanın sürekli seyredesi geliyor. İnsan selinin Ravza’ya doğru vuslata koşması, imamın yanık sesi, safların sokaklara kadar taşması ve gökkube altında biçim biçim insan armonisi gerçekten unutulacak gibi değil. Bir kameraman veya muhabir için doyumsuz bir an. Buradan da Allah tekrarını nasip etsin, diyerek ayrılıyoruz. Öte yandan hac görevini yerine getirmek üzere kutsal topraklarda bulunan Türk hacılardan 11’i daha havaların sıcak olması ve çeşitli rahatsızlıklardan dolayı vefat ederken, hayatını kaybeden hacılarımızın sayısı 44’e yükseliyor. 

Osmanlı İstasyonu / 12.4.1998

Burada her adımda bir Osmanlı eserine rastlamak mümkün. Camilerde sadece ad değiştiren Suudiler diğer eserlerde tahripten başka bir şey yapmamışlar. Mekkede ki kışla ve kalenin mahzunluğu Medine'de bin beter şekliyle cereyan etmiş. Raylardaki tarihe göre 1901 yılında II. Abdülhamit tarafından inşa edilen istasyon ve rayların hali gerçekten içler acısı, Kültür Bakanlığı'nın devreye girmesi kaçınılmaz. 

Uhud’daki kalenin yerinde ise şimdi yeller esiyor, gerek yedi mescidlerin eteklerinde olduğu dağların zirvesindeki yıkıntı gerekse de Uhud yakınında tepelerdeki kalıntılar, hep Osmanlıya ait. Haremin iki minaresi ve yeşil kubbesi ve onlarca cami hala Osmanlı’nın imparatorluk nesimini estiriyor. 

İstasyon, aslına uygun olarak tadilat ve tamirattan geçirilerek güzel bir müze haline getirilebilir. Bu istasyonun tarihi geçmişi, amacı, ifa ettiği misyon işlenerek kırık kalpler tedavi edilebilir. Ulusların şimdiye kadar düşmanlık için körüklenen arası, kardeşlik duyguları ile perçinlenebilir.

Bu konuda ülkeler arasındaki kültür alışverişi doğrultusunda ilgili bakanlık nezdinde bazı çalışmalarla bunlar gerçekleştirilebilir. Dileriz yetkililer fazla geç kalmaz.

Ahmet Ramazan Abi

CHA Genel Müdürü Erdoğan Bey’in tavsiyesi, benim ısrarlarım ve Hamit Bey aracılığı ile Ahmet Ramazan abiyi ziyarete gidiyoruz. Aslen Malatyalı olan Ramazan abi, askerlik sonrası bir tarikat şeyhi bulup intisab ederek bir tarikata girmek ister. Epey tekke ve zaviyede yüzlerce şeyh dolaşır. Nihayet tavsiye üzerine Emirdağ’da bulunan Üstad Bediüzzaman’ı ziyaret ederek uzun uzun konuşur. Üstad onu adeta büyülemiştir. Ayrılmadan önce Bediüzzaman kendisine, “Kardeş senin aradığın bizde yoktur”, der. Ancak Ahmet Ramazan aradığını bulmuştur bile.

Yanında kalır ve Risale-i Nur eserlerinin neşrine çalışır. Bu arada 47 davadan yargılanmaya başlar. Bunun üzerine Bediüzzaman dış ülkelere gitmesini ister. Üstelik pasaport alarak gitmesini tavsiye eder. Bu imkansız bir şeydir. Çünkü o zaman pasaport için, maliye, savcılık ve askeriyeden temiz raporu istemektedir. Ne hikmetse istenen belgelerin hepsine ilişiği yoktur damgası vurulur. Pasaport alınca Hacca gitmek istediğini söyleyen Ramazan abiye Bediüzzaman Hazretleri, “Sen Irak’a git hacca beraber gideriz”, der.

Böylece 1964 yılında Irak’a gider ve yaklaşık 13 sene bu ülkede kalarak Risaleleri Arapça’ya çevirip dağıtır. Buradayken haber alamayan Üstad iki talebesini gönderir. Talebeler, beraber çektikleri fotoğrafla geri döner. Daha sonra Şam’a geçer. Burada meşhur Buti ailesiyle tanışır. Ramazan El–Buti’nin kızkardeşiyle 40 yaşında evlenir. Burada kendisinden uzun süre haber alamayan Üstad, Zübeyir abiyi gönderir ve sağlık haberini alır. 

1985’te hacca geldiğinde o zaman başbakan olan Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’da vardır. Özal ailesiyle anne tarafından akraba olan Ahmet Ramazan abi burada oturmak istediğini belirtir. Özal işin üzerinde hassasiyetle durarak bunu gerçekleştirir. Halen Medine’de mütevazi bir evde oturan bu nurani zattan insanın ayrılası gelmiyor. Çünkü 7 çocuğu olan Ramazan abi, oldukça alçakgönüllü, efendi ve babacan biri. 

Medine Türk Okulu / 15.4.1998

Medine oldukça sakin bir şehir. Bunu caddelerde, alışveriş merkezlerinde ve gezinti yerlerinde çok net bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Medine’deki Türk Okulu’nu ziyaret için yola çıkıp, şehir dışındaki okula vardığımızda, bu sakinliğe tamamen zıt bir hareketlilikle karşılaşacağımıza ihtimal vermiyorduk.

Medine Türk Okulu önünde oldukça büyük bir hurma bahçesi bulunan, 3 katlı, çevresi okulun öğretmenlerince dikilen çiçek ve ağaçlarla süslenmiş çok güzel bir okul. Okulun her türlü problemiyle ilgilenen ve adeta hamiliğini yapan Medine Zaman Temsilcisi Hüseyin Avni Güngören ve 10 kişilik bir gazeteci grubuyla gittiğimiz okulun kapısında bizi müdür ve öğretmenler büyük bir güleryüzlülükle karşıladılar. 

Medine’deki Türk çocuklarına hizmet vermenin kıymetini vurgulamalarına rağmen, içlerindeki Türkiye hasretini de hemen hissettiren öğretmenler, işlerini gerçekten büyük bir şevkle yapıyorlar. Öğretmenler ülkeye geldiklerinde en büyük sıkıntıyı iklime alışmakta yaşıyorlar. Çevredeki Türk ailelerin yoğun ilgisi çalışmalarını kolaylaştırıyor. Burada hizmet eden öğretmenlerin hepsi evli. Kanunlar müsaade etmesine rağmen lojman sıkıntısı sebebiyle ailelerini getiremiyorlar. 15 Türk öğretmenden üçü ailesini getirmiş. Sekizi getirmek için faaliyetlerini sürdürüyor. Öğretmenlerin evliyken bekar yaşamaların faydası yok değil. Sıkıntılarını unutmak isteyen öğretmenler kendilerini iyice işlerine vermişler ve öğrencileri gösterilen yüksek ilgi başarıyı getirmiş. 

Suudi Arabistan’da Medine’nin haricinde Cidde ve Riyad’da da Türk okulu var. Medine’deki okul bunlar içinde en başarılısı. Geçen yıl verdikleri 22 mezunun 8’ini Türkiye’deki Fen Liselerine, 12’sini ise Anadolu Liselerine sokmayı başaran okul yöneticileri bu yıl verecekleri 27 mezunla daha büyük bir başarıya yakalamayı hedefliyorlar. 

Fıkır fıkır kaynayan ve adeta yerinde duramayan okul öğrencileri Medine’nin sakinliğine zıt hareketlilikleri ile göz dolduruyorlar. Bizlere büyük ilgi gösteren ve çevremizde bir sevgi halesi gibi dönen çocuklar bilgilerinin yanı sıra söyledikleri Türkiye şarkılarıyla bazılarımızın hislenmesine de sebep oldular. 

13 dersliğin bulunduğu, 15 Türk öğretmene ilaveten, bilgisayar ve İngilizce dersi veren bir Hintli olmak üzere toplam 16 öğretmenin görev yaptığı okulda, Türk Milli Eğitiminin müfredatı aynen uygulanıyor. Farklı olarak Suudi Arabistan’daki takvim gereği Perşembe ve Cuma günleri haftalık tatil yapılan okulda mesai sabah 08.00’de başlayıp 13.20’de bitiyor. Aşırı sıcak sebebiyle öğleden sonra ders yapılmıyor. 

Okulun en garip ve üzüntü verici yönü ise Suudi Arabistan’da resmi statüsünün bulunmaması. 1980’li yıllarda ülkedeki yol, inşaat ve tünel yapım faaliyetlerinde yoğun olarak görev yapan Türk mühendislerin kendi çocuklarını okutmak için yaptıkları başvuruya, merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın destek vermesiyle müsaade eden Suudiler, diğer ülkeler de aynı talepte bulunur endişesiyle okula resmiyet kazandırmıyorlar. 

Lise ihtiyacının karşılanmasını engelleyen bu durum en büyük sıkıntı olarak göze batıyor. Bu yüzden mezun olan çocuklar lise eğitimlerini Türkiye’de sürdürüyorlar. Hüseyin Avni Güngören, Büyükelçimiz Türkekul Kurttekin’in önderliğinde, Taif ve Mekke’de de okul açmak için yapılan girişimlerinin büyük bir ihtimalle kabul edileceğine inandıklarını belirtmesine rağmen lise konusunda o kadar ümitli konuşamıyor. Fakat, eğitime büyük destek veren Suud makamlarının artık zaruret halini alan bu ihtiyaca da birgün uygun bir formülle “Evet” diyeceği inancını muhafaza ediyor. 

Sınıflarda yaptığımız gezinti, öğretmen ve öğrencilerle gerçekleşen sıcak sohbetlerin ardından herşeyiyle Türkiye kokan okula, yapılan girişimlerin başarıyla sonuçlanması dileğinde bulunarak veda ediyoruz.

Dönüş / 15 Nısan 1998

Cidde Havaalanı’ndaki yetkililer uçuş saatinden tam 7 saat önce havaalanında istiyorlar yolcuları. Dolayısıyla diğer arkadaşları da nazar–ı itibare alarak saat 14’de lüks bir otobüs ile 39 kişi Cidde’ye doğru hareket ediyoruz. Fazla istintaka tabi tutulmadan hacc terminaline geliyoruz.

Bazı arkadaşlar bir gün sonra için bilet sahibi olduklarından orada iniyor. Biz ise dolaşmalı olarak Kuzey Terminaline geliyoruz. Aman Allah’ım o ne kalabalık? Kalabalıktan bırakın binaya girmek binaya yakın yerlerde kaldırımlarda bile yer bulmak adeta imkansız gibi.
Yol kenarındaki bir yere valizleri bırakıp beklemeye koyuluyoruz. biletimizdeki uçuş saati 3.30 ancak enteresan rivayetler dolaşıyor dudaklarda. Kimilerine göre uçak 5-6 veya 7’ye ertelenmişti. İçeri girerek sorduğumuzda kesin bir şeyin olmadığını anlıyoruz.

TÜRK HAVA YOLLARI

Türk Havayollarının yaptığı mantıksızlıklar akıllara durgunluk veren cinstendi. Saat 1.55'de kalkacak uçak saat dörtte yolcuları içeri almasına rağmen 5’e doğru ancak kalkabilmişti.
Yolcular önce İstanbul daha sonra ise Ankara’ya gönderiliyordu. Halbuki İstanbul Ankara yolcuları ayrı ayrı uçaklarla daha kısa zamanda nakledilebilirdi.

Yabancı dil bilme ihtimali çok düşük olan hacı adaylarımıza yardımcı olacak hiçbir THY yetkilisi bulunmuyordu. Bırakın bunu Türkçe konuşan dahi yoktu. 

İngilizce veya Arapça biliyorsanız ne ala.Aksi takdirde el, kol, ayak ve kafa hareketleri ile anlaşmaya çalışırsınız. Çalışanların çoğu Bangladeş ve Pakistanlı oldukları için aksanı bilmeyen normal İngilizce ve Arapça ile de anlaşamıyordu.

Hosteslerin yüzünde tiksinti duyan bir ifade insanı kahretmeye yetiyor. Davranışlar da öyle. Boş bulduğumuz kaldırımda eşyaların yanına serdiğimiz karton veya sergilerin üstünde uzandık, oturarak, uyumaya çalışarak vakit geçirmeye çalışıyoruz. Daha 21.00. Nereden baksanız 7–8 saat süre var. Saniyeler saatlik sürelerle geçiyor. Saat 12’ye doğru pasaport ve biletlerimiz toplanıyor. 1’e doğru kuyruğa giriyoruz. Etraf ana baba günü gibi. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Sıra bize geldiğinde tercümanlık vazifesi bize düşüyor. Oradan oraya koşturmaya başlıyoruz.

Tahta iki masa birleştirilmiş etrafında 6 kişi şuursuzca bir şeyler yapıp birbirine bağırıyor. Birinin yırtığını diğeri yapıştırıyor, birinin yazdığını diğeri çiziyor bu keşmekeş içinde pasaportlar yanlış işlemle doluyor. Bilgisayar denen hadise neredeyse hiç kullanılmıyor. 
Yaklaşık 3 saattir kuyruktayız. Bu arada ABD ve Güney Afrika’ya gidecek yolcuların yabancı olmalarına rağmen sırf İstanbul’u görmek için THY’yi tercih etmeleri enteresandı. Derken son kontrolden geçtikten sonra hangi milletten olduğumuz soruluyor. Türk deyince Türkçe mealli Kur’an hediye ederek uğurlamaları duyulan kızgınlığı bir anda dağıtıyor. Ayakta duracak mecal yok. Saat 5’e gelirken 1.55 uçağı yeni havalanıyor. 

Boş bir koltuğa yığıldıktan 10–15 dakika sonra uçağımız anons ediliyor ve otobüse binerek külüstür 737 Boeing bir uçağın yanında bırakılıyoruz.

Sabah namazı olmuştu. Apronda kılma teklifimize Türk görevli müsaade etmeyince uçakta kılarız diyerek biniyoruz. Numara yok, isteyen istediği yere oturuyor. daha iki otobüslük yolcu gelecek. Hostesler gelinceye kadar arkada namaz kılmak istediğimizi aktarınca oturarak kılabileceğimiz fetvasını alıyorum. Hostese rağmen arka tarafta namazı eda ediyorum. Diğer arkadaşlar ise oturarak eda etmek zorunda kalıyorlar.aldım. daha kimselerin olmadığını servis yapmalarının söz konusu bulunmadığını belirterek kılmakta ısrar ettim. 
Dış hava yollarının özellikle gayr–ı müslim devletlere ait hava yollarının Müslümanlara tanıdığı rahatlığı, THY’nin göstermediğine onlarca sefer şahit olan birisi olarak bizimkileri anlamakta zorluk çekiyorum. Son otobüsle Güney Afrikalılar geliyor. Yanıma oturan onlardan birisiyle koyu bir sohbete dalıyoruz. 500 bine yakın Müslüman’ın bulunduğu G. Afrika’nın nüfusu 35 milyon. Ancak Müslümanlar oldukça etkili.

Güney Afrika deyince aklımıza ilk gelen meşhur Ahmet Deedat oluyor. 82 yaşındaki bu zatın felç olduğunu öğreniyor ve üzülüyoruz. Hindistan kökenli Güney Afrikalı Müslümanlar başkan Mandela’dan oldukça memnun ancak organize suç oranı ve işsizlik onları da derin derin düşündürmeye başlamış.

Pilot saat 09.15’de İstanbul’da olacağımızı belirtiyor. Saat 9.40’da havaalanına iniyoruz. Salona ilk olarak biz giriyor ve sağlık ekibi tarafından sıtma taramasına tabi tutuluyoruz ve giriş işlemleri için kuyruğa giriyoruz. Akabinde ise bagajlarımızı bekliyoruz. en son bizimkiler geliyor. Arabaya atlayıp eve revan olunca arkadaşlarla muhabbet ediyoruz. Çocuklar 25 günlük bir aksakal ile babalarını tanımakta zorluk çekiyorlar. Ancak bir müddet sonra şaşkınlıklarını atıp sarılıyorlar.

Allah’a ne kadar hamdetsek az. Ailemize iyi döndük, onları sağlık sıhhat ve huzur içinde bulduk. Hiç hesapta yokken hacı olma lütfu ile Cenab–ı Hak tarafından iltifata tabi tutulduk. İbadetlerimizi aksatacak, günah işleyecek bir harekette bulunmadık. İslam’ın bu şartını ifa etmenin huzuru ve diğer lütuflar için Yüce Yaratıcıya sonsuz şükranlarımızı arzediyor, Mekke’de iken evsahibimiz Arap Salim Atlas’ın dilinden düşürmediği, “Allah Kabul İnşaallah,” sözüyle hitamı misk yapıyoruz. Allah tekrarını nasip etmeden önce bütün müştaklara nasip etmesi temennisiyle..

SONUÇ

Bir taraftan görüntülü ve yazılı haberlerde atlatılmamaya dikkat ederken diğer taraftan Haccın gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Bu arada hacı vatandaşlarımızın sergiledikleri hâl ve hareketlere yakından şahit olduk. İmajımızın zedelendiğini düşünerek üzüldük.

Bilindiği üzere tavaf, Hacer–ül Esved (Siyah Taş)’ın bulunduğu köşeden başlanarak Yedi Şavt (tur)’dan sonra yine aynı noktada bitiriliyor. Her turda bu Siyah Taş’ın selamlanması esastır. Şayet ortam müsait ise öpülmesi sünnetttir. Ancak durum hiç de öyle olmamaktadır. Hacılarımız Hacer–ül Esved’e ulaşıp öpmek için adeta her şeyi mubah görmektedirler. Dolayısıyla her gün yüzlerce insan bu izdihamda yaralanmakta, incinmekte, boğulma ve ezilme tehlikesi geçirmekte; kısacası rahatsız olmaktadır. Bu izdihamın niceliğinin boyutunu yakından görmekle, neticelerini ise hastaneleri ziyaret etmekle çok daha iyi anlamak mümkün.

Kızılay’ın açmış olduğu seyyar klinikte karşılaştığımız yaşlı bir hacımızın göğüs kemiği kırılmıştı. İnsanımızın şunu bilmesi, biliyorsa unutmaması gerekir ki, Hacer–ül Esved’i öpmek sünnet sevabını kazandırır. İnsanları değil ezip yaralamak, rahatsız etmek, onlara sıkıntı vermek ise kul hakına tecavüz olduğundan bunu yapanlar haram işlemektedirler. Selamlama esas olduğuna göre uzaktan onu göreceğimiz bir yerden elimizi kaldırıp da selamlama da aynı sevabı kazandırdığına göre bu zulüm, bu istenmedik pozisyon ve tavırlar niye?

İstilam

Hacer–ül Esved hizasına gelindiği bilinsin diye mahfillere yeşil ışık konmuş. Zeminde ise renkli mermerden bir çizgi oluşturulmuş. İlle o çizgi üzerinde durup selamlama da şart değil. Bilindiği üzere Efendimiz zamanında böyle bir çizgi yoktu. O hizaya gelmemiz, yeterli olacaktır. Fakat hacılarımız çizgiyi kaçırmamak için birkaç metre kala heyecana kapılmakta, kafalar yere eğilirken eller insanların açılması için mengene gibi çalışmakta. Çizgiyi yakalayan bırakmak istememekte, esas duruşa geçerek birkaç kez ellerini kaldırıp ayalarını öpmekte, dolayısıyla gereksiz bir birikmeye, izdihama sebep olmaktadır.

Şükür Namazı / Makam–Iı İbrahim 

Başka bir rahatsızlık ise tavaf bittikten sonra hacılar ibadetlerini başarı ile bitirdikleri için iki rekat şükür namazı kılarlar. Bunun da Kâbe kapısının hemen ön tarafındaki Makam–ı İbrahim’in arkasında kılınması sünnetttir. Binlerce insan tavaf halinde iken dönmeleri devam ederken onların yolu üzerinde iki rekat namaz kılmaları hem trafiği aksatıyor hem de namaz kılanın namazından bir şey anlamamasına sebep oluyor. Dönmesine devam eden hacılar yoluna devam edebilmek için şükür namazı kılmakta olan hacının kafasına, sırtına, ayaklarına basmaktan kendilerini alamayarak ezip geçmektedirler. Bu arada bazıları arkadaşının, eşinin–dostunun rahat namaz kılabilmesi için kollarını açarak bariyer oluşturunca binlerce kişi arka tarafta birbirine toslamak zorunda bırakılmaktadır.

Halbuki tavafını bitiren yine Makam–ı İbrahim arkasında olmak şartıyla daha uzak bir yerde mesela Zemzem Kuyusu’nun yan tarafında veya mahfillerde hem namazını huşû içinde eda edebilir, hem de tavaf trafiğini allak bullak etmeden yüzlerce, binlerce insanın rahat bir şekilde dönmelerini ve dualarını yapmalarını sağlayabilir. Tavafını veya namazını bitirdikten sonra en kısa yoldan çıkmak varken bazı hacılarımızın insanlara çarpa çarpa akıntının, yani dönme yönünün aksine gitmeye çalışmasını anlamak mümkün değil.

İnsanlarımız, Kâbe’ye nâzır bir şekilde, etrafında dönen hacılarla adeta çiçek bahçesine dönmüş avluyu seyre koyularak dualar eşliğinde mahfillerde rahat bir şekilde neden tavaflarını yapmazlar? Anlaşılması güç bir durum. Ancak teşvik edilmesi gereken önemli bir husus bu. Arafat, Müzdelife, Mina ve Say’da da durum bundan pek farklı değil.

Hakk'a Riayet

Diyanet İşleri Başkanlığı bu sene çok güzel bir organizasyonla her ihtiyaca cevap verecek şekilde yapılanmış. Hacılarımızı oturdukları semtlerden Kâbe’ye oradan yerlerine ulaştırmak üzere ring seferleri tertip etmiş. Ancak bu güzel hizmet, insanlarımızın özel gayretleriyle (!) inme ve binme sıralarında hiç de hoş olmayan izdihama, yani hezimete dönüşüyordu. Binmelerde madem fedakarlık yapamıyoruz, bari herkes sırasına razı olsun. Aynı izdiham inme sırasında da yaşanıyor. İki dakika geç inmeye tahammül edilemediğinden, hacılarımız kapıda sıkışmalara sebep olup bazen on dakikada ancak inebilmektedirler.

Netice itibariyle hac, ifası oldukça zor bir ibadet. Bu zorluğu oluşturanlar ise maalesef hacıların kendisi. Ne kadar tedbir alınırsa alınsın insanlar eğitilmedikçe bu türlü istenmedik durumların önüne geçilmesi imkansız gibi. Kişi haklarına biraz daha riayet ederek, birbirimizi biraz daha fazla anlayıp düşünerek, biraz daha birbirimize saygı göstererek kavurucu sıcak altındaki ibadetimizi daha da kolaylaştırır, deruni hislerin yaşandığı, manevi duyguların en dorukta hissedildiği, İslam’ın başlangıç noktası olan bu mekanlarda unutulmaz anların güzel hatıralarla zihnimizde yer almasını sağlayabiliriz. Bu insan açısından da, İslam açısından da oldukça önem arz etmektedir...

Diğer Sayfalar -->   | 1 |  2 |  3 |  4 |  5 |

Copyright© 1995-2000 Feza Gazetecilik A.Ş. / Çobançeşme Mh. Kalender Sk. No: 21 34530 Yenibosna / İstanbul
Tel:
+90 (212) 639 34 50 (pbx)  Fax: +90 (212) 652 24 23  e-posta: zaman@zaman.com.tr
Bu site Zaman Gazetesi Internet Servisi tarafından hazırlanmaktadır.