BİR GAZETECİNİN HAC REHBERİ-2
.Nevzat Bayhan

Müzdelife / 25. 3. 98

Müzdelife, yine dağlarla çevrili bir vadi içindeki uçsuz bucaksız bir ova. Şimdilik ayakta görülenler, çoğunluğunu tuvaletlerin oluşturduğu, hacılara hizmet verilmek üzere inşa edilmiş yapılar. Buranın kumluk toprağında hacılar vakfeye duruyor ve 70'er taş toplayarak şeytanı taşlamak üzere hazırlık yapıyorlar. Bir vadi olan Müzdelife’de yüzbinlerce çadır kurulmaya çalışılıyor.

Mekke’de uyuyamayan Secati

Secati bey DİB atama şubesi müdürlüğünde memur olarak çalışıyor. Ankaralı Secati, Mekke’ye geleli 10 gün olmasına rağmen mübarek beldelere olan hasretinden dolayı uyuyamıyor ve bir şey yiyemiyor. Araştırdığımızda sayıları hiç de azımsanmayacak kadar yurttaşımızın da aynı duygu ve hislerle dolu olduğuna şahit oluyoruz.

Onuncu gününde karşılaştığımız Secati bey bu zaman içinde sadece 1–2 saat kestirebilmiş. Bu gün sadece bir kaç kaşık yoğurt yiyerek hayatını ikameye çalışıyor. Bu durum ilk gün bizde de olmuştu. Gelir gelmez kendimizi Mescid–i Haram’a atarak tavaf ve say yapmış, gündüz iki günlük uykusuzluk ve yorgunluğumuza rağmen bir türlü uyuyamamıştık.

Yatsı namazında Mekke’de yaşayan Mehmet Altan Hoca ile Kabe’de buluşacaktık. Beş on dakika öncesinde taksiye 2’şer riyal vererek Kabe’nin yakınına kadar gidince gözlerimize inanamıyoruz. Kabe gündüz gördüğümüz Kabe değildi sanki. Altı üstü, bütün katlar sokaklara taşarcasına insanlarla lebâleb doluydu. Zorlanarak Kabe’ye yaklaşmaya çalışıyoruz. Namaz başlarken bile saflar arasında tavaf etmeğe çalışıyordu bazıları. İnsanların birbirini ezme pahasına tavaf etmelerini anlamak oldukça zor. Türkiye’den gelen hacılar, buluşma yeri olarak müezzin mahfilinin altını veriyorlar. Bu mevkide M. Altan Hoca’yı araştırmalar sonucu buluyor ve İzmir’den gelen eski dostlardan, Abidin Okşaş, Mustafa Özkan, Bayram Üstün ve diğer candan Hacılarla karşılaşıyoruz.

Dünyanın dört bir yanından, hac farizasını yerine getirmek üzere Mekke’ye gelen hacı adayları, ibadetlerinden arta kalan zamanlarında bol bol alışveriş yapıyorlar. Türk hacı adayları, daha çok memleketteki yakınlarına hediye için Kur’an–ı Kerim, gümüş yüzük, tespih, seccade, takke, saat, Mekke’ye özgü süs ve hediyelik eşyayı tercih ediyorlar. Bu arada, yerel yemeklere alışık olmayan hacı adayları, daha çok Türkler tarafından işletilen lokantalara akın ediyor. Pek çoğu da bakkal ve manavlardan alışveriş yaparak yemeklerini kaldıkları yerlerde kendileri pişiriyor.

Hacı adaylarının kutsal topraklara gelmesiyle nüfusu 2,5 milyonu aşan Mekke sokaklarında adım başı seyyar satıcı görmek mümkün. Sokaklara tezgah kuran Hindistan, Afganistan, Pakistan, Sudan, Nijerya, Gana ve Somali kökenli seyyar satıcılar, esanstan misvaka, mekanik tespihten penseye, çakıdan saate kadar her türlü alet ve hediyelik eşyayı satıyorlar. Ayrıca, bu tür malzemelerin dışında, yine Afrika kökenli olan satıcılar, sokak aralarında kurdukları tezgahlarda, kına, karanfil tohumu ve baharat gibi ürünler pazarlıyorlar.

Diyanet Hastanesi

Türk hacılar Mekke’de çok güzel bir ayrıcalığın avantajını yaşamanın yanı sıra gururunu da duyuyorlar. Bu ayrıcalık, onları ilgiye en çok ihtiyaç duydukları anda verildiği için külli bir sevaba da vesile oluyor.

DİB, Mekke’de özel hastane açan tek kuruluş. Mekke’ye hacı getiren diğer ülkelerden hiçbirinin böyle bir teşebbüsü yok. Bu sebeple hastane çok yoğun bir ilgi görüyor. 1982 yılından beri hacı adaylarına hastane kanalıyla hizmet veriliyor.

İlk hastaneyi başka bir yerden 1984 yılında hali hazırdaki bu binaya taşımışlar. 150 yatak kapasitesi olan ve her yıl yeni bir kontratla kiralanan bu bina, Hastane olarak sadece hac sezonunda açık kalıyor. Diğer zamanlarda kapalı tutuluyor.

Buradaki hizmet, Diyanet’in getirdiği hacı adaylarının ücretlerinden kesilen payla finanse ediliyor. Ancak Diyanet’in kanalıyla gelenlerin yanı sıra, özel şirketlere, Avrupa’dan gelen hacı adaylarına, burada kalan umrecilere, hatta yabancı ülke insanlarına bile hizmet veriliyor. Diyanet’in hacı adaylarıyla diğerleri arasındaki tek fark ise kendi hastalarına hem tedavi hem de ilaç ücretsizken, diğerleri ücretsiz tedavi ediliyor ancak ilaç verilmiyor. Onlar, yazılan reçeteyle ilaçlarını eczanelerden ücretle temin ediyorlar.

Verdikleri hizmet sebebiyle Suudi Arabistan yetkililerinden tebrik aldıklarını belirten yetkililer, bu yılın en ilginç olayını hastanenin açıldığı gün yaşamışlar. Aylardır Mekke’de bulunan yaklaşık 65 bin umreci Türk hacı adayı hastaneyi adeta muhasara altına almış. Bini aşkın insanın hastanenin önüne yığıldığını ifade eden yetkililerin söylediği, “Aslında çoğunun ciddi bir sağlık problemi yoktu. Açılan bu Türk kurumunda hem vatan hasretlerini bir nebze dindirmek, hem de birazcık bile olsa ilgi ve şefkat görmek istiyorlardı. Yapılan hayır dualar bunun açık işaretiydi”, sözleri mukaddes beldelerde yaşanan çifte vuslat aşkının en bariz misaliydi.

Hastaneye daha önceki yıllarda en çok güneş çarpması mağduru gelirken, bu yıl şu ana kadar en çok yüksek tansiyon ve akciğer enfeksiyonuna maruz hastalar müracaat etmiş. Görüştüğümüz hastalar, Türkiye’deki yakınları büyük bir telaşa ve endişeye kapılırlar düşüncesiyle isimlerini vermekten kaçınıyorlar.

Buradaki hastanede ve hastane personelinde Türkiye’de göremediğimiz seviyede sükunet ve şefkat havasını hissediyoruz. Hastalara büyük bir sabırla âdeta çocuk gibi bakılıyor. Hepsinin derdine derman olunmaya çalışılıyor. Hastanenin verdiği hizmetler bununla da bitmiyor. Görev aşkı ve şevkinin zirveye ulaştığı bu yerde, gezici sağlık ekipleri Suud hastanelerini de tarayarak, herhangi bir sebeple bu hastanelere düşen Türk hacı adaylarını tespit ediyor, durumlarıyla ilgileniyor ve kafilesine durumu hakkında bilgi veriyor.

Mekke’nın arka sokakları

İkindiden sonra üç arkadaş Mekke’nin görünmeyen ve görüntülenmeyen yerlerini görüp oradan Mescid–i Harama bakmak istiyoruz. Kaldığımız yerden Kabe’ye doğru bir müddet insan seliyle yol aldıktan sonra sola dönerek ara sokaklara sapıyoruz. Çoğu bina değişik ülkelerden gelen hacı adayları tarafından tutulmuş durumda. Vadinin düzlüğü bitmiş, tırmanışa geçmiştik. Bir müddet sonra arabaların giremediği ve girse de zaten çıkamayacağı daracık, oldukça dik, bir kısmı betonla basamaklanmış, bir kısmı ise volkanik kayaların oluşturduğu bu sokakları sabırla tırmanıyoruz.

Sonuna kadar gidecek, buradan Kabe’yi görüntüleyecek en güzel noktayı bulmaya çalışacağız. Ancak ne mümkün. Kabe adeta dev Hilton Binası’nın gölgesinde kalıyor. Attığımız her adım kıvrıldığımız her köşede söylenmesi ne derece uygun apayrı, iç sızlatan sefaletlerle karşılaştık.

Buradaki durum bana Amerika’daki kenar mahallelerinde yaşayan siyahilerin veya Hispaniklerin yaşantılarını hatırlattı. Tek farkı orada geniş ve düz caddeler yerine burada dik ve dar sokaklar. Gerisi aynı. Temizliği, çocukların başıboşluğu, gençlerin kayıtsızlığı vs.

Kahvehane ve Döner–Kebap

Yoğun Türk nüfusu sebebiyle âdeta bir Türk mahallesi haline gelen Mekke’nin Mesfele bölgesi Türk kahvehaneleriyle de dikkat çekiyor. Hacı adaylarımızın kadınlı erkekli oturup yorgunluk çayı içtikleri ve derin derin sohbet ettikleri bu mekanlar bilhassa geceleri büyük ilgiye mazhar oluyor.

Türk hacı adaylarının yoğun yaşadıkları yerlerde Türk bakkal, Türk berber vs.’nin yanı sıra Türk döner kebapçılar da var. Türkiye’de yediklerimizin lezzetinde olmasa bile, damak zevkine hitap ettikleri için hacı adaylarımızdan büyük ilgi görüyorlar.

Diğer birçok dükkan gibi mevsimlik açılan dönerciler, özellikle akşamları yaptıkları satışlardan oldukça memnun görünüyorlar.

Türkistan Durağı

Mekke’nin Mesfele bölgesinde olan Doğu Türkistan pazarı dünyanın değişik yerlerinden gelen Türkistan kökenli hacı adaylarının buluşma ve hasret giderme yeri.

Burada yıllardır göremedikleri akraba ve dostlarıyla buluşma imkanına kavuşan Türkistanlılar, hemşehrilerinden uygun fiyata alışveriş yapma şansını da yakalıyorlar.

Mekke’de hemen dikkatinizi çeken hususlardan birisi de ezan okunur okunmaz cadde kenarlarının bir mescit haline gelmesi. Hepsinin yanında mutlaka seccade bulunan Mekke sakinleri ezanla birlikte hemen seccadesini yol kenarında oluşan cemaatin yanına sererek saflara katılıyor. Türklerde oldukça yaygın olan, “Namazı biraz sonra kılarım”, anlayışının esamesi bile burada okunmuyor.

Ticaret Hastalığı

Mekke’de başta Türk hacılar olmak üzere müthiş denilebilecek bir alışveriş hastalığı hakim. Çoğu hac mevsimindeki üç aylık sezon için açılan dükkanlar her gün hacı adaylarınca dolup dolup boşalıyor. Fiyatların pazarlıkla bazen yarı yarıya indirildiği bu dükkanlarda hemen hemen hepsi Türkiye’de daha ucuza bulunacak türden eşyalar satılıyor. Dükkan sahiplerinin en çok memnun oldukları müşterileri Türkler oluşturuyor. Bu yüzden çoğu anlaşabilecek seviyede Türkçe biliyorlar. Dil bilmeleri daha çok mal satmalarını sağladığı için hacı adaylarımızın kaldıkları yerler her geçen gün artan miktarda eşyalarla doluyor. Öyle ki bazen eşyalar hacıdan daha kıymetli hale geliyor.

Hacılarımız döndüklerinde ziyaretçilerine hediye yetiştirmek için ne bulursa alıyorlar. Seccade, takke, parfüm, battaniye, elektrikli sobalar, aklınıza ne geliyorsa. Bundan dolayı hacılar kendi aralarında şakalaşırken tavafı, “Kabe ve alışveriş”, diye ikiye ayırıyorlar: Burada Misvak, Hurma, Zemzemin dışında hemen herşey ithal. Dolayısıyla bunların dışında götürülecek hediyelerin hepsi başka ülkelerde de var. Bence bunlar tercih edilmeli.

Deve Kullanır Gibi Trafik

Bu güzelim yerde, trafik içler acısı. Bütün arabalar ithal ve havalı korna takılmış. Sekiz silindirden aşağı olmayan dev motorlarıyla adeta petrol hortumlayan bu arabaların yüzde doksanı vuruk, çarpık ve eski.

Yollarda şerit namına bir şey bulmak mümkün değil. Gerçi yollar gidiş ve geliş olmak üzere otoban şeklinde düzenlenmiş. Ancak kırmızı ışık da olmazsa kimsenin duracağı yok. Her türlü dönüş serbest. Hacıları en fazla rahatsız eden havalı kornaların sık sık kulak diplerinde 100 desibelden fazla patlaması ve yayalara herhangi bir geçiş hakkı tanınmıyor olması.

Mekke’de ticari taksi işlevi gören arabaların büyük çoğunluğunu ABD ve Japonya’nın bugün artık tedavülden kaldırdığı külüstür arabalar oluşturuyor. Darbeli oluşları, aşırı benzin yakmaları ve yüksek oranda kirli gaz yaymaları ile dikkat çeken arabaların şoförleri de ayrı bir alem.

Her ne hikmetse sinyal vermeme gibi bir alışkanlıkları olan bu şoförler, arabayı âdeta deve kullanır gibi kullanıyorlar. Birbirlerinin boşluklarına sinyal vermeden riskli dalışlar yapan şoförler bu sebeple sık sık kazaya sebep oluyorlar. Bu araçlarla hac öncesi 4 riyale gittiğimiz bir yere hac sezonunda 20–30 riyale gitmek işten bile değil.

Hac sezonu haricinde fazla müşteri bulamayan bu araçlara binmeden önce mutlaka pazarlık etmeniz gerekiyor. Bu durumun Mekke’de hacıların yoğun yaşadıkları bölgelere mahsus olduğunu, Mekke’nin Aziziye gibi daha lüks semtlerinde, Medine ve Cidde gibi şehirlerde görülmediğini de ifade edelim.

Hacc zamanında kaldırımlar yetersiz olduğundan, Kabe’ye yakın caddelerin trafiğe en azından bu mevsimde kapatılması veya Medine’de olduğu gibi hiç olmazsa Beytullah çevresinde metro uygulamasına geçilmesi, hem hacılar hem de dükkan sahiplerini rahatlatacaktır.

Kabe Hilton’un gölgesınde

Kenar mahallelerden gezintimiz Kabe’ye yönelmemizle noktalanmıştı. Mekke’nin her tarafından görünen Hilton Oteli Kabe’nin de her tarafını kuş bakışı görüyor.

Görüntülemenin en güzel yapılacağı bu mekandan ne yazık ki bu işi yapmak imkansız gibi. Bir oda kiralayıp, oradan resim ve görüntü alalım fikrimize yetkililerin, “Memnû”, cevabı ile tersyüz ediliyoruz. Kabe’nin hemen yanıbaşında kurularak Kabe’yi adeta görünmez yapan bu yapı hangi mantıkla bu kadar yakına yapılmış anlamak mümkün değil. Birkaç kilometre uzağına yapılsaydı kim zarar görürdü. Hemen yanıbaşında yapımı devam eden dev inşaat ise duyduğumuza ve öğrendiğimize göre Shereaton’a ait.

Osmanlılar, Kabe’yi her yönde güvenlik altında tutacak uzak bir mesafedeki dağın yamacına kurmuşlar. Ne yazık ki şimdi bu tarihi eser metruk ve ziyareti de kesinlikle yasak. Halbuki güzel bir teşrifatla bu atıl kale, çok cazip bir otel veya konaklama yeri haline getirilerek insanların hizmetine sunulabilir. Kabe’yi çevreleyen bu otel ve sarayların on seneye kadar ciddi engel olacağı apaçık meydanda iken, hala aynı yakınlığa başka otellere inşaat izninin verilmesi anlaşılacak gibi değil.

Buraya gelmeden önce Mekke’yi, nereden bakarsak bakalım Kabe’nin minarelerinin görülebileceği bir şehir olarak biliyordum. Ancak ne yazık ki tam önüne gitmeyinceye kadar Mescid–i Haramı görmek oldukça zor. O ihtişamı oteller zinciri ile kapatılmış durumda maalesef.

Kabe: Akıştaki kainat

Kabe karalara bürünmüş belinde altın sarısı kuşağıyla herkesin ışıga koşan kelebekler misali etrafında pervaz ettiği nazlı bir gelin. Kabe, belindeki altın sarısı kuşağıyla herkesin ışığa koşan kelebekler misali etrafında pervaz ettiği bir abide. Çünkü O, “Rahman ve rahim olan Allah’ın”, cisimleşmiş sembolik evi olarak, “Beytullah”, diye isimlendirilmiş. İşte İslam’ın ve insanlığın abideleştiği başlangıç noktasında, Allah’ın Evi’nde bulunmak apayrı duyguları terennüm ettiriyor. Yaratıcının azametini, yaratığın aciziyetini, müminlerin samimiyetini daha iyi kavrıyoruz. Bizi sevgiyle kucaklayıp şefkatiyle kuşatan Sahibimizin (c.c.) misafirperverliğini iliklerimize kadar hissediyoruz. Zemzem ve hurmanın ne büyük katık olduğunu çok daha iyi anlıyoruz.

Gün geçtikçe dimdik azametli ancak o ölçüde sevecen bu nazlı gelini sevdiğimizi, bu sevgimizin zamanla bir tutku haline geldiğini fark ediyoruz. Acûn dağlarının siyah taşları ile birbiri üstüne döşenerek yapılmış, ne bir desen, ne bir süsleme ne de mimari bir estetiği olmayan bu binanın hacıları cezbetmesini, “Şüphesiz alemler için, çok feyizli ve aynı hidayet olmak üzere konulan ilk ev elbette Mekke’de olandır”, ayetinin ifade ettiği mana ile açıklamamız mümkündür.

Sütunlar, zemzem termosları, merdivenler, tavaf alanı, Makam–ı İbrahim, Hacer–ül Esved her gün daha bir tanıdık geliyor insana. Benimsiyor, seviyor, sevdikçe kendimizi evimizde gibi hissediyoruz. Evimizdeki emniyet ve sevgi halesini burada da buluyoruz.

Tavafla Başimiz Dönüyor

Bu sevgi ve aşk atmosferi, bir süre sonra başımızı döndürmeye başlıyor. Tavafta oluşan dönüş, fiziki dünya ile birlikte manevi dünyamızı da etkilemekte gecikmiyor.

1932 doğumlu Gaziantepli Mehmet dedenin, Allah’ın evine bakışı gözlerinizin önüne geliyor. “Üç aydır hanımla birlikte buradayım. Gaziantep’e dönmek istemiyorum. Burada hayat boyu bulamadığımız şeyleri bulduk”, sözlerini yavaş yavaş anlamaya başıyoruz.

Mescid–i Haram ilk bakışta üç kat gibi görünmesine rağmen aslında dört kat. İlk anda fark edilemeyen, zeminin altındaki katta da ibadet yapılıyor. Bol sütunlu ve oldukça yüksek olan katlar havalandırma ve serinlik temini için çok sayıda asılı vantilatör ile donatılmış. Sütunların çoğunun dibine görüntüyü bozmayacak şekilde yerleştirilmiş, bir kullanımlık plastik bardaklarıla modern usullerde dizayn edilmiş zemzem termoslarından her an buz gibi zemzem içmeniz mümkün. Ayrıca tavaf alanına inen merdivenlerin sağ ve sol taraflarına da, musluklarından zemzem akan sıra sıra çeşmeler yapılmış. Kabe’nin etrafındaki tavaf alanının içinde ve Makam–ı İbrahim’in 20 metre kadar arkasında olan zemzem kuyularına ilaveten yapılan bu tertibat hacı adaylarının zemzeme ulaşmalarını oldukça kolaylaştırıyor.

Her Katta Tavaf

Kabe’de tavaf sadece Beytullah’ın etrafındaki geniş alanda yapılmıyor. Tam dönüş imkanı vermeyen zemin kat haricinde diğer üç katta da tavaf yapılabiliyor, yani Beytullah’ı uzaktan çevreleyen bu mahfillerden de tavaf ibadeti ifa edilebiliyor.

Beytullah çevresinde en yakın tur (şavt) 50 ve 60 metrelik bir mesafe tutarken, en üst katta yapacağınız her bir dönüş ise yaklaşık bir kilometrelik mesafeye karşılık geliyor. Alttaki geniş alanda kalabalık içine dalıp, çarparak, çarpılarak, ezerek, ezilerek, keskin ve sert bakışlar fırlatarak yapılan tavafa kıyasla üst katlarda yapılanlar daha sakin dinimizin anlayışına daha uygun diye düşünüyorum.

Yürüyen Merdivenler

Mescid–i Haram’ın üst katlarına düz merdivenlerle çıkılabildiği gibi yürüyen merdivenlerle de çıkılabiliyor. Her tarafa yerleştirilen iki iniş, iki çıkışlı yürüyen merdivenler hacı adaylarına rahatlık veren en güzel unsurlardan biri. Oldukça yaşlı hacı adayları çıkmakta çok zorlanacakları üst katlara bu sayede hiç yorulmadan çıkabiliyorlar.

Vav’ın Çizgisi Safa ve Merve

Mescid–il Haram’ın mimarisi Arapça’daki vav harfine benziyor. Mimarideki vav’ın oldukça uzun olan düz çizgisini, Hz. Hacer’in oğlu İsmail’e su bulmak için 7 kez gidip geldiği Safa ve Merve tepeleri oluşturuyor. Safa tepesi Kabe’ye 80 metre uzaklıkta olmasına karşılık, vav çizgisinin en uç noktasını oluşturan Merve tepesi ise 250 metrelik bir uzaklığa sahip. İki tepenin arası ise yaklaşık 400 metre. Safa’dan başlamak üzere Say yapmak için 4 kez gidip, üç kez gelmek zorunda olduğumuz iki tepenin arası, çok küçük bir kayalık kısmın haricinde tamamen mermerle kaplanmış durumda. 20 metre genişliğindeki Say yolunun tam ortasına yapılan birer metrelik, biri gidiş biri geliş olmak üzere iki dar şeridi, tekerlekli sandalyeli hacılar kullanıyor. 2. ve 3. katlarda da say yapmak pekala mümkün.

100’e yakın kapıdan çıkılan dış avlu namaz kılmanın yanı sıra Müslümanlarca bir gezinti ve dinlenme yeri olarak da kullanılıyor. Oldukça geniş olan avlunun altı, modern abdest yeri ve tuvalet olarak düzenlenmiş. Aynı anda yüzlerce kişinin abdest ve tuvalet ihtiyacını giderebileceği bu mekan, zorlanarak da olsa ihtiyacı karşılıyor. Avlunun dış kısımları ise seyyar satıcılarca işgal edilmiş durumda.

Dış avlunun etrafı ise tamamen binalarla çevrilmiş durumda. Etrafta toprak zemin veya çölün vazgeçilmez unsuru olan kum görmeniz imkansız. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) Mekke müşriklerine seslendiği Kabe’nin dış duvarlarına 10 metre mesafedeki Ebu Kubeys Dağı’nın yerinde yeller esiyor bugün. Üstüne kondurulan Kral sarayıyla dağ tamamen kaybolmuş.

Sonsuz Nur’un Evi

Kabe’ye yaklaşık 100 metre uzaklıkta ise Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) doğduğu ev bulunuyor. Hz. Amine’nin, Efendimiz’e (s.a.s.) hamile kaldığı evin bakımsız hali burnunuzun direklerini sızlatıyor. “Es salatu ves selamu aleyke ya Resulallah”, derken gönlünüzdeki burkuntunun gözlerinizde sicimleşmesine engel olamıyorsunuz. Şimdi kütüphane haline getirilen, hac süresince ziyarete kapalı tutulan binanın tepesine bir de reklam tabelası konulmasına kızmadan edemiyoruz. Evin mahzun hali, İslam dünyasının mahzun haliyle bütünleşiyor ve insanı Efendimiz’in mahzuniyetine kadar götürüyor.

Kabe’nin doğu yakasında bulunan Efendimiz’in evi, Osmanlılar tarafından yapılmış ancak Suudi idaresi bunu beğenmeyerek yıkmış ve yerine derme çatma kırık dökük bir bina kondurmuş. Gece görevlilere ne zaman ziyaret edeceğimizi sorduğumuzda “Hac’dan sonra” cevabını aldık. Ancak İHA’dan Necati Bey hiç bir zaman bu evin ziyarete açılmadığını söylüyor.

Görevliye niçin ziyarete açılmadığını sorunca, bu kadar hacının akını ile yerle bir olacağını söyledi. Ancak istemeleri halinde saraylar diken Suudi Hükümeti, sözkonusu olan Peygamber’in evi olunca ne hikmetse bakımsız metruk bırakmakta beis görmüyorlar.

Şu anda kütüphane olarak kullanılan binada kütüphanenin ne zaman ziyaret edildiği de meçhul. İçimiz buruk bir Kabe’ye bir de iki adım ötesindeki eve bakıyoruz. Hatta Sabah Muhabiri Haluk Soysal, “İşte Allah’ın işte Peygamberin evi”, deyip takılmadan edemiyor.

Ebu Cehilin Evi

Efendimiz’in doğduğu eve yüzümüzü döndüğümüzde 20 metre kadar sağda ise Efendimize (sav) her türlü zulmü ve işkenceyi reva gören Cahillerin babası olarak tarihe geçen Ebu Cehil’in evi bulunuyor. Bugün tuvalet olarak kullanılması cahillerin ve zalimlerin dünyadaki akibetlerini görmek açısından oldukça manidar bir tablo çiziyor.

Kaybolan tarih

Gönül bu kutsal mekanları tarihteki haliyle görmek istiyor. Fakat ne yazık ki hızla devam eden inşaatlar Mekke’yi bir beton yığını haline getiriyor. Bu ise kutsal mekanların gölgede kalmasına, beton canavarlar tarafından adeta yutulmasına sebep oluyor. Beytullah ve Mescid–i Nebevi başta olmak üzere manevi dünyamızın da şaheserleri olan bu eşsiz eserlerin ciddi ve profesyonel olarak korunması gerekiyor.

Akşam namazını Kabe’nin mahfillerinde kılıyoruz. İkinci kata ancak çıkabiliyor ve Kabe’yi görecek kadar ön tarafa uzanıyoruz. İnsanın anlatmakla gerçeğini yansıtamayacağı bir manzara.. İnsan kafalarından oluşan bir insan seli dört köşeli binanın etrafında akıllara durgunluk veren bir güzellik içinde dönüyor dönüyor...

Mahfiller lebâleb dolu. Bir de alt mahfil var ve binlerce sütundan müteşekkil. Merak edip adımladığımızda tam 241 adım olduğu ortaya çıkıyor. Altı köşeli mahfillerde namaz kılmak apayrı bir güzelliğe, ilahi lütfa mazhariyetin ifadesi.

Türk hacıları genelde Müezzin mahfilinin olduğu yerde buluşuyorlar. Oraya gidilince neredeyse herkes Türkçe konuşuyor. Bu alanda kimileri Risale dersi yapıyor, kimisi evine misafir götürmek için bekliyor. Kimisi ise yeni hacılarla tanışıp hasret gideriyor, kimileriyse ucuz malların nerede olduğunu, o gün karşılaştığı manzaraları anlatıyor, tanıdıklar buluşarak hasret gideriyor.

Dış yola kadar taşmış, mahfillerine varıncaya kadar hıncahınç dolu olan Mescid–i Haram’ı akşam namazından sonra dıştan tavaf etmeğe çalışıyor ancak tünelden geri dönüyoruz. Çünkü yatsıya hazırlık yapılıyor. Adım atılacak gibi değil.

Kabe’ye her hangi bir şekilde fotoğraf makinesi, kamera gibi alet edavat sokmak yasak. Dolayısıyla foto muhabirimiz Selahattin Sevi, fotoğraf makinası olduğu için Kabe’ye giremiyor ve dışarda kalıyor. Yatsı vakti yine aynı mahşeri kalabalık. Gidebileceğimiz yere kadar gidiyor, tâ Makam-ı İbrahim’in yanına varıyor ve Kabe imamının bir kaç saf arkasında namaza duruyoruz. Ancak tavaf devam ediyor. Bir süre sonra gittikçe daralan bir şeritle nihayete eriyor, ancak yine de üstümüzden yanımızdan çarparak basarak hala son şavtlarını bitirmeye çalışanlar da yok değil.

Ezandan sonra isteyen sünnet namazı kılıyor. Daha sonra kamet getirilip ve namaza başlanıyor. Hintli veya Bangladeşli genç bir çift önümüze gelip oturuyor. Arkadaşlar rüku ve secdeleri onların sırtında yapıyorlar.

Farzın bitiminden sonra Hac’da vefat etmiş iki hacının peşpeşe cenaze namazları kılınıyor. Biz namazımızı tamamlamaya çalışıyoruz. Ancak tavafçıların acelesi her tarafı ihtizaza getiriyor. O yüzden namazda yine akrobatik hareketlerden kurtulamıyoruz.

Tahtırevanlı Tavaf 200 Riyal

Kabe’nin içinde bulunduğu Mescid–i Haram içinde, sağlık sorunları olan, yaşlı ve güçsüz hacı adaylarının tavaflarını rahat yapabilmeleri için tahtırevan ve tekerlekli sandalye ile taşıma hizmeti veriliyor. 4 kişinin taşıdığı tahtırevanlarda 200, tekerlekli sandalye ile yapılan taşımalarda ise 50 Suudi Arabistan Riyali ücret alınıyor. ( şu andaki kura göre 1 riyal=Yaklaşık 65 bin TL.) Günde ortalama 3 müşteri taşıyan bir tahtırevan ekibinin bir üyesi 150 riyal gelir elde ediyor.

Güneş battıktan sonra Kabe’yi aydınlatan ışıklandırma direklerinin etrafını çekirge ve böcekler sarıyor. Çekirge ve böceklerin Kabe’nin zeminine düşerek ölmeleri sonucu her hangi bir kirlilik oluşmaması için zemin sürekli temizleniyor.

SUUD’da Kalmak Oldukça Zor

Suudi Arabistan’da kalmak için bir kefile ihtiyaç var. Pasaport şubesinin de imzalayıp mühürlediği bir kefaletin olması mecburi. Bir şehirden bir şehire geçişler devletlerarası geçişleri andırıyor.

Mekke’nin dış semtlerinde oturan M. Altan’dan dönerken karşılaştığımız hudut noktası ve polis kontrolü, Belçika’dan Fransa’ya girişteki kontrol ve giriş noktasıyla aynı özellikleri taşıyordu. Buraya dışardan gelip yerleşmiş bulunanlar ciddi endişe içinde bir hayat sürüyorlar.

Bizi götüren şöforün bir kaç soru sorması on iki senedir bu ülkede yaşayan ve ailece Arapça konuşan Altan’ı oldukça rahatsız etmiş ve duyduğu endişeyi birkaç kez dile getirmişti. Neden bu kadar tedirgin olduğunu sorduğumuzda, hiçbir güvencelerinin bulunmadığını her an yurtdışı edilmelerinin mümkün olduğunu söyledi. Yabancılara iyi gözle bakılmayan bu ülkede Nijerya, Malezya, Endonezya vs. ülkelerden iş amacıyla gelenler üçüncü, Mısır, Türkiye ikinci, ABD, Avrupa ise birinci sınıf olarak muamele görüyor. Yaptıkları iş ve aldıkları maaşlar da ona göre ayarlanıyor.

Enflasyon yok denecek kadar az. Meyve fiyatları hiç değişmemiş. Elma 3 riyal, portakal 4 riyal vs. ne ise o. Ancak hükümet izniyle hac mevsiminde fiyat değişmelerine göz yumulabiliyor. Özellikle Taksiciler. Zilhicce ayının başlamasıyla fiyatlar hergün tırmanıyor. Bu durum veda tavafıyla beraber yolcular evine dönünceye kadar devam ediyor.

Çünkü bu insanlar 3 aylarda kazandıklarıyla bir sene boyu geçinmek zorunda. Özellikle hac mevsiminde tutulan dükkanların kirası ateş pahası olduğundan satıcılar kısa zamanda kâra geçmek zorundalar. Farklılığın ana kaynağı bu olsa gerek. Burada kiralar senelik 8–15 bin riyal arasında oynarken asgari ücret diye bir şey olmamasına rağmen, aylıklar 600–6000 riyal arasında değişiyor.

Pazarlık yapmadan hiç bir şey alınmamalı, hiç bir taksiye binilmemeli aksi takdirde maceranız on kat fiyatla neticelenebiliyor.

Mekke’de gözümüze çarpan en dikkat çekici hususlardan biri Türk hacıların yoğunluğu. Kabe’de ve alışveriş merkezlerinde bu yoğunluğu daha çok hissediyorsunuz. Suudi Arabistan’da işçi ve mühendis olarak çalışanlarla birlikte Türk hacı adayı sayısının 200 bine yaklaştığı ifade ediliyor.

Hacılarımız gençleşiyor

Hacı adaylarımız açısından sevindirici bir husus da her geçen yıl hacı adayı yaş ortalamasının giderek düşmesi.

15 yıl önceleri 70’lerde olan yaş ortalaması geçtiğimiz yıllarda 65’e, bu yıl ise 58’e düşmüş.

Yaş konusunda en ideal tabloyu ise Endonezya ve Malezyalılar oluşturuyor. Yaş ortalamaları 29–32 arasında değişen bu ülke hacıları, en rahat biçimde ibadetlerini gerçekleştirmelerinin yanı sıra kültür düzeyleri ile de dikkat çekiyor ve imreniliyorlar. Bu ülkenin hacı adaylarını birkaç aylık bir eğitimden geçirdiği ve yalnızca başarılı olanları gönderdiği anlatılıyor. DİB yetkilileri, bizim hacı adaylarımızın yaşlarının yüksekliği ve çoğunun eğitim seviyelerinin düşük olması sebebiyle bu konuda çok başarılı olamadıklarını belirtiyorlar.

Bugün haccda göze takılan bazı hususların daha önceye kıyaslandığında çok güzel gelişmeler olduğu da bir gerçek. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Lütfi Şentürk, “Ben 30 yıldır bu organizasyonun içindeyim. İnsanların sokaklarda yattığı günleri bilirim. Kâbe’nin merdivenlerinden inerken birbirlerini ezen, hatta ölümlere sebep olan hacılar vardı. Şimdi merdivenlerde ezilme olmadan iniliyor. İnsanlar eskiye göre birbirlerine oldukça iyi denilecek düzeyde bir saygı gösteriyorlar. Mekke’de şartlar da çok düzeldi. Bunlar gelecekte daha güzel şeylerin olacağının işareti”, şeklindeki sözleriyle bu görüşümüzü destekliyor.

Diyanet kanalıyla hacca gelen adaylar Kâbe’ye yürüyerek 15 dakikalık mesafede olan, “Mesfele” ve “Mahbes–ül Cin”, semtlerine yerleştiriliyorlar. Kişi başına 3.5 metrekare düşecek şekilde yerleştirme yapılıyor. Her odada bir buzdolabı bulunuyor ve odalar klimayla soğutuluyor. Burada klimasız ve zemzemsiz ev yok gibi. Görüştüğümüz hacı adayları hemşehrileri ile aynı binada olmaktan ve odalardan memnuniyetlerini ifade etmekten geri durmuyorlar.

Hacı Odaları Kargo Servisi Gibi

Türkiye’den gelen hacı adaylarının en büyük zaafı ne bulursa almaları. Odalar, valiz ve çuvallarla dolup taşmış durumda. Aslında bunların çoğu Türkiye’den alınabilecek cinsten şeyler. Hatta aldıklarının bir kısmı Türk malı damgasını taşıyor.

Bu alışkanlık hacılarımız açısından neredeyse bir adet halini almış. Bu sebebile herkes kendini bir şeyler almak mecburiyetinde hissediyor. Aşırı ticaret ve giderek artan yükün nasıl götürüleceği sıkıntısı hacı adaylarının maneviyatını dahi etkiliyor. DİB yetkilileri eşya alımı hususun da eskiye oranla ciddi azalma olduğunu belirtiyorlar.

Aslında bavul, çanta türü şeyler, hurma, zemzem, misvak ve kalitesi iyi tespit edilmek kaydıyla battaniyeler Türkiye’ye göre daha ucuz. İsrafın ve insanın kendisine eziyet etmesinin haram olduğu gerçeği hacı adaylarımıza iyice belletilmeli. Eline 45 kilo zemzem, 45 kilo hurma alan bir hacı adayının bu yükün uçağa yüklenmesinde yaşadığı eziyeti siz düşünün artık.

Fetva Ekibi İmdada Yetışıyor

Hacılarımızın ve rehberlerin çözüm bulamadıkları meselelerde Mekke’de bir fetva ekibi kurulmuş. Din İşleri Yüksek Kurulu Başkan Vekili Prof. İbrahim Çalışkan, masasındaki direkt telefonla anında sorulanlara cevap veriyor. Hacı adaylarının en çok ihram yasaklarını ihlal ettiğini belirten Çalışkan, “İhram yasağında en çok yapılan hata ise erken tıraş olmak. Hacı adayı Medine’den geliyor. Yoruldum uyuyacağım diyor. Arkadaşları Kâbe’ye gidip tavaf ve saylerini yapıp geliyor ve tıraş oluyorlar. Onların tıraş olduğunu gören hacı adayı da vazifesini yapmadığı halde tıraş oluyor. Tabii ki bu da cezaya giriyor”, diyor.

Her kafilede din görevlisi bulunduran DİB, görevlilerin cevap vermede zorlanması halinde hemen fetva ekibinin aranması direktifini vermiş. Dolayısıyla çözülemeyen hiçbir mesele olmadığı gibi, herkes bu hizmetten faydalanabiliyor.

Süleymaniye Kışlası / 27.3.98

Mekke’nin Süleymaniye adlı semtinde ihtişamlı ancak öksüz yapısıyla Osmanlı Kışlasına uğramadan geçemiyoruz.

Mekke’yi ve Mekkelileri korumak üzere binlerce kilometre katedilerek gelinen bir yer olmasına rağmen yıkılmaya terkedilmesi insanda garip duygular uyandırıyor. Hemen yanıbaşında bitiverilen dev binalarla kapatılmaya çalışılan kışla yetkililerin girişimini sabır ve hasretle bekliyor.

Cennet’ül Mualla

Mescidül–CİN

Hz. Peygamberimizin zevcesi Hz. Hatice Validemiz ve binlerce sahabenin yattığı bir kabristan Cennetü'l-Mualla. Düzeltilmiş, tarla evleklerine döndürülmüş mezarlıklarda isim cisim aramak beyhude. Sadece birkaç taş parçası düzensiz olarak serpiştirilmiş gibi. 1. Abdülhamid’in de medfun olduğu bu mezarlıkta, bizimkilerdeki havayı teneffüs etmek imkansız gibi.

Cin Mescidi, Efendimiz’in Cin kavmiyle görüşüp tebliğde bulunduğu ve namaz kıldığı mekan.

Şu anda kerpiç tuğlalardan örülmüş fazla büyükçe olmayan camide, Kuzeydeki 1. kapı kadınlara, öndeki 2. kapı erkeklere ayrılmış.

Namaz vaktinden çok önce özellikle Uzakdoğulu Müslümanlar tarafından doldurulan cami diğer zamanlarda kapalı tutuluyor. Kışlanın çaprazında bulunan Cennet–i Mualla’ya yakın bu belde görülmeye değer.

Büyükelçi’nin Ziyareti / 28.3.98

Belirtilen saatten çok sonra kaldığımız yere gelen Büyükelçi Türkekul Kurttekin, sıkıntılarının en büyüğünün umreci hacılar olduğunu belirtiyor.

Suudi hükümeti bazı ülkelere hacı kotası koyduğundan çoğu hacımız, hac’larını garantiye almak için, mevsiminden önce gelerek burada aylarca bekliyor. Aslında kaçak kalmalarına rağmen Hükümet çeşitli sebeplerden dolayı umrecilere göz yumuyor. Ciddi her hangi bir hazırlık yapmadan kalınan bu uzun sürede başta sağlık olmak üzere yüzlerce sıkıntı yaşamak zorunda kalıyor umrecilerimiz.

Basın mensuplarının en büyük sıkıntısı olan çekim meselesini çözemediğini söylediğimiz zaman yapacak bir şeylerinin olmadığını söylemekten çekinmeyen Kurttekin’in, sorduğumuz bütün sorulara yeterli cevap verememesi dış ilişkilerimizin manzarasını ortaya koyuyordu. Saat 2’de gelmesi gerekirken 4’te gelen Büyükelçiye Osmanlı eserlerinin mağduriyeti karşısında girişimi olup olmadığını soruyoruz. Ancak o ise Arapların anlayışsızlığını dile getirmekle yetiniyor.

Şu ana kadar başvuru ve gayretlerinin olduğunu ancak sonuç alınamadığını, bunu yetkililerin kesin ret etmeyip sürüncemeye bıraktıklarını söylemeden edemiyor.

Ancak gerçek o ki 20–30’a yakın medya mensubu Mekke’de iken ve hac mevsiminde bulunurken basın ataşesinin konuyla hiç ilgilenmemesi, bir büro kurarak bir tarafa telefon / faks imkanı bile sağlamaması hariciyemizi anlatmak için yeterli olur sanırım.

Cidde / 28.3.1998

Aslında Cidde’ye gidiş sebebimiz, her sene yüzlerce kalbin kırılmasına sebep olan Rü’yet–i Hilal meselesini yerinde anlamaktı. Çünkü burada hilal gözetlenmesi, âmâ olan Bin Baz’ın yönetimindeki bir Rü’yet–i Hilal komisyonu tarafından yapılıyor. Diyanet ise işi takvime bağlamış, ihtilaflar da hangisinin doğru olduğu konusunda çıkıyordu.

Arabistan’da Hilal’in en iyi görüldüğü yer Cidde. Dolayısıyla gidip yerinde müşahede edeceğiz. Ancak çıkan bir kum fırtınası hava şartlarını menfi yönde etkilediğinden bu amacımızı gerçekleştiremiyoruz.

Fakat sonuç olarak yine de Cidde’deyiz. Mekke’de olması gereken temizlik, trafikteki düzenlilik ve sakinlik burada. İnsanlar birbirine saygılı, esnaf insaflı, binalar ve yollar modern.

Cidde ile Mekke iki ayrı devlet gibi. Bunun sebebini sorduğumuzda Mekke’de esnafın bütün çalışmalarını 1–1.5 aya veya taş çatlasın 3 ay olan hac mevsimine bağlamış olduklarını belirttiyorlar.

Diğer bir husus ise istiabın çok üstünde insanın aylarca burada misafir edilmesi. Bütün her şeye rağmen hayat çok güzel, Mekke’de yaşamak çok güzel. Tabi ki bu daha güzeli yaşamaya yaşatmaya engel değil.

Kabe yıkanıyor / 29.3.98

Cidde’de gerekli yerleri dolaşıp caddede akşam namazını eda ediyor, deniz ürünleri lokantasında akşam yemeği yiyoruz. Döndüğümüzde saat 12’yi bulmuştu.

Yarın saat 7’de Kabe yıkanacak. Niyetimiz, arkadaşlarla yatsıyı Kabe’de kılıp sabahlamak. Allah’a şükür bunu gerçekleştiriyoruz.

Bir tavaf yaptıktan sonra 1. mahfile çıkıp Kabe’yi oradan seyrediyoruz. Aman Allah’ım ne müthiş ve cezbedici bir manzara. Sanki insanlar yıldız olmuş, galaksilerle beraber kainat durmak bilmezcesine dönüyor, dönüyor.

Kabe’ye duvarına dokunmak için çırpınan, Hacer–ül Esved’e ulaşmak onu öpmek için hayatını heba edercesine didinip çalışan ve diğer taraftan dönmeyi ihmal etmeyen hacılarımızın her dilde her türlü duayı yapmaları, Hacer–ül Esved’in hizasına geldikleri zaman ellerini Kara taşa doğru çevirerek selamlamada (istilamda) bulunmaları doyumsuz bir manzara arzediyordu.

Mahfilde bunları düşünürken yanında hanımıyla Umreye geldikten sonra dönmeyip üç aydır burada kalan Antepli Hacı Mehmet amca ile tanışıyoruz. Geldiği seyahat firmasından çok memnun. Sadece bu da değil. Sevecen ve içten bir yapısı olan Hacı amca herkesten ve herşeyden memnun. Fırsat buldukça her sene tekrar geleceğini söylüyor.

Bu arada saat 04’e doğru Teheccüd için ezanlar okunmaya başlıyor ve herkes teheccüde kalkıyor. Yaklaşık bir saat sonra ise sabah ezanı okunacak, hacılar bu arada kimi hafif kıvrılarak uzanmış kimi sırtüstü yatmış, kimisi de başını veya sırtını mahfilin korkuluklarına yaslamış bir şekilde dinlenmeye çalışıyor. Sabah ezanıyla beraber ihtizaza geliyor Müslümanlar. Bu arada ciyak ciyak bir ses yükseliyor arka saflardan. Derken kendisine katılanlar oluyor. Ne olduğuna baktığımızda kısa boylu iki Türk Hacısı birisi beyaz diğeri siyah sakallı iki vatandaşımız sinir küpüne dönmüş tirtir titreyerek kadınların arkaya geçmesini emrettiklerine şahit oluyoruz. Onlara Arap ve Endonezyalılardan da taraftar çıkıyor. Ve kadınlar adeta kollarından tutulup atılıyor. Kolundan tutulsa iyi, erkek hacılar seccadesini rastgele atıp namaza durunca zavallı kadınlar ezilmemek için kaçmaktan başka çare bulamıyor. Çoğu kadın ise kocasını kaybedeceği korkusuyla ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette ağlıyor. Saat 12’den 5’e kadar gelip yer tutmuş kadınların bu zorbavari kışkışlanmasına kalbim ve vicdanım elvermiyor. Kadınlara oturun dedikten sonra kalkıp ben de, “Ne hakla, saatlerce önce kocalarıyla veya hanım arkadaşlarıyla gelip yer tutan bu insanları, hangi sebeple böyle insanlık dışı bir muameleyle yerlerinden ediyorsunuz”, diye bağırıyorum. Bazılarından, “Ama namazımız olmuyor. Bunların mezhebi farklı, bari sen böyle söyleme”, diye karşılık görüyorum.

Ben ise daha hızlı bağırarak, “Namazınız fasit oluyorsa gidersiniz başka mahfilde kılar, burayı hanımlara terkedersiniz”, diyerek cevaplıyorum. Bu arada birkaç hacı da hanımlarından kopmanın üzüntü ve kızgınlığından bana katıldıkların belirtiyorlar.

Hem sabah namazı vaktinde hem de Beytullah’ta neredeyse büyük bir kavga çıkacaktı. Ancak, “Arkadaşlar haklısınız, ancak siz şu anda herhangi bir camide değil, Kabe’desiniz. Bunlar beraber Kabe’yi tavaf ettiğimiz bacılarımız. Kocalarından ayrı düşerlerse çoğu onu bir daha bulamayacak. Hem bu şekilde muamele doğru değil”, diyerek hacıları ikna etmeyi başarıyoruz. Sabah namazı eda edilmiş, ve herkes mahfillerde, tavafta dikkatler Beytullah’a mıhlanmış olarak, Kabe’nin nasıl yıkanacağını merak ediyordu.

Nefesler tutulmuş insanlar sıkışmadan dolayı adeta tek vücud olmuş ve kapının açılmasını, bir nebze de olsa Beytullahın içini görebilmek can atıyorlar.

Ve kapı açılıyor. Açılmayla birlikte canhıraş feryat ve figanlar, salavat ve selamlar, selamlamak için istisnasız bütün eller havada ve gözyaşı seli en doruk noktaya ulaşıyor. Yağmur yavaş yavaş hızlanıyor. Gözyaşıyla orantılı bir şekilde gözyaşı, ter, yağmur birbirine karışıyor. Ilıman, nemli bir havada hacılar iliklerine kadar ıslanıyor. Kabe’nin içine 50–60 kişi giriyor ve içerisi dışarıdan aydınlatılıyor.

Aydınlanma ile beraber, haykırışlar yakarışlar daha da artıyor. Görebilmek ümidiyle millet adeta birbirini basamak yapmaya çalışıyor.

Kabe’nin içi

Bundan sonrasını, Türk basınını temsilen içeriye alınan Anadolu Ajansı muhabiri Bilal’den dinleyelim: “Önce titremeye başladım. İçeriye girdik herkes bir tarafa dönerek iki rekat namaz kıldı. Kabe’nin içine girildiğinde, ilk olarak yapının içindeki ağaçtan inşa edilmiş üç sütun ile karşılaşılıyor. Birkaç adım ilerledikten, sonra Kabe’nin içi bütün sadeliğiyle gözler önüne seriliyor. Dışı taş, iç tarafı mermerden yapılı Kabe’nin iki iç duvarında 9 adet oyma, 1 adet de altın kabartma Ayet-i Kerime yer alıyor. Kapının önünde bulunan sütun ile orta sütun arasında işlemeli ve mavi renkli tahta sandık bulunuyor. Burada oymalı ve içinde tütsü yakılan tarihi bir ocak da yer alıyor. Tavandan başlayarak duvarların ortasına kadar mavi işlemeli kaplaması olan Kabe’nin içinde ayrıca, tarihi değere sahip metal zemzem testileri ile kandiller de var. Üç noktasında altın halkalar bulunan tahta sütunlar arasında gerilmiş metal ipe asılı bulunan testi ve kandillerin pek çoğunun Kabe’nin yapıldığı dönemie ait.”

İçerde bunlar yaşanırken, dışarıda biz ayrı bir boyutta yaşıyor gibiydik. Daha sonra dışarıdakilerin bakışları altında asker kordonuyla ayrılmış kısımda Kabe’ye girenler, bu sefer etrafta rahatça tavaflarını yapıp her şavtta Hacer–ül Esved’i öpme şansını yakalıyorlar.

Biz ise yıkama öncesi yaklaşık 1.5 saatte ancak tavafı tamamlayabilmiştik. İnsanlar o kutlu taşı öpmek, elini sürmek için adeta birbirini ezmişti. Doğrusu hangisinin daha sevaplı bir iş olduğunu ancak Mevlam bilir.

Diğer Sayfalar -->   | 1 |  2 |  3 |  4 |  5 |

Copyright© 1995-2000 Feza Gazetecilik A.Ş. / Çobançeşme Mh. Kalender Sk. No: 21 34530 Yenibosna / İstanbul
Tel:
+90 (212) 639 34 50 (pbx)  Fax: +90 (212) 652 24 23  e-posta: zaman@zaman.com.tr
Bu site Zaman Gazetesi Internet Servisi tarafından hazırlanmaktadır.