Piyesler

İBRAHİM ETHEM - 4      Necip Fazıl KISAKÜREK


*************************** 

DÖRDÜNCÜ PERDE


(Yelkenli bir geminin küpeştesi... Siyah fon üze-
rinde boylu boyunca küpeşte kenarı... Üzerinde ıskar-
mozlar ve yelken direğinin ip merdiveni...)

(İbrahim Ethem, arkasını denize ve küpeşte
kenarına vermiş, seyircilere doğru, geminin içinde
olanlara bakıyor. Gemide bir curcunadır gitmek-
te... Nâralar, def ve zurna sesleri, kahkahalar...
Sürekli curcuna... Sesler kesilir.)

MASKARANIN SESİ - Yolcular! Fırtına ke-
sildi. Tehlike geçti. Artık keyfimize bakabiliriz.
İnce göbek havası!..

(Zurna çığlıkları, def şıngırtıları ve davul tem-
poları ile gayet kıvrak ve hareketli bir oyun hava-
sı... Yolcuların el şaklatarak tempo tutuşu... İb-
rahim Ethem, acıklı gözle manzaraya bakıyor. Ya-
rım dakika çünbüş... )

MASKARANIN SESİ - Tamam!
(Çünbüş durur.)

MASKARANIN SESİ - Evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde, uçsuz bucaksız denizde yol
alan bir gemi... Bir fırtınadır kopmuş... Yelkenler
parçalanmış, dümeni zincirleri kopmuş... Nerdeyse
gemi batacak... Ağlayan ağlayana, çığlık basan ba-
sana... Bir köşede de bir derviş... Aman, demişler;
derviş baba, dua et de kurtulalım! Ne cevap verse
iyi, derviş, demiş ki: Korkmayın; sizin derya dedi-
ğiniz benim koynumda!.. Seslenirim ona, yatışır!
Keramet taslamış bizim derviş!..

(Kahkahalar... Def şıngırtıları...)

MASKARANIN SESİ - Derviş denize seslen-
miş. Yatış, yoksa seni koynuma almam! Bakmış-
lar ki, deniz yatışmıyor, bari sen al onu koynuna,
demişler; Dervişi suya atmışlar...

BİR SES - Eee???

MASKARANIN SESİ - fırtına da durmuş, su-
lar da yatışmış...

(Müthiş bir kahkaha tufanı... deflerin zil şın-
gırtıları...)

MASKARANIN SESİ - Biz de az buz fırtına
atlatmadık! Bir daha kopacak olursa fırtına, şura-
daki dervişi suya atarız, olur, biter!

(Zil seslerine karışık alkış furyası...)

MASKARANIN SESİ - Hey, derviş.

İBRAHİM ETHEM - (Cepheye doğru) Efendim?

MASKARANIN SESİ - Sen derviş misin?

İBRAHİM ETHEM - Hayır efendim!

MASKARANIN SESİ - Öyleyse niçin efendim dedin?

İBRAHİM ETHEM - Beni gösterdiniz de onun için...

MASKARANIN SESİ - Hâlin tıpkı dervişe
benziyor da ondan...

İBRAHİM ETHEM - Dervişlik nerede, ben
nerdeyim efendim!..

MASKARANIN SESİ - Denize atarız diye
korktun da ondan mı böyle söylüyorsun?

İBRAHİM ETHEM - Hayır efendim!

MASKARANIN SESİ - Nesin sen öyleyse?..

İBRAHİM ETHEM - Sizin gibi bir adam...

MASKARANIN SESİ - Ayol, senin neren adam?..

İBRAHİM ETHEM - Doğru; benim nerem adam?..

MASKARANIN SESİ - Yolcular!.. Bakın, ha-
tırıma ne geldi! Sultanı, vezirine demiş ki «Bıktım
etrafımdaki basma kalıp dalkavuklardan!.. Bana
dünyanan en büyük, en keskin dalkavuğunu bul
getir!.. Vezir gitmiş, dünyanın; en büyük, en kes-
kin dalkavuğunu bulmuş, getirmiş... Tıpkı bu der-
viş gibi çökük, ezik, kırık, çelimsiz, alımsız, çekim-
siz bir adam...

(Kahkahalar... Zil sesleri...)

MASKARANIN SESİ - Sultan demiş ki ona!
«Senin neren dalkavuk?.. Sen dalkavuk değilsin„
olamazsın!»... "Evet, demiş dalkavuk; ben dalka-
vuk değilim, olamam!"...

(Kahkahalar... Curcuna...)

MASKARANIN SESİ - Durun. durun! Sonu var.
(Sesler kesilir.)

MASKARANIN SESİ - SuItan, vezirini çağır-
tıp çıkışmış: "Adama sen dalkavuk değilsin, ola-
mazsın dedim, "değilim, olamam" diye cevap ver-
di. "Bu nasıl dalkavuk?"... Vezir gülümsemiş: «Sul-
tanım, öylesine dalkavuk ki. O, emriniz, hatırınız
için mesleğini sanatına bile inkâr ediyor!»...
(Taşkın alkış... Kahkahalar... Zurnada kah-
kaha sesi...)

MASKARANIN SESİ - İşte şu gördüğünüz
dervişin de hali, bu!.. Durun şuna bir el atayım da
seyredin!

(Alkış... Cünbüş... Sağdan koşar adıma yakın
hızla Maskara gelir. Tepesinde mukavvadan huni
şeklinde renk renk bir külâh, elinde def... İbrahim
Ethem'in yanına gider, defi uzatır.

MASKARA - Siftah senden ey derviş!.. Şu
defe kızıl bir altun at bakalım!

İBRAHİM ETHEM - Bende kızıl bir altun de-
ğil, silik bir bakır bile yok!

MASKARA - Ne o?.. İşler kesada mı gitti?
parsa toplayamadın mı?.. Yoksa bu gemi ile cö-
mert memleketlere mi gidiyorsun?.

İBRAHİM ETHEM - Cömert memleket varsa
yerini haber ver de gideyim.

MASKARA - Uzun etme, omuzdaş, ikimiz de
ayni sanatdanız! Ben maskaralık edip parsa top-
luyorum! Sen de goygoyculuk edip sadaka devşiri-
yorsun!

İBRAHİM ETHEM - Hakkın var! İkimiz da
aynı sanatdanız! Şu farkla ki, senin apaçık maska-
ralığın, benim nefsimin sinsi-pisliğinden çok daha
temiz!..

MASKARA - (Cepheye döner) Bakın, bakın!
-Ne hikmetler savuruyor! (Durak, dikkat) Ne o, ne
o?.. Niçin somurtuyorsunuz? Niye astınız, suratla-
rınızı?.. Acıdınız mı yoksa şu anaskaraya?.. Durun,
onun ne mal olduğunu göstereyim de kopuverin
kahkahaları!..

(Maskara hızla döner. Bir vüruşta İbrahim Et-
hem'in külâhını düşürür, saçlarından kavrar.)

MASKARA - Gül bakayım!
(İbrahim Ethem gülümser.:.)

MASKARA - Gülümsemek yetmez! Kahkahayla gül!

İBRAHİM ETHEM - (Saçları Maskaranın e-
linde, başı kalkık) Elimden geldiği kadar gülüyo-
rum! Sen onu kahkaha say.

MASKARA - Havla öyleyse köpekler gibi!..

İBRAHİM ETHEM - (Hep o vaziyette) Zaten
havlıyorum ya; her lâfım bir havlama... Daha ne
istiyorsun?..

YOLCULARDAN SESLER - Yuuu! Yuhaaa!..

MASKARA - (Elini İbrahim Ethem'in saçla-
rından çekmiş) Yere yat, dört ayak üzerine yürü!..

İBRAHİM ETHEM - Mecalim olsaydı yere de
yatar, dört ayak üstünde de yürürdüm. Ama affet:
Nerde bende o kuvvet?..

MASKARA - (Elindeki defi İbrahim Ethem-
in karnına çarpar) Göbek at öyleyse!

İBRAHİM ETHEM - (Ağlamaklı) Bilmiyorum-
ki Göbek nasıl atılır, bilmiyorum ki...

MASKARA - Ben sana şimdi hepsini öğretirim!

(Maskara yeni bir davranış hareketi gösterir.)

İBRAHİM ETHEM - Sana bir şey sormak istiyorum!

MASKARA - Sor!

İBRAHİM ETHEM - Gemideki bunca insan
içinde, bunca hor görülmeye, bunca küçük düşü-
rülmeye lâyık bir beni mi buldun?..

MASKARA - Bir seni buldum!

İBRAHİM ETHEM - (Başı yükseklerde) Ya
Rabbî, sana şükrederim! (Maskaraya) Sana da te-
şekkür ederim! Allah, bu cihanda insanları güldür-
düğün gibi, öbür cihanda da seni güldürsün! Gön-
lümü hoş ettin!

(Maskara donup kalır. Çıt yok... Uzun du-
rak...)

MASKARA - Ne garip adam bu!.. Vurdukça
vurduruyor, ezdikçe ezdiriyor!

(Maskara İbrahim Ethem'e doğru bir adım
atar. )

YOLCULAR TARAFINDAN TOK BİR SES -
Maskara, dur, kıpırdama! Kimse de kıpırdamasın
yerinden!..

(İbrahim Ethem ve Maskara, çarpılmış gibi...
Uzun durak... Sağdan, gümüş astırağan kalpaklı,
ince deri çizmeli, eli kamçılı meçhul şahıs gelir.
Yürür, maskaranın karşısında durur.)

MEÇHUL ŞAHIS - (Maskaraya) Cehennem
odunu!.. Sen böyle bir insana nasıl oluyor da bu
kepazelikleri yapabiliyorsun?..

(Meçhul şahıs kamçısını kaldırır. Maskaranın
kafasına indirmek üzere...)

İBRAHİM ETHEM - (Atılarak) İndir kamçını!..

(Meçhul şahıs donar. Kamçısını indirir. Mas-
kara hareketsiz... )

İBRAHİM ETHEM - Kusuruna bakma! .. Kas-
di kötü olabilir. Neticeye bak sen! Bana ders verdi.
Allah affetsin onu!.. İzin verillrse şefaatçısı, benim!

(Meçhul şahıs, kamçısının ucuyla Maskaraya
sağ tarafı gösterir. Maskara geri geri yürüyerek sü-
zülür, kaçar.)
(Uzun durak... Meçhul şahıs, cebinden yüklü
bir torba çıkarır, İbrahim Ethem'e uzatır.)

MEÇHUL ŞAHIS - Şu bin dinarı kabul et!
Belki bir işine yarar.

İBRAHİM ETHEM - Senin de kasdın güzel...
Ama neticesi kötü... Bunca çilemi birkaç pula yele
verdirmek mi istiyorsun?.. Koy cebine keseni! Muh-
taçlara dağıt sevap kazan!

MEÇHUL ŞAHIS - Sen muhtaç değil misin?..

İBRAHİM ETHEM - Hem de ne muhtaç, ne
muhtaç!.. O kadar muhtaç ki, bende ihtiyaç diye
bir şey bırakmıyor! Ben Allah'a muhtacım!

MEÇHUL ŞAHIS - (Keseyi uzatarak) Al da
küçük ihtiyaçlarından kurtul! Büyük ihtiyacına
bak..

İBRAHİM ETHEM - Alırsam istediğim gibi
harcamaya izin verecek misin?..

MEÇHUL ŞAHIS - Mal senin!..

İBRAHİM ETHEM - (Elini uzatır) Ver öyleyse!..

(Meçhul şahıs keseyi verir, İbrahim Ethem ka-
pıp alır, cepheye döner.)

İBRAHİM ETHEM - Yolcular!.. Nasıl içiniz-
de hor görülmeğe, küçük düşürülmeğe en lâyık ben-
sem, şu bin dinarı almaya en müstehak biri de ol-
mak lâzım aranızda...

(Telâşlı mırıltılar, uğultular... Uzun durak...)

İBRAHİM ETHEM - Kim nefsini en müste-
hak görüyorsa elirini kaldırsın!
(Sükût... Uzun durak...)

İBRAHİM ETHEM - Ne o?.. Hepiniz birden mi
el kaldırıyorsunuz?.. Aranızda yalnız maskara mı
el kaldırmayan?..

(Sükût... Çok uzun durak...)

İBRAHİM ETHEM - (Cepheye doğru, ayni
eda) Maskara!.. Gizleme yüzünü definle!.. Bu ge-
mide riyakârlıktan uzak bir sen varsın!.. Gel yanı-
ma!..

(İbrahim Ethem, keseyi havaya kaldırdığı sağ
elini indirir. Sağa döner. Uzun durak... Sağdan
Maskara gelir. Baş açık, adımları tutuk, hali mah-
çûp... )

İBRAHİM ETHEM - Yürü, Maskara! Gel! Me-
rak etme gel! Bu dünyada senden daha az maskara
olanını bulamazsın! (Yerinde mıhlanıp kalan Mas-
karayı süzerek)Yürü diyorum sana! (Maskara yü-
rür. İbrahim Ethem'in karşısında durur.)

İBRAHİM ETHEM - (Keseyi uzatarak) Al!..
Belki tevbene vesile olur.

(Maskara bir atılışta yere çöker, İbrahim Et-
hem'in dizlerine sarılır.)

MASKARA - Bana tevbeyi öğret!

İBRAHİM ETHEM - Kolay mı onu öğret-
mek?.. Evvelâ kötüden tevbe, sonra iyiden, iyi san-
dığın şeylerden tevbe, her şeyden tevbe!..
(Durak... )

MASKARA - Söyle, söyle!..

İBRAHİM ETHEM - Takat getiremezsin ki...

MASKARA - Getiririm, söyle!

İBRAHİM ETHEM - Renk diye baktığın renk-
ten bile tevbe!.. Aldığan her nefesten tevbe, daldı-
ğın her saniyeden tevbe!..
(Uzun durak... Meçhul adam eliyle göz yaşla-
rını siliyor.)

MASKARA - (Ağlayarak) Sonra, sonra?..

İBRAHİM ETHEM - Nihayet tevbeden de tev-
be... Nefsin saklanbaç oyunu, samimiyetsiz tevbe-
den de tevbe!..

MASKARA - (Yerdeki vaziyetini bozmadan
başını doğrultur) Sen büyük bir velîsin!..

İBRAHİM ETHEM - (Başı yükseklerde) Veli
mi dedin; ben bir denîyim... Denî (Alçak) ... Biraz önce ha-
lini gösterdiğin çehresiz ve hayasız denî...

(Maskara başını eğer, tekrar İbrahim Ethem'
in dizlerine sarılır. Meçhul şahsın eli gözlerinde...
İbrahim Ethem, gaiplerde bir noktaya dalmış, ulvî
bir heykel...).


*************************** 
BÜYÜKDOĞU YAYINLARI

mico_tasarım