Piyesler

İBRAHİM ETHEM - 5      Necip Fazıl KISAKÜREK


*************************** 

BEŞİNCİ PERDE


(Deniz kenarı... Siyah ve meçhul fon önünde, sağ-
lı sollu kayalar... Şırıltılı sular...)

(İbrahim Ethem sulara karşı yan oturmuş,
gömleğinin söküklerini dikiyor. Hafif su sesleri...
Deniz kuşlarının sesi... Biraz ilerisinde, ayakta,
balıkçı... )

İBRAHİM ETHEM - (Balıkçıya) Ayakta durma! Otur!

BALIKÇI - Ver de söküklerini ben dikeyim...
Dakikalardır uğraşıyor, bitiremiyorsun!

İBRAHİM ETHEM - Nefsimi meşgul etmeğe
bakıyorum. O beni meşgul edeceğine ben onu meş-
gul edeyim... Mümkün olsa da bir yandan söksem,
bir yandan diksem...

(Balıkçı merakla İbrahim Ethem'e sokulup
kumluğa oturur).

BALIKÇI - Kuzum, nedir senin şu nefs dedi-
ğin?.. Senden başka bir şey mi?..

İBRAHİM ETHEM - (Hep dikişle meşgul) O,
hem ben, hem benden başka bir şey...

BALIKÇI - Nasıl olur?

İBRAHİM ETHEM - Basbayağı olur!

BALIKÇI - Ben balakçıyım, Benim kayığım
dediğim zaman, kayık ayrı ben ayrı değil miyim?..

İBRAHİM ETHEM - Nefse gelince iş değişi-
yor. O, hem sen' oluyor, hem de senin dışında bir
şey... Sende ne varsa onlara benim şuyum, benim
buyum demiyor musun?.. Benim elim; benim aya-
ğım, benim başım... (Coşar) Ya sen nerdesin? Sen-
deki her şey ayrı ayrı senin olunca sen neredesin?..
Bendeki her şey, benim, benim diye sayıp tükettik-
ten sonra ben neredeyim?..

BALIKÇI - Aklımı oynatma benim!..

İBRAHİM ETHEM - Aklın oynasın da altın-
dan çıkanı gör!

BALIKÇI - O zaman nefs mi çıkar meydana?..

İBRAHİM ETHEM - Nefs çıkar! Senden ko-
par, Olancâ marifetiyle karşına dikilir. Köpeğe
benzer, akrebe benzer, yılana benzer.

BALIKÇI - Nefs ruh mu yoksa?

İBRAHİM ETHEM - Ne gezer!.. Ruhun kar-
şılığı, ters tarafı... Allah, gecenin karşısına gündü-
zü diktiği gibi, kalbimize nefs ile ruhu işlemiş...
Kalb'ın toplayıcı hakikatı doğmuş... O da, ben
dediğin şeye ayna olmuş...

BALIKÇI - Ne derin sır!..

İBRAHİM ETHEM - (Dikişini dizlerine bıra-
kıp balıkçıya döner) Asıl sır, onun altında... Ben
sana kabaca nefsi bildirdim; derinlere girmedim ki...

BALIKÇI - Gir!

İBRAHİM ETHEM - Giremem! Sen bir balık-
çısın ama, beyni kaynayanlardansın!.. Onun için
sevdim seni!.. Vaz geç hecelerden, harflerden, keli-
melerden... Nefsin işini bil, yeter!..

BALIKÇI - Neymiş nefsin işi?..

İBRAHİM ETHEM.- Allaha perde olmak...
Yapış o perdeye tırnaklarınla, yırt o perdeyi huzu-
ra çık!

BALIKÇI - Nasıl yırtılır o?.. Balık ağı değil
ki, geçireyim parmaklarımı da parçalayayım!..

İBRAHİM ETHEM - Onu bir balık ağı gibi
parçalamanın usulü, heveslerinden vaz geçmek...
Tacını, tahtını yıkmak, yele vermek...

BALIKÇI - Benim ne tacım var, ne tahtım!..
Belh SuItanı İbrahim Ethem değilim ki ben, tacı-
ma, tahtıma bir tekme indirip dağlara, kırlara çe-
kileyim...

İBRAHİM ETHEM - (İrkilir) İbrahim Ethem, haaaa?..

BALIKÇI - Evet. İbrahim Ethem!..

İBRAHİM ETHEM - Kim anlattı sana onun hikâyesini?

BALIKÇI - Herkes... Herkesin dilinde o... Niçin?..

İBRAHİM ETHEM - Boşuna bırakmış tacını,
tahtını!. Meğer muradı dillere destan olmakmış.
Gayesi şöhretmiş!.. Sahtekâr İbrahim Ethem!.. Mü-
râi (Gösterişçi) İbrahim Ethem!..

BALIKÇI - Ne yapabilirdi zavallı?..

İBRAHİM ETHEM - Namsız, nişansız kalma-
nın, silinip gitmenin çaresine bakabilirdi.

BALIKÇI - Allah onu Sultan yaratmış... E-
linden ne gelebilirdi ki?..

İBRAHİM ETHEM - Gizlenmek... İsterse sul-
tan kürkünün içine gizlensin... Eksik adammış İb-
rahim Ethem!..

(İbrahim Ethem, kucağındaki gömleği alıp
tekrar dikmeye başlar, uzun durak... Su ve kuş
sesleri... )

BALIKÇI - Derviş Baba!

İBRAHİM ETHEM - (Gözleri dikişinde) Söyle evlâdım!

BALIKÇI - Öleceğiz, değil mi?

İBRAHİM ETHEM - Evet evlâdım!

BALIKÇI - Ama kimse inanmıyor buna..

İBRAHİM ETHEM - Nefs, ölüme başkaların-
da inanıyor, kendinde inanmıyor istediğin kadar
mezarlık kapılarına yaz: «Bütün nefsler ölümü ta-
dacaktır!»... Yine inanmaz. İnansa tek adım ata-
maz.

BALIKÇI - Nasıl olmalı bir mü'minin hâli?..

İBRAHİM ETHEM - (Bir an durur, dikişini
indirir, balıkçıya dikkatle bakar) Son nefesinde na-
sıl olacaksa hep öyle, her an öyle...
(İbrahim Ethem tekrar dikmeğe başlar. Uzun
durak... )

BALIKÇI - Derviş baba!..

İBRAHİM ETHEM - Efendim?..

BALIKÇI - Bana, beyni kaynayanlardansın,
dedin! Bu hal çok yeni bende...
(İbrahim Ethem bakar, cevap vermez. Durak... )

BALIKÇI - Benim beş yaşında nur topu gibi
bir oğlum vardı. (Denizi gösterir) Şuracıkta oynar-
ken sular onu alıp götürdü. Günlerce aradık, tara-
dık, izini bulamadık. Bir gün ağımın içinde bulma-
yayım mı onu?.. Annesi de çıldırdı. (Durak, perişan
eda ve yüksek ton) Bu ne hikmettir, Derviş baba?..
(Denize doğru) Şu denizi yumruklayayım, Allah'a
(Rabbim, bu işi niçin yaptın?» diye...

İBRAHİM ETHEM - (Keser) Sus!..
(Balıkçı kalakalır. İbrahim Ethem dikişini diz-
lerine bırakır. Karşılıklı bakışma...)

İBRAHİM ETHEM - Mal sahibi sen misin?
(Sükût... Uzun durak...)

İBRAHİM ETHEM - (Elini balıkçının suratı-
na uzatır) Şu suratını, dünyaya gelmeden kendin
mi ısmarladın?..
(Sükût... Uzun durak...)

İBRAHİM ETHEM - Bedavadan konduklarını
elinden aldıkları zaman niçin kendini kayıpta
görüyorsun?.. Sermâyen mi vardı ki, elinden gitti
diye tepiniyorsun?.. Nasıl oluyor da Allah'a hesap
sormaya dilin varıyor? (Durak, tonu değişik) . Ve-
ren o, alan o, güldüren o, ağlatan o, burada her
verdiğini orada saklayan o; daha ne istiyorsun?..
(Balıkçı hıçkırarak İbrahim Ethem'in kucağına
atılır. Başını göğsüne dayar. İbrahim Ethem, göz-
leri mâverâda, tatlı tatlı, balıkçının saçlarını ok-
şar.)

İBRAHİM ETHEM - Çıldıran anne bilse ki,
ondaki merhametin sahibi kendisi de değil, Allah;
hemen tesellisini, şevkini bulmaz mı?.. Yavrusunu
ensesinden kavrayıp kaçıran kedi, civcivini yem
yemeye çağıran tavuk, şu, bu, o, rahmet duygusu-
nu kimden aldı? Bu rahmet ortadayken hangi kay-
ba üzülebilir bir insan?.. (Durak... Eli, sarsılarak ağla-
yan balıkçının saçlarında) Herşey O'nun, herşey
O'nda... Batan ufukların dilsiz daveti... Solan renk-
lerin baygın rüyası... (Durak) Ağlayan öksüzün
gizli isteği... Çırpınan âşığın kavurucu humması...
Kayan gözlerin sessiz imdat çığlığı... Her şey O'nun,
her şey O'nda... (Durak, değişik ton, tane tane) O
ki, Allah'a maliktir, neden yoksundur; o ki Allah'
dan yoksundur, neye maliktir? (Durak, balıkçının
hıçkırık sesleri) Ağla, evlâdım; ağla! O da Allah'ın
sana rahmeti...

BALIKÇI - (İbrahim Ethem'in kucağından
doğrulur) Ben Allah'tan korkmak istemiyorum, O'
nu sevmek istiyorum!

İBRAHİM ETHEM - Hem sev, hem kork! Sev-
diğin kadar kork, korktuğun kadar sev! Âlemde
sevgiden büyük korku mu olur?.. Asıl sevilenden
korkulur!

BALIKÇI - Ne yapsam da kendimi kaptırsam
O'na!

İBRAHİM ETHEM - Sen mi kaptırırsın, O
mu kapar, belli olmaz! Belki de seni kapmak için
başına sardı bu felâketi!.. Ateşten ok yüreğine ya-
pışınca anlarsın!

BALIKÇI - Yüreğimi açtım. Bekliyorum.

İBRAHİM ETHEM - Bekle!
(Uzun durak... Birden sağ tarafta bir at kiş-
nemesi, Balıkçı ayağa fırlar. Gözü sağ tarafta...)

BALIKÇI - Atlılar durdu. Vali ve adamları..
Vali atından indi. Bize doğru geliyor.

İBRAHİM ETHEM - Gelsin varsın?..

BALIKÇI -. (Gözleri hep sağ tarafta) Bana
işaret!.. Şimdi gelirim. (Balıkçı hızla sağdan çıkar.
İbrahim Ethem, hafifçe sağına döner. Cephesiyle
denize, sırtıyle sahnenin sağ tarafına yan vermiş
dikişini dikmeğe koyulur.)
(Uzun durak... Su ve kuş sesleri...)
(Sağdan Vali gelir. Arkasında balıkçı... İbra-
him Ethem gelenleri görmez. Vali birkaç adım atıp
durur.)

VALİ - Selâmün aleyküm ey yüce velî..

İBRAHİM ETHEM - (Soluna dönerek) Aley--
kümüsselâm.. Ey koca Vali!..

VALİ - Belh'den bir nâme aldım. Belh Sul-
tanı, seni, rahat bir araba içinde oraya gönderme-
mi istiyor.

İBRAHİM ETHEM - Boşuna zahmet?.. Ben
burada, yumuşak kumların şiltesi üzerinde çok ra-
hatım...

VALİ - Olmaz! Göndermeğe mecburum!

İBRAHİM ETHEM - Zorla mı?..

VALİ - Gerekirse zorla... Belh'e dönmelisiniz..
İlle dervişlikse muradın, orada sürdürmelisin der-
vişliğini!..

İBRAHİM ETHEM - Sarayda mı?..

VALİ - Senin gibi bir Sultan oğIu, Sultan oğ-
lu bir Sultan, lâyık mı ki, böyle dağlarda, kırlarda,
deniz kenarlarında, kayalıklarda sefil sefil dolaşsın?..

(Balıkçı hayretten elleriyle başını kavrar.)

VALİ - Eski Belh Sultanı İbrahim Ethem,
şimdi kumluklarda söküklerini dikiyor. Görülmüş,
duyulmuş iş mi bu?..

İBRAHİM ETHEM - (Başparmağı ile şehadet
parmağı arasında iğnesi görünen sağ elini valiye
uzatarak) Daha neler var bu dünyada, görülecek
duyulacak!..

VALİ - Nedir o elindeki?..

İBRAHİM ETHEM - Dikiş iğnesi...

VALİ - Bir zamanlar kılıcınla dağları böler-
ken şimdi bir iğneye mi kaldı işin?..

(İbrahim Ethem ayağa kalkar. Gömleğini ye-
re barakır. İğnesi daima parmaklarında...)

İBRAHİM ETHEM - (İğneyi valiye uzatarak)
Bu iğne o kılıçtan daha kuvvetlidir.

VALİ - (İğneyi İbrahim Ethem'in parmakla-
rından kopararak) Aklını da bozmuşsun sen!.. Za-
ten insan, aklını bozmadan senin yaptıklarını ya-
par mı?..

İBRAHIM ETHEM - İyi bildin! Aklımı boz-
dum. (Elini gırtlağına götürür) Boynumu bura-
dan kesip başımı çöplüğe attım. Şimdi beni çöplük
çöplük dolaştırıp başımı mı aratacaksınız? İstemi-
yorum! Sizin olsun!

VALİ - Gelmezsen seni askerlere tutturaca-
ğım! Elini, kolunu bağlatacağım! Yemeğini bile
ağzına kaşıkla verecekler... Belh'e gideceksin! E-
ğer keramet sahibi isen zincirlerini kırar, havada
uçar, kaçarsın! Razı mısın?

İBRAHİM ETHEM - Razı değilim!

VALİ - Keramete güvenmiyor musun yoksa?

İBRAHiM ETHEM - «Yok»a güvenilir mi?
Ben «var da yok olmaya bakıyorum. Hiç «yok»da
var olmayı düşünebilir miyim?

VALİ - Ya senin için havada uçuyor, suda yü-
rüyor diyenlere ne buyurulur?.. Bunlar keramet de-
ğil mi?..

İBRAHİM ETHEM - Bunlar oyuncak!.. Ha-
vada sinek de uçuyor, suda kurbağa da zıplıyor. Ke-
ramet bunlarda değil, âcizlikte... Toprak üstünde
sürünemiyecek kadar âcizlikte... (Elini uzatır) Ver
bana iğnemi!

VALİ - Vermiyeceğim! Yoksa keramet iğnede mi?

İBRAHİM ETHEM - Olabilir! Allah isterse o
iğnenin ucuyla bana üzüm taneleri gibi yıldızları
taplatır.

VALİ - Yaaaa?.. Demek keramet bu iğnede...
(Vali hızla yürüyüp siyah fonun önüne gelir.
İğneyi denize fırlatır. Su sesleri...)

(Balıkçı dehşetle atılıp İbrahim Ethem'in o-
muz başına geçer. İbrahim Ethem, sol yanını deni-
ze vermiş, dimdik bir kaya...)

İBRAHİM ETHEM - (Sağ elini denize uzat-
mış, en yüksek sesiyle) Balıklar!.. Getirin iğnemi
bana!..

(Uzun durak... Vali, kaşları çatık, dehşetler
içinde denize bakıyor. Balıkçı bir atılışta İbrahim
Ethem'in önüne geçer, iki büklüm, gözlerini sulara
saplar. İbrahim Ethem, nereye baktığı belirsiz,
kaskatı... )

BALIKÇI - (Aynı iki büklüm vaziyette, elini
uzatmış, var kuvvetiyle) Bakın, bakın! Bir balık,
kafası su yüzünde, ağzında iğne, bize doğru geli-
yor!..

(Balıkçı koşar, siyah fonun önünde diz çöker,
elini uzatarak iğneyi alır, kalkar döner, delilikten
aşırı bir hayret tavriyle iğneyi İbrahim Ethem'e
uzatır. İbrahim Ethem son derece sakin, vekarlı...)

İBRAHİM ETHEM - (İğneyi alırken) Ema-
nete kıydım. Sırrı açığa vurdum. Demek bu dünya-
da nöbetim sona erdi artık...
(Uzun durak... Balıkçı daima şaşkın ve büyü-
lenmiş, vali kaskatı, somurtmakta... İbrahim Et-
hem ayni vekar içinde...)

İBRAHİM ETHEM - (Balıkçı ve Valiye) Hoş-
ça kalın dostlarım!.. Sen koca Vali; Belh'e selâm
gönder, şen olsunlar!.. Sen! de dertli balıkçı, bana
iğnemi getiren balığı ağına düşürmekten sakın!..
Ağ atmayı bırak, Allah'ın ağına düş!..

(Çıt yok... Donmuşlar... İbrahim Ethem yü-
rür, yerden gömleğini alır: İğneyi üzerine geçirir
sol kolu üzerine atar, sağa doğru ilerler.)

BALIKÇI - Nereye gidiyorsun, Ya İbrahim Ethem?..

İBRAHİM ETHEM - (Durur, başını çevirir)

Meğer farkında olmadan kefenimi dikmeğe başla-
mışım... Onu tamamlamaya gidiyorum!

BALIKÇI - (Yalvaran ton) Gel, bizim kulü-
beye gidelim!

İBRAHİM ETHEM - Ben dünya kulübesine
sığamadım; senin kulübene nasıl sığabilirim? En
doğrusu, büyük gelir bana senin kulüben...

BALIKÇI - Lütfen!

İBRAHİM ETHEM - Ben sultan doğdum, Ba-
na saray gerek... Öyle bir saray ki, genişlikte en
geniş de, darlıkta en dar...

BALIKÇI - Saraya mı, saraya mı gidiyorsun..

İBRAHİM ETHEM - Saraya!.. (Gömleğini
uzatır) içine yalnız beyaz gömleklilerin alındığı...
Kuma uzatılıp kalıbının çıkarıldığı... Boyuna göre
yer verildiği... Saray!.. İçinde kılıçlı böceklerin nö-
bet tuttuğu... Havaya, ışığa bile yasak denildiği...
Darlağın genişliğe çevrildiği... Saray! (Gömleğini
indirir, azametli tavır) Ben, Belh Sultanı İbrahim
Ethem, sarayıma gidiyorum!

BALIKÇI - (Çığlık çığlık) Ayrılma,kal!

İBRAHİM ETHEM - Hiç ayrılmamaya, büs-
bütün kalmaya gidiyorum! (Hepsi birden aynı va-
ziyette heykelleşmiş...)

(Uzun durak... Derinlerden, müziksiz koro hâ-
linde bir ilâhî... )

Toprakta kimler yatar?
İğnesin suya atan,
Balıklara getirten,
İbrahim Ethem yatar!

-SON-


*************************** 
BÜYÜKDOĞU YAYINLARI

mico_tasarım