Piyesler

İBRAHİM ETHEM - 3      Necip Fazıl KISAKÜREK


*************************** 

ÜÇÜNCÜ PERDE

(Dağ başı... çalı çırpı... bir kaç bodur ağaç... Orta
yerde büyük bir taş...>
(Yalçın manzaranın derinliklerinden çıngırak
sesleri... İlerilerde bir koyun sürüsünün otladığı
belli...
Uzun durak... Sol taraftan, sırtında bir kucak
çalı çırpı, İbrahim Ethem... Derviş kılığında... Ya-
vaş yavaş yürür, orta yere varır, yükünü yere bı-
rakır ve taşın üzerine oturur. Düşünceli... Yine
uzaklarda, derinliklerinde hafif bir kaval sesi...
Uzun durak... İbrahim Ethem, gözleri yerde
öylece kalır. Kaval sesi gittikçe kısılıyor. İbrahim
Ethem, bir ses duymuş gibi; birden bire sola döner,
başını yukarıya kaldırır.)

İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - (Soldan) Şüphe!..
(İbrahim Ethem hayretle geriler. Cevap vermez.)
iBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Şüphe!..
İBRAHİM ETHEM - Yine mi, yine mi sen!..
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Şüphe!..
İBRAHİM ETHEM - (Aynı vaziyette) Ben
şüpheyi yendim! Bende şüphe diye bir şey kalmadı.
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Sen şüpheyi
yenmedin, Kafese soktun: Gölge kaffeste hapsedi-
lir mi?
İBRAHİM ETHEM - (Dişlerini gıcırdatarak
bağırır) Alçak!..
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Artık kim al-
çak, kim yüksek?.. Git ermişlik taslayanlara sor!
İBRAHİM ETHEM - Sormam! bilirim!
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Süphe etmeyen
bilmez. Aldanır.
(İbrahim Ethem cevap vermez. Önüne bakar,
kala kalır.)
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - (Sağdan) Şüphe!
(İbrahim. Ethem başını sağa çevirir.)
İBRAHİM ETHEM - Ne yana dönsem sesin o
taraftan geliyor!
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Her yan benim
de onun için... (Yüksek ton) Şüphe!..
İBRAHİM ETHEM - Allah belâsını versin
şüphenin!..
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Ne dedin; Allah
mı dedin?..
İBRAHİM ETHEM - (Sert) Allah dedim!..
İBRAHİM ETHEM'İN SESi - İşte asıl ondan
şüphe!..
İBRAHİM ETHEM - (Yay gibi gergin bir ız-
tırap içinde) Haşa... Murdar nefs! Kes sesini!..
(İbrahim Ethem'in gözleri yine yere doğru...
Yüzü alevler içinde... Uzun durak...)
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - (Uzaklardan,
değişik ve sinsi ton) Ayağının altına bir dünya çek-
mişler senin... Kim çekmişse çekmiş... Sana mı:
kaldı onu aramak?.. Sen bulduğuna bak!..
(Durak... İbrahim Ethem'in yüzü kasılma ve titreme
içinde... )
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Yazık ettin dün-
yana!.. Somaki mermer saraylar, belleri ipince ca-
riyeler, kuş sütünden nimetlere yazık oldu!
İBRAHİM ETHEM - (Yüzü cepheye doğru)
Bir türlü çözemedim bu sırrı!.. Nesin sen, nefis mi,
şeytan mı?..
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - İkimizde aynı
boruyu öttürürüz. Birimiz bırakır, birimiz başlar.
İBRAHİM ETHEM - Çekin elinizi yakamdan!
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Seni, sarayına
dönünceye kadar yakanı bırakmayacağım.
İBRAHİM ETHEM - (Ayağa fırlayarak) Aya-
ğıma cihanın bütün hazinelerini dökseler, ellerinde
hayat suyuyla gelseler; iç şundan bir yudum ve hep
dünyada kal deseler yine dönmem!
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Ya senin inan-
dığın her şeyin boş ve kof olduğunu ispat ederler-
se?..
İBRAHİM ETHEM - (Elleri göğe doğru) Şu
boşluğa kement atıp dipin dibindeki dip'i bulsalar
da yine yolundayım ben!..
(Üzun durak... Uzaklardan İbrahim Ethem'in
sesiyle çılgın bir kahkaha, Sükût... Uzun durak...
Çok hafif bir kaval sesi!..)
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Başka bir tara-
fından tutayım mı seni?..
İBRAHİM ETHEM - Defol!
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Üstüme varma.
Üstüme gelme. O vakit ben daha kuvvetli döne-
rim! Büsbütün üzerine yüklenirim.
İBRAHİM ETHEM - Ben senin ismini de bi-
liyorum!
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Bırakayım da
içime büsbütün mü yerleşsin?..
Nasıl olsa içine yerleşmişim... Makasla kopa-
rabilir misin gölgeni gövdenden?..
İBRAHİM ETHEM - (Çığlık) Defol :
(Cevap yok... Uzun durak... Canlanan kaval
sesi... İbrahim Ethem cepheye döner. Eliyle uzak-
larda birine işaret ediyor.)
İBRAHİM ETHEM - Hey!.. Çoban : (Uzun
durak... ) Gel buraya...
(İbrahim Ethem döner, çalı çırpı demetinin
üzerine çöker. Uzun durak...)
İBRAHİM ETHEM'İN SESİ - Şimdi de basit
bir çobanda mı bulacaksın tesellini?.. Dağlarda ça-
lı çırpı toplayap pazarlara indiriyorsun!.. Helâl ka-
zanayım diye... Hamamlarda mü'min dedikleri in-
sanların kirlerini temizliyorsun. Kibrini yok ede-
yim diye... Bunları yapıyorsun da nereye varmış
bulunuyorsun'?..

İBRAHİM ETHEM - Sana, seni bir cerahat
gibi içimden çıkarmaya, sesini dışımdan duyar hâ-
le gelmeğe... İşte ,vardığım yer!..
(İbrahim Ethem'in sesiyle sürekli kahkahalar...
Sağdan çoban gelir. Elinde asâsı... İbrahim Et-
hem'in karşısında durur. İbrahim Ethem, ona eliy-
le çömelmesini işaret eder.)
İBRAHİM ETHEM - Merhaba, çoban!..
ÇOBAN - Merhaba!
İBRAHİM ETHEM - Sen Allah'a bağlı mısın?
ÇOBAN - Hamdolsun!..
İBRAHİM ETHEM - İçinde bir Allah düşma-
nı taşıdığına, onun da nefsin olduğunu biliyor mu-
sun?
ÇOBAN - Bu ismi duyuyorum hocalardan!
İBRAHİM ETHEM - İçinde duymuyor musun?..
ÇOBAN - Benim aklım ermez böyle şeylere!..
İBRAHİM ETHEM - Ne mes'udsun sen.. Al-
lah senin yolundan uçurumları kaldırmış...
ÇOBAN - Kimsin sen, bir derviş misin?
İBRAHİM ETHEM - Dervişliğe özenen biri...
ÇOBAN - Neymiş şu dervişlik?..
İBRAHİM ETHEM - Bir şey işte, bir şey, bir
hal! Senin haline hasret çeken, bir hal!
ÇOBAN - İbrahim Ethem! Bildim!
İBRAHİM ETHEM - Eski bir Sultan olduğu-
mu da biliyor musun?
ÇOBAN - Ne bileyim?..
(İbrahim Ethem ayağa kalkar, sağ eliyle omu-
zundan beline doğru bir işaret yapar.)
İBRAHİM ETHEM - Eski Belh Sultanı İbra-
him Ethem!.. Nasıl beğendin mi?
(Çoban, oturduğu yerden aval aval bakmak-
ta... Uzun durak...)
İBRAHİM ETHEM - Ama senin derecenden
çok aşağıda bir yaratık...
ÇOBAN - Şaştım, kaldım!
İBRAHİM ETHEM - Nerden öğrendin be-
nim adımı?..
ÇOBAN - (Eliyle sol tarafı gösterir) Şurada,
biraz ilerde toplanan Aşıklardan?..
İBRAHİM ETHEM - Kimmiş bu âşıklar?..
ÇOBAN - Senin gibi dervişler... Sık sık dağ-
da buluşur, hâlleşirler. Onlara âşık derler.
İBRAHİM ETHEM - Söylesene onlar, beni de
meclislerine kabul etsinler!..
ÇOBAN - İçlerine yabancı almazlar.
İBRAHİM ETHEM - Belki beni yabancı say-
mazlar. Danış bir kere!..
(Çoban ayağa kalkar, sola doğru yürür.)
İBRAHİM ETHEM - (Çobanın arkasından)
Onlara de ki, eski Sultan, İbrahim Ethem meclisi-
nize kabul edilmek istiyor. İzniniz var mı?..
(Çoban çıkar. İbrahim Ethem eski yerine çö-
ker. Başını elleri içine alır. Derinlere dalmış..
Uzun durak...)
DAĞDAKİ ŞAKÎK'İN SESİ - (Şefkat ve mer-
hamet dolu ton) İbrahim Ethem, İbrahim Ethem!..
(İbrahim Ethem irkilir, Sağa bakar. Yerinden
fırlar.)
İBRAHİM ETHEM - (Sağa doğru) Şakîk, sev-
gili Şakîk!..
(Sağdan Sakîk gelir. İbrahim Ethem ilerler.
Kucaklaşırlar.)
ŞAKİK - Sana mekân artık dağlar... Bulabi-
ne aşkolsun!..
İBRAHİM ETHEM - Gel seninle şuracağa çe-
kilelim de biraz dertleşelim!..
(İbrahim Ethem Şakîk'i taşa oturtur, kendisi
de çalı çırpı demetine ilişir.)
ŞAKÎK - (İbrahim Ethem'e dikkatle baka-
rak) Seni huzur içinde görmüyorum.
İBRAHİM ETHEM - Nasıl huzur içinde ola-
bilirim? Perişanım!
ŞAKİK - Ne noktadan?..
İBRAHİM ETHEM - Nefsimden.,. Nefsimin
ruhuma üflediği zehirli nefeslerden...
ŞAKİK - Bunlara «hatarât» derler. Bu yola
düşenlerin encamıdır bu... Sabredeceksin!..
İBRAHİM ETHEM - Ben sabrettikçe yük bi-
nerse, bindikçe ben sabra çalışırsam; çalıştıkça bı-
çak daha derinlere dalarsa, ne yapabilirim?..
ŞAKİK - (Merhametli) Allah'a havale eder-
sin! Çare yok, dayanacaksın!..
«Hiç bir nefse gücünden fazlasını yükle-
mem» diyor Allah... Demek seni ne kadar güçlü
yaratmış ki, yük üstüne yük bindiriyor sırtına!..
İftihar et!
İBRAHİM ETHEM - (Ağlamaklı) Çok fena
haller geçiriyorum, Şakîk!.. Nefsim beni yoldan
döndüremeyince, şeytanla mı anlaşıyor, ne? Üze-
rime küfür harâratiyle yükleniyor. Biri kar gibi
beyaz, öbürü zift gibi siyah, iki parçaya bölünüyo-
rum! Zift rengine razı olsam kolay!.. Zifti beyaza
çevirmeye kalksam zor... Arada kalbim yırtılıyor,
didik didik dişleniyor. Cımbızla tel tel söküyorlar
kalbimi... Ne olacak benim hâlim Şakîk?..
ŞAKİK - Çile devrindesin, İbrahim Ethem!..
Çekeceksin ve gerçek devlete ereceksin! Bu devleti
bedava vermezler.
İBRAHİM ETHEM - Kimseye bir şey sezdirmi-
yorum halimden... Sen hal insanısın; sana açılabi-
liyorum.
ŞAKÎK - Elâleme belli edersen kendini, sırra
ihanet etmiş olursun! Örtün, peçelen! Şunu bil
sen: Büyük huzura çıkacak yol, hüyük huzursuz-
luk... Velînin biri «Âfiyet, Allahım, ruh âfiyeti di-
ye dua etmiş.., Ses gelmiş: «Sen bilmiyor musun
ki, bu yola düşenlere âfiyet yoktur!»
İBRAHİM ETHEM - Müthiş!..
ŞAKÎK - (Eliyle sol tarafı~gösterir) Bak, şu
taraftan bir çoban geliyor bize doğru!.. Aradığın
afiyet işte onda!..
(İbrahim Ethem sol tarafa bakar... Çoban...
Çoban ilerleyip İbrahim Ethem ve Şakîk'in önün-
de durur.)
ÇOBAN - (İbrahim Ethem'e) Seni kabul et-
miyorlar!
İBRAHİM ETHEM - Kabul etmiyorlar mı?
ÇOBAN - Etmiyorlar!
İBRAHİM ETHEM - Ne diyorlar?
ÇOBAN - Onda halâ Sultanlık kokusu, dün-
ya ricası var, diyorlar.
İBRAHİM ETHEM - Teşekkür ederim! İn-
şallah bir gün meclislerine girebilecek hâle geli-
rim.
(Çoban selâm verip gitmek ister, İbrahim Et-
hem onu işaretiyle durdurur.)
İBRAHİM ETHEM - (Eli cebinde, çobana)
Şurada, nereden geldiği belirsiz iki altun var... Al
bunları, sana veriyorum!
(Çoban altunları alır, gözlerine yaklaştırır, gü-
lümser, sevinç içinde yürür, sağdan çıkar. İbrahim
Ethem ve Şakîk ona bakıyorlar.)
ŞAKÎK - Demek altunla muamelen var?..
İBRAHİM ETHEM - Yok!.. Bu sabah onu, ca-
miden çıkarken cebimde buldum.
ŞAKÎK - Keramet mi satıyorsun?
İBRAHİM ETHEM - Allah korusun!.. Her
halde kıIık kıyafetime acıyan biri onları cebime in-
dirmiş olmalı...
ŞAKÎK - Ne yiyip içiyorsun?
İBRAHİM ETHEM - Ne bulursam onu...
ŞAKÎK - Rızkını aramıyor musun?
İBRAHİM ETHEM - Aramıyorum. O gelip
beni buluyor!
ŞAKÎK - Daha çiysin! Rızkını sen arayıp bu-
lacak, ama bulanın sen değil, O olduğunu bilecek-
sin!
(Önce Şakîk, sonra İbrahim Ethem, ayağa
kalkar... )
ŞAKÎK - Şükür bahsinde ne yapardınız?
İBRAHİM ETHEM - Bulunca şükrederim, bu-
lamayınca sabrederiz.
ŞAKÎK - Horasanın köpekleri de böyle yapar!
İBRAHİM ETHEM - Ya siz?
ŞAKÎK - (Tane tane) Bulunca dağıtırız, bu-
lamayınca şükrederiz.
(İbrahim Ethem Şakîk'in ellerine atılır, öp-
mek ister. Şakîk şiddetle elini çeker.)
İBRAHİM ETHEM - Biliyorum ben daha çi-
ğim! Bırak elini öpeyim!
ŞAKÎK - Bense senin gibi çiğlerin ayak tozu
olmak isterdim. Ben senin ayağını öpeyim!
(Uzaktan kaval sesi... yanık bir name... İkisi
de yan dönüp cepheye bakarlar. Kaval hazin hazin
ağlıyor. Dinlerler. Uzun durak...)
İBRAHİM ETHEM - (Şakîk'e bakmadan)
Hasretin sesi!..
ŞAKÎK - (İbrahim Ethem'e bakmadan) Da-
vetin sesi!..
İBRAHİM ETHEM'i - Herkes bir hasret ve bir
davet peşinde geziyor.
ŞAKÎK - Hasret çektiği, davet aldığı şeye ula-
şınca da aradığının, dilediğinin o olmadığını anlı-
yor.
(Uzun durak,._ Kaval devamda...)
İBRAHİM ETHEM - Bu dünyada ne varsa
gurbet... Bütün varlıklar yokluk, bütün sahiplik-
ler yoksunluk!..
ŞAKÎK - Pişiyorsun, ya İbrahim Ethem kay-
namaya, fokurdamaya başlıyorsun!
(İbrahim Ethem eğilip yerden çalı çırpı deme-
tini alır, omuzuna yerleştirir.)
İBRAHİM ETHEM - Gidiş, hep gidiş!..
ŞAKÎK - Yolun ne tarafa?..
İBRAHİM ETHEM - (Sol tarafı göstererek)
Bu yana?.. Seninki?..
ŞAKİK - (Sağ tarafı göstererek) Benimki de
bu tarafa...
Şakîk, sağ, İbrahim sola doğru ilerlerler. Tam
çıkış noktasında dururlar ve birbirlerine dönerler.)
ŞAKÎK - Yâ İbrahim Ethem!..
İBRAHİM ETHEM - Yâ Şakîk Belhî!..
ŞAKÎK - Kaynayacaksın! Pişeceksin! Kül
olacaksın! Ve artık yanmayacaksın! Aradan çıka-
caksın! Onu bulacaksın!
İBRAHİM ETHEM - Onu bulacağım! Beni
yaratanı bulacağım! Yaratıldığımdaki murada ere-
ceğim! (Durak) Âlemleri insan için, İnsanı da ken-
di visali için yaratanı bulacağım!.

*************************** 

BÜYÜKDOĞU YAYINLARI

mico_tasarım