Piyesler

İBRAHİM ETHEM - 2      Necip Fazıl KISAKÜREK


*************************** 
İKİNCİ PERDE

((Aynı dekor... Mumlar sönük... Çok uzaktan, bo-
rulu ve köslü, ağır bir tempo ile divan havası geli-
yor. )
(İbrahim Ethem, yüzü sağa doğru orta yerde
ve ayakta... Sağında ve bir adım gerisinde ihtiyar
veziri... )
İBRAHİM ETHEM - (Sağdaki kalabalığa doğ-
ru) Vezirlerim, muhterem din âlimleri, kumandan-
larım, sevgili tebaam!.. Bugünkü ayak divanımı-
zın mevzuu çok nazik... Payitahtamız Belh şehrinin
derviş îstîlâsına uğradığından bahsediliyor. Başına
bir külâh, bir âbâ, beline bir torba, eline bir değnek
geçirenler, şehir meydanlarında, cami avlularında
halka musallat oluyorlarmış!.. Ne tarlalarda çalı-
şıyorlarmış, ne tezgâhlarda emek harcıyorlarmış,
ne bir şey!.. Dillerinde, kudsîliğinden uzak oldukla-
rı Allah ismi, o yan senin, bu yön benim, kendileri-
ne çıkar arıyorlarmış... Aralarında, ibadete fesat
sokanlar, camilerde halka (Elini göğsüne götürür)
ve Sultanınıza dil uzatanlar da varmış...

(Durak) Ben avdan baş kaldıramıyormuşum!..
Böyle bir Sultanın emri altındaki tebaa, başsız ve
güdümsüz ne yapabilirmiş?.. Müslümanların hali
nice olurmuş?.. (Durak) «Derviş kılıklı başıboşları
şehirden sür, iş yerlerine dağıt, ölçüye sok» diyor
bana vezirlerim ve muhterem din âlimleri... (Du-
rak) öyle mi?..

KALABALIKTAN BİR SES - Öyle Sultanım!..
Dinin iç yüzünü savunurken dış yüzünü berbat e-
den böylelerini köklerinden kazımak lâzım...

İBRAHİM ETHEM - (Yanındaki vezire döne-
rek) Sen ne düşünüyorsun?

VEZİR - Ben de müftü efendi hazretlerinin
fikrindeyim.
(İbrahim Ethem kalabalığa döner. Uzun du-
rak... )

İBRAHİM ETHEM - Ben bu fikirde değilim
Müftü efendi hazretleri!.. (Uzun uzun, kalabalığı
süzer) Ben, bu kum yığınlarının içinde altun zerre-
leri de bulunduğuna, halislerin altundan pırıltılar
saçtığına inanırım!

(Kalabalıkta hayret mırıltıları... Uzun du-
rak... İbrahim Ethem tavrını bozmaz.)

İBRAHİM ETHEM - Meselâ, benim için söy-
ledikleri doğrudur. Ben avdan başka bir şey düşün-
müyorum! Keşke avlanacağıma, asıl avcıya av ol-
mayı bilseydim!..

(Dışarıda hayret mırıltıları artıyor. İbrahim
Ethem, dimdik, gözleri kalabalıkta... Uzun du-
rak... )

İBRAHİM ETHEM - Bütün bir gece uyuma-
dım. (eliyle arkasını gösterir). Şu tahtın üzerinde
sabahladım. Omuzlarımdaki saltanat. yükünü taşı-
yamıyacak haller geçiriyorum. Ne dersiniz. Beni
başınızda Sultan olarak görmek ister misiniz?

DIŞARIDAN TOPLU SES - İsteriz! Elbette
isteriz!

(Uzun durak... İbrahim Ethem'in gözleri ka-
labalığa mıhlı.)

İBRAHİM ETHEM - Öyleyse çalışayım da-
yanmaya... Ama, adalette bir kusurum olursa, mü'
minlerin haklarını koruyamazsam _ne olur?

DIŞARDAN TOPLU SES - Kusurun olmaz!
Sen hakkı korursun!..

İBRAHİM ETHEM - İnşaallah Hak lütfeder
de korurum. (eliyle arkasını gösterir). Şu, üstün-
de oturduğunı taht, benim için dikenlik...
Üstünde adaleti nasıl yerine getirebilirim?..

DIŞARDAN TOPLU SES - Getirirsin, ey âdil Melik..
(Durak.. . )

İBRAHİM ETHEM - Büyük halife «Dicle ke-
narında otlayan bir oğlağın da hesabı benden so-
rulacak!» buyurdu. Bu ulvî çileyi çeken hesabını
da verir. Ya benim çilem?.. Nerede, ne gezer?.. Hep-
si lâf, içi boş kabuklar, hepsi riyakârlık...
(Kalabalıkta mırıltılar...)

(Uzun durak. Vezir, üzüntülü bir tavırla ba-
şını eğip İbrahim Ethem'e yaklaşır.)

İBRAHİM ETHEM - (Vezire) Üzüldün mü
vezirim böyle konuşmama hiç alışmamıştın, de-
ğil mi?..

VEZİR - Sende bu hal yoktu, Sultanım! Bir-
denbire sana ne oldu böyle?..
(Artan mırıltılar... İbrahim Ethem o tarafa
döner. )

İBRAHİM ETHEM - (Kalabalığa) «Sende bu
hâl yoktu; ne oldun birdenbire böyle?» diye soru-
yor. Cevabını size vereyim : Evet, bana birdenbire
bir şey oldu : Ben tahtımın üzerinde otururken bir-
denbire tahtım, benim omuzlarım üstüne çıkmaya
davrandı, artık bana ezmek değil, ezilmek düşü-
yor. Bu vaziyette devleti idâre edememekten kor-
kuyorum! (Durak...)

VEZİR - (Birdenbire atılarak) Fakat Sulta-
nım, bunlar kalabalığa söylenebilecek sözler de-
ğil... Ayak divanını tatil edelim aramızda konu-
şalım!.

İBRAHİM ETHEM - (Vezire bâkmadan ka-
labalık istikâmetinde) Hayır! İçimin zelzelesini
herkes görmelidir. Var mı aranızda bana bir öğüt
verebilecek?..

KALABALIKTAN BİR SES - Muradın ne; na-
sıl bir öğüt istiyorsun?

İBRAHİM ETHEM - Beni Hakka erdirecek
bir Allah ehlini arıyorum ! Onun öğüdüne muhta-
cım.

KALABALIKTAN BİR SES - Sen; öğüt kabul
etmezsin. Tahtından şikâyetin senin, tahtına bağlı
oluşundan geliyor!
(Durak... Keskin homurtular... İbrahim Et-
hem'de dikkat.)

KALABALIKTAN BİR SES - Bırakın yaka-
mı, yanına varayım...
(Homurtular... çekişme sesleri...) .

İBRAHİM ETHEM - (Kaskatı bir dikkat için-
de) Bırakın, gelsin .
(Sağdan Heybetli adam... Siyah bir harmâni-
ye bürülü; ve başı, yüzünü yarı yarıya örtecek şe-
kilde sarılı... Yürür, İbrahim Ethem'in karşısında
durur. )

İBRAHİM ETHEM - (Heybetli adama) sen misin?

HEYBETLİ ADAM - Kim olmamı istiyordun?

İBRAHİM ETHEM - Beklediğim insan!.. Ge-
ce sarayın damını tokmaklayan...

HEYBETLİ ADAM - Ben sarayın damına çı-
kan değil, kapısından girenim..

İBRAHİM ETHEM - Nasıl bıraktılar?

HEYBETLİ ADAM - Nasal bırakmasınlar?

İBRAHİM ETHEM - Anlamadım :

HEYBETLİ ADAM - Neyi anladın ki, bunu anlıyasın?..

İBRAHİM ETHEM - Sen kimsin?.. İşin gü-
cün ne?.. Gözüm pek tutmadı seni...

HEYBETLİ ADAM - Ben işsiz, güçsüz, evsiz,
barksız biriyim... Rastgeldiğim yere konarım, şim-
di sana konuk olmaya geldim.

İBRAHİM ETHEM - Konuk mu?.. Ben konuk
aramıyorum ki...

HEYBETLİ ADAM - Ya ne arıyorsun?

İBRAHİM ETHEM - Konacağım yeri arıyo-
rum. Han işletmiyorum ki, konuk arayayım...

HEYBETLİ ADAM - Burası han değil mi?..

İBRAHİM ETHEM - (Azametli) Burası İb-
rahim Ethem'in sarayı...

HEYBETLİ ADAM - Senden önce kim vardı burada?..

İBRAHİM ETHEM - Babam...

HEYBETLİ ADAM - Ya ondan önce, ondan önce?..

İBRAHİM ETHEM - Babam, babalarım...

HEYBETLİ ADAM - (Ağır ve işleyici bir ton)
Birinin konup gittiği, sonra öbürünün gelip kon-
duğu yer han değil de nedir?..

(Uzun durak... Bakışma... Birden İbrahim Et-
hem kaplan gibi kıvrılarak vezire döner.)

İBRAHİM ETHEM - Divan sona ermiştir, emir ver,
dağılsınlar!

(Vezir hızla çıkarken, İbrahim Ethem Heybetli
adama yaklaşır.)

İBRAHİM ETHEM - (Heybetli adama) Anladım!
(Heybetli adam cevap vermez. Dışarda dağılma
sesleri... Uzün durak...)

HEYBETLİ ADAM - Ne anladın?

İBRAHİM ETHEM - Aradığım insan sensin.
İstediğin kadar peçelen!.. Ötelerden bir habercisin
sen.!.. Artık yakanı bırakmam! Ya canımı alırsın
yahut derdime derman olursun!..

HEYBETLİ ADAM - Ben sana dermanın an-
cak nerede olduğunu haber verebilirim.

İBRAHİM ETHEM - (Haykırır) Nerede?

HEYBETLİ ADAM - (Gayet vekarlı) Sende...
Senin içinde..: Kalbinin inemediğin derinliklerinde...

İBRAHİM ETHEM - (Başını iki yumruğu ile
kavrayıp saçlarını yolarcasına) Yeter! Yetişir bu
içinden çakılmaz fikirlerle kafamı törpülediğin...
Yeter! Bana ayağımın kesilmesi gibi, elle tutulur,
gözle görülür bir çare göster ki, acısı ne olsa razı-
yım.

HEYBETLİ ADAM - (Gülümsiyerek) O ka-
dar kolay olsaydı, herkes ayağını kestirir, verirdi.
Acısını da duymazdı. Yağma yok!..

İBRAHİM ETHEM - Bana acı!..

HEYBETLİ ADAM - Sen kendine acı!..

İBRAHİM ETHEM - Ben kendime tükürmek istiyorum!

HEYBETLİ ADAM - Nefsine tükür, ruhuna acı!..
(Durak, süzer) Bu kadar yeter. Ben gidiyorum!
(Heybetli adam, deli gibi bakmakta olan İb-
rahim Ethem'in önünde kıvrılır, döner, bir adım
atar. )

İBRAHİM ETHEM - (En yüksek tonuyla) Dur!
(Heybetli adam, durur, döner.)

İBRAHİM ETHEM - Bende geliyorum! Bekle!

HEYBETLİ ADAM - Bekleyemem! Ecel, muh-
taç olduğun zamandan daha yakın... her vâdeden
daha kısa... şart koşma zamanı değil, davranma
saati bu ân...

İBRAHİM ETHEM - Bir iki saatlik müsaade-
ye de mi hayır; Annemin elini öpmeye, vezirlerime
veda etmeye, soyunup dökünmeye de mi hayır?..

HEYBETLİ ADAM - Bu dünyada, elini ete-
ğini çeken her şeye hayır! Pazarlıksız geleceksen
gel!

İBRAHİM ETHEM - Pazarlıksız... bir don bir
gömlek, öyle mi?..

HEYBETLİ ADAM - Öyle!.. Hattâ ciğerini sö-
küp bırakman mümkün olsaydı, öyle!..

İBRAHİM ETHEM - (Hayretten çılgın halde)
Demek öyle!..

HEYBETLİ ADAM - Sana ne demişlerdi bir
gün avda?..

İBRAHİM ETHEM - (Ağlamaklı) Sanki gök-
lerden bir sesti o... " Ya İbrahim, seni bu iş için ya-
ratmadılar! " demişlerdi.

HEYBETLİ ADAM - Ne duruyorsun?.. Yara-
dıldığın işe dön.
(Uzun durak... İbrahim Ethem dehşetin son
haddinde...)

İBRAHİM ETHEM - Ey meçhul insan, bana
bir şey söyle!

HEYBETLİ ADAM - Ey mâlûm sultan, ne
söyleyeyim?

İBRAHİM ETHEM - Kimsin, nesin sen?..

HEYBETLİ ADAM - Sana kim gibi, ne gibi
görünüyorsam o'yum!

İBRAHİM ETHEM - Sen Hızır'sın!

HEYBETLİ ADAM - Dedim ya: Sana kim gi-
bi, ne gibi görünüyorsam o'yum!
(İbrahim Ethem elleriyle yüzünü kapatıp ge-
riye döner, Heybetli Adam onu merhametli gözler-
le takip etmekte... İbrahim Ethem kuru hıçkırık-
larla sarsılıyor... Heybetli adam döner, yürür, sağ-
dan çıkar. Uzun durak... Sağdan vezir gelir. Ayak
seslerini duyan İbrahim Ethem şimşek gibi döner.
Vezirle karşı karşıya...)

İBRAHİM ETHEM - Gitti mi?..

VEZİR - Gitti efendimiz!

İBRAHİM ETHEM - Nereye gitti?

VEZİR - Divanhane boyunca yürüdü, gitti!

İBRAHİM ETHEM - Giderken seni görmedi mi?

VEZİR - Gördü sultanım!

İBRAHİM ETHEM - Bir şey söylemedi mi?

VEZİR - Söylemedi.

İBRAHİM ETHEM - Ben de gideceğim ardı
sıra... Her halde bekler beni bir köşede...

VEZİR - Aman sultanım, merhamet buyu-
run! Böyle garip bir insanın peşine düşer mi koca
bir Sultan?..

İBRAHİM ETHEM - Hemen şimdi fırla!.. At-
lı, piyade, kol kol adam çıkarsınlar şehre!.. Kılığını,
halini tarif et de esrarlı adamı bulsunlar ve sara-
ya getirsinler!

VEZİR - Ya gelmezse?..

İBRAHİM ETHEM - Olduğu yerde bekletsin-
ler! Benim geleceğimi söylesinler!

VEZİR - (Ağlarcasına) Sultanım, tebaanı düşün!

İBRAHİM ETHEM - Tebaam beni düşünsün!
O nasıl olsa kendisini idare eder. Bıraksınlar beni,
bir çoban kadar hak sahibi olayım.

VEZİR - Sultanım, elimde büyüdün! Şehza-
deliğinden beri ben baktım sana! Küstahlığımı af-
fet! Hiç bir yere gidemem! Seni kendine gelmiş
görmedikçe tek adım atmam! Beni affet!

İBRAHİM ETHEM - O zaman sultanlıkta son
emrim, vereceğim son zalim emir, seni, beni yetiş-
tiren İhtiyan zincire vurdurmak olur.
(Birden çok yüksek ton) Git!
(Vezir, boynu bükük, sağdan çıkar, İbrahim
Ethem arkasından bakıyor. Uzun durak... İbrahim
Ethem döner. Gözleri, siyah fon üzerindeki sırmalı
tuğraya takılır. Deli tavrıyla yürür. Ellerini deli
tavrıyla altun işlemeli harflere uzatır, tırnaklarını
geçirir ve bir çekişte tuğrayı yanlarından söker.
Sağda heybetli adam... Gülümseyerek İbrahim Et-
hem'e bakıyor. İbrahim Ethem ikinci defa tuğra-
ya tırnaklarını geçirmekle meşgul...)

HEYBETLİ ADAM - Kumaş parçalarını yırt-
mışsın, ne çıkar?.. Gönlündeki dünya nakışlarını
sökmeye bak!..
(İbrahim Ethem hızla döner. İki büklüm...
Tam bir deli...)

İBRAHİM ETHEM - Sen gitmemiş miydin?

HEYBETLİ ADAM - Demek gitmemişim...

İBRAHİM ETHEM - Ne yaptığını, ne ettiğini
gören, anlayan olmuyor! Bu nasıl iş böyle?..

HEYBETLİ ADAM - Böyle!..

İBRAHİM ETHEM - Hızırsın, değil misin?..

HEYBETLİ ADAM - Sade beni mi, her rast-
ladığını Hızır bil!..

*************************** 

BÜYÜKDOĞU YAYINLARI

mico_tasarım