YOLLARIN AYRILIŞ NOKTASINDA İSLAM
..: Muhammed ESED :..

Haz: Nalan BİLGEN
..:
nalanbilgen@patikalar.net :..

“Bugün Müslümanların karşılaştığı problem yolların ayrılış noktasına gelmiş bir yolcunun problemidir. Olduğu yerde duraklayabilir, fakat bu onun açlıktan ölümü olması demektir. Üzerinde ‘garp medeniyetine gider’ yazılı yolu  da seçebilir. Fakat bu takdirde ebediyen mazisine veda etmesi gerekmektedir. Ya da üzerinde ‘gerçek Müslümanlığa’ yazılı yolu seçer; işte bu yol, kendi mazileri ve kendi kudretleriyle canlı bir geleceğe doğru ilerlemeye imanı olanları kendisine çeken bir yoldur”.

Hepimizin sıkıntı çektiği problemi bu birkaç cümleyle özetliyor Muhammed Esed. Adıyla bile gizli anlamları barındıran Yolların Ayrılış Noktasında İslam, yazarın fikri yapısını ve Müslümanların bugünkü sorunlarına bakış açısını yansıtan önemli bir eser. 

Batı dünyasının içinde yetişmiş,ama murat ettiği yaşamı ısrarla dışarıda aramış bir insanın idrakini anlatıyor bu kitap.  Batıya yaklaşımımız hakkında bir çok Müslüman düşünürün de sık sık belirttiği temkinli yaklaşımı, kendi tecrübeleriyle temellendirerek aktarıyor okuyucuya. Muhammed Esed erken yaşlarda içinde yaşadığı dünyanın maddeyi ilah yapmış ve maneviyatı kenara iten tavrını fark etmiş, dahası bunun yanlış bir yaşam olduğunu düşünmeye başlamıştır. İnsanın içinde bulunduğu durumun çarpıklıklarını görmesi ve bunu kabul etmesi genellikle zor bir durumdur. İçe dönük eleştirilerimizi çoğunlukla çevresel ve itibari endişelerle bir kenara itiyoruz. M. Esed Müslüman olmadan önce ve olduktan sonra da  içinde bulunduğu ortamın fikirsel  tahlilini etraflıca yapabilmiş, bundan yola çıkarak kendisine özgün bir yol çizmiştir. Bu yüzden Müslüman’ın Batı karşısındaki tutumunu değerlendirirken gerçekçi yaklaşımlar taraftarıdır.. Onun “İslam-Batı” ikilemindeki temel savunusu; Müslüman’ın Batı medeniyetinin göz alıcı büyüsüne aldırmaksızın, İslamî moral değerleri daima koruması gerektiğidir.

Hem ferdi hem de cemiyet yaşamında Batı medeniyetiyle İslam arasındaki ulaşılamaz farklılıklarını en yalın haliyle dile getirir.

Batı dünyasının her ne kadar Hıristiyanlığın etkisinde kaldığı ifade edilse de aslında onun fikir dünyasını dine karşı verdiği mücadeleler oluşturmuştur. Batı bir bakıma Hıristiyanlığın değil  materyalist Roma Medeniyetinin varisidir. Avrupalının dine karşı görünüşte kayıtsız ama aslında düşmanca tavrı, Kilisenin uzun yıllar Avrupalı insan üzerindeki şiddetli fikirsel baskısına  karşılık bir tepkidir. Dine karşı topyekûn bu tavrın,  büyük teknolojik gelişmeler dönemiyle ateşlendiğini, Batı insanının  ruhi ve manevi otorite namına ne varsa hepsini ortadan kaldırmaya gayret gösterdiğini görüyoruz. Hıristiyanlığın kendine has, maddi dünyayı hor görmesi hatta yadsıması, Avrupalıyı isyan ettirmiş, bir uç noktadan diğer bir uç noktaya geçişi sağlamıştır. İşte bu temel sebepler yüzünden batı hayatını şekillendiren dinamikler maddiyatçı bir biçim almış ve ahlaki tüm değerlere savaş açılmıştır. Oysa İslam omurgasını ahlaki ve moral değerler üzerine oturtmuş bir yaşam biçimidir. Bundan dolayı Batı yaşamı asla Müslüman için tercih edilir olamaz. Aradaki bu taban tabana zıtlık Müslüman’ı ayrılış noktalarından ilkine getirmiştir.  Bu ayrılışın lehimize olması için Batının bu gözleri kör eden yalancı parlaklığına kanmayıp, Kur’an’ı ve Peygamberin Sünnetini yaşamımızda etkin belirleyiciler haline getirmek zorundayız.   

Bugün Batı neredeyse tüm dünyaya teknolojisini ihraç ediyor.Tek nokta kaynaklı bu yayılma aynı zamanda kültürel, değersel kısaca yaşamın her alanını az çok kapsar bir zihinsel enjekte haline geldi. Uzun zamandan beri farklı ağızlardan uyarılara muhatap olduk. Eminim biz Müslümanların dışında da başka topluluklar bu tür bir tehlikenin farkında oldular. Son dönemde Müslüman düşünürlerin  Batının sadece ilmi gelişmelerini getirmek, aynı zamanda kültürel ve ahlaksal yaşantısına uzak kalmak gerektiğini düşünmeleri boşuna değil. Fakat bu temkinli yaklaşım tek başına durduğunda pratik hayatımıza yönelik bir çözüm olmakta zayıf kalıyor. Çünkü M. Esed’in de dediği gibi; Dış görünüşleri taklit, yavaş yavaş ona uygun olan fikri meyli de kabullenmeye götürür.”   Batı karşısında yılardır takındığımız öykünmeden sıyrılmak zorundayız. “Bir medeniyet ve ya kültürün başkalarından üstün olması, geniş çapta madde bilgisine ~bu da iyi olmakla beraber~ bağlı ve dayalı değildir. Bu üstünlük, bir kültür ve medeniyetin ahlaki faaliyet ve başarısı, insan hayatının bütün kısım ve yönleri arasında ahenk ve düzen meydana getiren büyük kudretiyle ölçülür. Bu bakımdan İslam diğer bütün kültürlerden üstündür. Beşerin ulaşılabileceği  en üstün seviyeye ulaşılabilmemiz için İslam’ın emirlerine uymamız gereklidir. Fakat unutulmamadır ki İslam’ın kıymetini korumak ve yaşatmak istiyorsak Batı medeniyetini taklit edemeyiz; zaten bunu yamak bize gerekli de değildir”.

Bu kendinden son derece emin halin, bugün her alanda batılaştırılmaya çalışılmış zihinlerimizde yankılar oluşturduğu açık. Yıllardır problemin varlığına dair tespitler yerinde olmasına rağmen çözüm önerileri tatmin edici olamamıştır. Fakat bu tür bir sorunu cemiyeti içine alacak top yekün bir çözümden şimdilik uzak olduğumuz gibi bir manzara var. Her ne olursa olsun ferdi yaşantımızda öze dönük ve Batıdan uzak bir tutumla işe başlamak gerekiyor. Bunun için de önümüzde Kur’an ve nebevi sünnet duruyor.

Muhammed Esed’in bu noktadan sonra İslamî toplumun İslam’a karşı tutumunu mütalaa ettiğini görüyoruz.

Son dönemde Müslümanların sünnete karşı kayıtsızlıklarını eleştiriyor ve sünneti tatbikin İslam’ın varlığını ve ilerlemesini korumak demek olduğunu düşünüyor. İslam binasını tutan bu çelik iskeletin ortadan kaldırılması, bir binanın iskeletinin ortadan kaldırılarak, kağıt bir barakaya dönüşmesi ve çökmesiyle eş tutuyor.

İslam’ı diğer nizamlardan ayıran esaslar içinde en önemlisi insan hayatının ruhi ve maddi tarafları arasında kurduğu tam ahenk olduğunu ve Rasululllah’ın insan hayatının maddi ruhi her iki cephesine de verdiği önemi vurguluyor. Peygamberin şu hadisini hatırlatıyor: “Ebedi yaşayacakmışsın gibi dünyan için, yarın ölecekmişsin gibi ahiretin için amel et.” Bu noktada hem dünya işlerinin önemsiz olduğunu savunan tasavvufi görüşe hem de dünya işlerini tek hedef olarak kabul eden materyalist görüşe şiddetle karşı çıkıyordu. Nasıl bir Müslüman’ın hayatı onun ruhi ve bedeni varlığı arasında tam ve mutlak bir dayanışma üzerinde durması gerekli ise Peygamberimizin yolunun da- yani onun en derin ahlaki, ameli, şahsi ve içtimai davranışlarının tümü- bir bütün olarak örnek alınması gereklidir. İşte sünnetin en derin manası budur.

Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur: “ Resul size ne getirip verdi ise onu alınız, neyi yasak ettiyse onu da terk ediniz.”

İşte burada Peygamberin hayatını anlatan ve sözlerini bahis konusu efen kaynakların sıhhati meselesi ile karşı karşıya gelinir. Bu kaynaklardan maksat, hadislerdir. Müslümanlara arasında, sünnete temel teşkil eden hadislerin tümüne birden güvenemeyeceklerini düşünenler var. Zamanımızda kişinin prensip olarak hadislerin sıhhatini inkar etmesi, sonra da bu yüzden bütün sünnet nizamını inkar etmesi moda haline geldi. Bu görüşün ilmi bir temeli yoktur.

Muhammed Esed kitabının sonuna doğru bu konudaki görüşlerini ayrıntılı olarak ortaya koyuyor ve şöyle diyor;

“İslam’ın geleceği bakımından şunu bilmemizin –bu soruya cevap verebilsek de veremesek de- önemi çok büyüktür: İslam’a göre durumumuzu, sünnet önündeki durumumuz tespit edecektir.”

“Bazı Müslümanların sandıkları gibi biz, İslam’ın kaçınılmaz bir reforma ihtiyacı olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü her şeyden önce İslam kendi halinde tam ve eksiksizdir. Bizim yapmaya mecbur olduğumuz şey eksik görüşümüze gaflet ve tembelliğimize çare bularak, din karşısındaki durumumuzu düzeltmemizdir. Kısaca kendi kusur ve kötülüklerimizi ıslaha muhtacız; yoksa İslam’ın sanılan ve aslı olmayan kusurlarını değil.”




 

 

 

 

 

 




“Bazı Müslümanların sandıkları gibi biz, İslam’ın kaçınılmaz bir reforma ihtiyacı olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü her şeyden önce İslam kendi halinde tam ve eksiksizdir. Bizim yapmaya mecbur olduğumuz şey eksik görüşümüze gaflet ve tembelliğimize çare bularak, din karşısındaki durumumuzu düzeltmemizdir. Kısaca kendi kusur ve kötülüklerimizi ıslaha muhtacız; yoksa İslam’ın sanılan ve aslı olmayan kusurlarını değil.”    







 

 

 

 

 

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


ANASAYFA

Patikalar © 2001
Fa
&aL Tasarım