İSLAM HUKUKU'NUN TARİHÇESİ-2

     Prof.Dr. Hayrettin KARAMAN

Hukuk_Ana Menü


C - ABBASİLER DEVRİ (Fıkhın Olgunluk Çağı)

Abbâsiler:
Hz. Peygamberin amcası Abbâs'a nisbetle bu
ismi alan hanedâna iktidarın geçmesi, Emevilerin
sonuna doğru kurulan gizli cemiyetin başarısıyla
olmuştur. Aslında bu cemiyet ehl-i beyti (Hz. Pey-
gamberin torunlarını) iktidara getirmek üzere ha-
rekete geçmiş, ancak hareket başarılı olunca emâ-
neti ehline vermemiştir. Bu yüzden Mansur, Mu-
sâ el-Hadi, Hârün Reşid zamanlarında arka arkaya
ihtilal teşebbüsleri olmuş, bu teşebbüsler birliği
bozmuş, Endülüs'te Emevi, Kuzey Afrika,'da İdrisi
devletleri kurulmuştur. Hârun Reşid bölünmeyi bir
ölçüde önlemek üzere yarı müstakil beylikler kur-
ma yoluna gitmiştir. Kuzey-doğu Afrika'da Ağlebi-
ler, Horasan'da Tâhiriler, Yemen de Ziyâdiler...
Bir kısım şiiler. Hz. Hüseyn soyundan gelen
(torununun oğlu) Cafer-i Sadık'ın oğlu İsmail'i
imam edinerek gizlice teşkilâtlanmış, doğu Afrikâ
da ortaya çıkan Ubeydullah b. Mehdi (v. 332/934)
liderliğinde bütün Mağrib'i istila ederek Fâtımi
Devletini kurmuşlardır.

Abbasiler arapların yanında -bilhassa ihti-
lâlde kendilerine yardım eden- İranlılara dayan-
mış, gerektiginde bu iki gücü birbirine karşı da
kullanmışlardır. Halife Mu'tasım 1833-841) zama-
nından itibaren önemli bir güç ve nüfuz temsilcisi
olarak Türkler de sahneye çıkmışlardır.

Hilâfetin merkezi otoritesinin sarsılması ve za-
yıflaması, çeşitli bölünmeler muhâlif güçlere im-
kân vermiş, doğudan batıya ilerleyen şii Büveyhi-
ler (945-1055) Bağdad'ı da ele geçirerek kendi dev-
letlerini kurmuşlardır.

Bağdad merkezli Abbasiler (750-125a) en güçlü
dönemlerini iktidarlarında ilk yüz yılında yaşadı-
lar. Bu dönemde islâm ülkesinin sınırlarını Hindis-
tan'da Keşmir vadisine- Kuzey'de Hazar ve Mar-
mara sahillerine, Doğu'da Hayber geçidine kadar
genişlettiler.

Abbâsiler Devrinde Fıkıh

1. Din bilginleri ve Abbasiler:
Emeviler için önemli olan iktidarı elde tut-
mak, ülkede tam hakimiyyet ve birlik sağlamak,
ülkenin sınırlarını genişletmek idi. Siyâsetleriy-
le çatışmadıkça, din bilginleriyle ilgilenmiyor, on-
ları çalışmalarında serbest bırakmış oluyorlardı.
Ehl-i Beyt'in elinden iktidarı almak üzere hareke-
te geçmiş bulunan bir hanedan iktidarının. Hule-
fa-i Raşidin çizgisinde devlet idâresi gibi bir he-
defleri olamazdı. Halbuki Abbasiler bu maksatla
iktidara gelmiş görünüyorlardı. İdareyi ehl-i beyte
teslim etmemekle beraber siyasetlerini İslâma in-
tibak ettirmek, en azından böyle görünmek için
çaba sarfediyorlar, dini meseleler ve din bilginle-
riyle yakından ilgileniyorlardı. Bu ilgi, siyâsetleri-
ne ayak uyduran bilginlere karşı müsbet ve iltifât-
kar, siyasetlerine karşı çıkan bilginlere karşı ise
acımasız ve zâlimce idi. Mansurun İmam Ebu-Ha-
nife'ye, Memun'un "Kurân mahluk değildir" di-
yenlere yaptıklarını burada örnek olarak hatırla-
yabiliriz.

2. Fıkhın gelişmesi:
İslam ülkesinin sınırları alabildiğine genişle-
miş, birçok millet İslâm ümmetine dâhil olmuş,
memleket idaresi durmadan yeni müesseselere ve
düzenlemelere ihtiyaç gösterir hâle gelmişti. Zirai
üretimi arttırmak için sulama tesislerine, kanal-
lara, orduyu beslemek ve devletin giderlerini kar-
şılamak için vergilere, ülke idâresi ve amme niza-
mının tesisi için çeşitli teşkilât ve kuruluşlara
ihtiyaç vardı. Emeviler devrinde buna benzer işler,
siyaset ve saltanatın icaplarına göre hallediliyor-
du. Şimdi ise başta, Râşid Halifeler-çizgisinde dev-
leti idare etmek isteyen veya bu görüntüyü verme-
ye çalışan halifeler vardı. Bütün tedbirler ve dü-
zenlemeler fetvâya dayanmalı, İslâm bilginlerinin
tasvibi ile "İslâma uygunluğu" sâbit olmalı idi?
İşte bütün bu siyasi, içtimai, iktisâdi ve dini za-
ruretler fıkhın inkişâfına yol açmış, o zamanlarda
ekonomiyi de içine alan İslam Hukuku nazari ve
ameli olarak büyük gelişmeler kaydetmiştir.
( İmam Ebü Yılsuf'uu Hitab'ul-Harac'ı bu neticenin
canlı ve tipik bir örneğidir.)
Fıkhın inkişâfının diğer âmillerini şöylece sıra-
lamak mümkündür:

a) Zenginleşen malzeme: Kur ân ve Sünnet
kaynakları yanında sahâbe, tâbiün, etbaut-tâ-
biin isimlerini alan ve birbirini takip eden kay-
nak müctehid nesillerin reyleri, fıkhî görüşleri
birbirine eklenerek sonraki nesillere intikâl ediyor
ve böylece hukuk ilminin malzemesi zenginleşiyor-
du.

b) Nazari (Teorik) fıkıh: Emeviler devrinde başlayan
nazari fıkıh hareketi bu devirde eğitim ve öğre-
tim, faaliyetleri ile çeşitli fıkıh ekollerinin çalışma-
ları sayesinde daha çok gelişmiş, alıştırma ve ye-
tiştirme maksadına yönelik olmak üzere en olma-
dık meseleler üzerinde kafa yorulmuş, nazari çö-
zümler getirilmiştir.

c) Yeni şartlar, örf, âdet ve teâmüller: Yeni
fetihler birçok milletin müslümanlarla temasını
sağlamış, bunların bir kısmı İslam hâkimiyetine
girmiş, İslâm ülkesi vatandaşları (ehl-i zimmet)
olarak topraklarında eski işleriyle meşgul olmuş-
lardır. İşte bu yeni coğrafi şartlar, örf, âdet ve teâ-
müller ile karşı-karşıya gelen müctehidler, İslamın
umumi ve hususi hükümleri açısından bunları
ele almış, uygun bulduklarını benimsemiş bir kıs-
mını reddetmiş, bir kısmını ise değiştirerek kabul
etmişlerdir. Böylece gelişen İslâm kültür ve mede-
niyeti içinde İslâm hukuku da malzeme, teknik
ve düşünce bakımlarından önemli gelişmeler kay-
detmiştir. Bu cümleden olarak İmam Ebu-Hanife,
Kıbtiler ve İranlıların örf ve adetlerinin bulundu-
ğu Irak'ta; Evzâi, Bizans örf ve âdetlerinin bulun-
duğu Suriye'de; el-Leys b. Sa'd ve Şâfii Mısırda,
Malik Hicaz'da fıkıh çalışmalarını yapmışlardır. O
devirde âdet olan ilmi seyâhatler vâsıtasıyle de bu
bölgeler arasında ilim ve fikir alış-verişi yapılmış-
tır.

d) Fikir ihtilafı ve tartışmalar: Aşağıdaki se-
beplerle meydana gelen hukuk sahasındaki fikir
ve görüş farkı ile tartışmalar da bilhassa nazari
hukukun ve mezheblerin gelişmesinde önemli bir
paya sahiptir.

aa) Metinlerin farklı tefsiri, farklı anlaşılması.

ab) Aynı konudaki nasların ve metinlerin
farklı yorumlarla uzlaştırılması.

ac) Hadislerin kabul şartları, bilinip bilinme-
mesi, kabul edilen hadîslerin uygulanması konu-
sundaki farklı görüşler.

ad) İctihad usülündeki farklar; kıyas, istihsan,
mesâlih gibi prensipleri kabul etmek veya etme-
mek, tefsir farkları vb.

ae) Tabii ve ictimâi çevrenin tesirine dayalı
farklılıklar.

3. İctihad ve mezhebler:
Bundan önceki devrelerde olduğu gibi ictihad,
buna ehliyeti olanlar için serbest idi. Din ilimle-
rinin olgunluk çağında ictihadı kontrol altında tut-
mak için ilimden başka bir tedbire gerek yoktu;
ilim ortamında ehli olmayanın ictihad etmesi ve
tutunması mümkün değildi. İctihada ehliyeti olma-
yan, bilgisi ve kabiliyyeti buna müsâit bulunma-
yan müslümanlar itimad ettikleri bilginlere (müc-
tehidlere) başvuruyor, ihtiyaç duydukları fetvayı
alıyorlardı. Devamlı bir müctehide bağlanma (bir
mezhebe bağlı bulunma) âdeti henüz mevcut de-
ğildi. Kazâ sahasında ise halifelerin tayin ettiği ka-
dılar çoğunlukla kendi ictihadlarına göre hüküm
veriyorlardı ve bir hâkimin hükmü diğerini bağla-
mıyordu. Hukuki istikrarı sağlamak için başvuru-
lan tedbir, bir ekolden yetişmiş bilginleri kadı ta-
yin etmekten ibâretti. Bu tedbir de her zaman ve
her yerde uygulanmış değildir.


Bu devrede ictimai müessese mânasında; yani
bir kısım müslümanların özellikle tabi oldukları
bir müctehide veya müctehidler grubuna (hanefi-
lerde olduğu gibi) âit ictihadlar bütünü diye vasıf-
landırabilecegimiz mezhepler şu sebeplerle meyda-
na gelmeye başlamıştır:

a) Daha önce müctehidler gerektikçe dağınık
meseleler üzerinde ictihad ederlerken bu devrede
fıkhın bütün konularına ait sistemli ictihad faali-
yetleri gelişmiştir.

b) Tedvin faaliyeti bu ictihadların kitaplarda
toplanmasını ve isteyenlerin kolayca bulup fayda-
lanma imkanını temin etmiştir.

c) Aşağıda inceleyeceğimiz fıkıh mektepleri-
nin doğması ve mektepler arası ihtilâf ve tartışma-
lar, gruplaşma sonucunu doğurmuştur.

d) Mesele tartışmalarının usül tartışmalarına
ve araştırmalarına, bunun da usul ilmi (hukuk
metodolojisini) kitaplaştırmaya yol açması ile mez-
hebler daha belirgin hâle gelmiştir.

Bütün bu gelişmelere rağmen dördüncü hicri
asırdan önce müslümanlar, bugün bildiğimiz dört
mezhebe bölünmemişlerdi. Dört mezheb yanında
el-Hasen el-Basri, Evzâi, Süfyân es-Sevri, el-Leys
b. Sa.'d, Süfyan b. Uyeyne, İshak b. Raheveyh,
Ebü-Sevr, Davud ez-Zâhiri, İbn Cerir et-Taberi
mezhebleri mevcut idi. Müslümanlardan bazıları
bu mezheblerden yalnız birine tâbi olurken bazı-
ları da birine bağlanmaksızın hepsinden faydalanı-
yorlardı.

4. Rey ve hadis mektepleri:

Daha önce üstad, muhit ve malzeme farkına
bağlı bulunan Hicazlı-Iraklı hukuk okullarını gör-
müştük. Bu dönemde kaynakların değerlendirilme-
sine ve metodolojiye dayalı başka mekteplerin or-
taya çıktığına şâhit oluyoruz. Bunlardan mensup-
ları az olup zamanımıza kadar yaşama imkânı bu-
lamayan aşırı reyci (Sünneti kaynak olarak kabul
etmeyenler) ve aşırı eserci (rey ve kıyâsı metod ve
kamak olarak kabul etmeyenler) grupları bir ta-
rafa bırakırsak fıkıh bilginlerinin ekseriyetini ihti-
vâ eden iki grup kalır: Mutedil reyciler ve mute-
dil eserciler (ehlu'r-ra'y, ehlu'l-eser). Bu iki hu-
kuk mektebi mensupları hukukun asli kaynakları-
nı (asli delillerini) kabulde birleşirler. Ayrıldıkları
noktalar hadislerin değerlendirilmesi, kıyasın az
veya çok kullanılması, tâli delillerden sahâbe ve
tâbiün ictihadlarına uyup uymama, istihsân ve
mesâlih prensiplerini kabul veya reddetme vb. hu-
suslardır. Dört mezheb imamından üçü reyciler
içinde, Ahmet b. Hanbel ise eserciler içinde yer
almaktadır.

5. Tedvin (derleme) faaliyeti:

Kurân-ı Kerim'in tamamı ile hadislerden bir
kısmı dışındaki bütün dini ilimler ve kitapların
tedvin ve telifi bu dönemde başlamıştır. Bunlardan
mevzuumuzla ilgili olanların tedvini şu seyri takip
etmiştir:

a) Sünnet:
Hz. Peygamber ve sahâbe devrinde bazı ashab
tarafından meydana getirilen sâhifeler, Ömer b.
Abdülâziz'in emriyle başlayan müsned tarzında
(râviler isimlerine göre sıralanarak rivâyet ettik-
leri hadisleri ihtiva eden mecmualar) eserlerden
sonra, Abbasilerin ilk devrinde tasnif tarzında
toplamaların başladığını görüyoruz. Bu hadis mec-
müalarında malzeme, râvi isimlerinin sırasına gö-
re değil, hadislerin konularına göre sistemli bir şe-
kilde toplanıyordu. Bu faaliyet hicri üçüncü asırda
altın çağını yaşamış ve meşhur altı hadis mec-
müası (el-kütübüs-sitte) bu çağın mahsulü olarak
bize kadar gelmiştir.

Sünnetin düzensiz ve müsned tarzında tedvini
fıkhın tedvininden öncedir; fakat konulara göre
tasnif, fıkhın tedvininden sonra yapılmıştır. Bu
tarzda hadis mecmualarının meydana getirilmesi-
nin bir âmili de eserciler (ehl-i hadis) zümresinin,
re'ye dayanan fıkıh karşısındaki menfi tutumları-
dır. Fıkhın her bölümüne âit hadisler sistemli bir
şekilde ortaya konmak, boşluklar sahabe ve tabi-
inden nakledilen görüşlerle (asar) doldurulmak
suretiyle -uygulama için- âdetâ fıkıh kitapları
yerine hadis kitapları teklif edilmektedir.

b) Fıkıh:

Dört mezheb imamlarının üstadları arasında
bulunan; yani o nesilden olan Abdullah b. Müba-
rek, Ebü-Sevr, İbrâhim en-Neha'i, Hammâd gibi ze-
vâtın fıkha âit eserlerinden bahsedilmiş ise de bu
kitaplar bize kadar ulaşmamıştır. Zamanımıza ge-
len ilk fıkıh kitapları, yine bu devirde telif edilen
İmam Mâlik'in Muvatta'ı (hadis ve fıkhı birlikte
ihtiva etmektedir), Şâfii'nin el-Umm, Ebu-Yusuf'un
el-Asâr, el-Harâc, İmam Muhammed'in el-Mebsut
el-Câmi, es-Siyer... isimli eserleridir.

Bu ilk eserlerde, sonrakilere de örnek olan şu
metod takip edilmiştir: İbâdetten ferâize kadar ko-
nular "k i t â b" ismiyle bölümlere ayrılmış, her
bölüme giren meseleler sıralanmış, delilleri (kay-
nakları zikredilmiş ve gerektiği zaman muhâlif
görüşler tartışılmıştır.

c) Kanun:

Abbâsîler devrinde de mahkemelerde hükme
esas olmak üzere hazırlanmış kanunlara raslamı-
yoruz. Hâkimler kendi ictihadlarına ve fıkıh ki-
taplarına dayanarak hüküm veriyorlar. İctihadlar
arasında farklılık bulunduğu için bu usülün -ha-
kime hürriyet ve geniş takdir selâhiyeti vermesi
yanında- hukuki emniyet ve istikrarı tehlikeye
düşürmek gibi bir mahzuru görülüyor. Bunun için
Hârun er-Raşid ve Mansur İmam Mâlik'e, Muvat-
ta; isimli eserini kanunlaştırmayı teklif ediyorlar
ise de Mâlik, bunun ictihad hürriyetini kısıtlayaca-
ğını ve kitabında bulunmadığı halde sahih ve mü-
teber olan bir kısım hadislerle amel edilmesini ön-
leyeceğini düşünerek kabul etmiyor. Ayrıca Abdul-
lah b. Mukaffa'ın (v. 142/759) bütün ülkede uygu-
lanacak bir kanun yapılması teklifi de gerçekleşe-
miyor. Böylece kanunlaştırma hareketinin Osman-
lılara kaldığını görüyoruz.

d) Fıkıh usülü:

Fıkıh bilginleri (müctehidler) arasındaki ihti-
lâf ve münâkaşaların doğurduğu hayırlı bir sonuç
da müctehidlerin hüküm çıkarırken kullandıkları
metodu ve kaynakları açıklayan usül (metodoloji)
kitaplarının yazılması olmuştur. Şüphesiz ilk icti-
haddan beri müctehidler bir kısım delillere, kaide-
lere ve metodlara dayanıyorlardı; ancak bunları
ayrıca açıklamaya gerek görmeden yalnızca neti-
ceyi (fer'i hükmü) ortaya koyuyorlardı. Müctehid-
ler devrinde usulün de ortaya konmasına ihtiyaç
hâsıl oldu. Hanefilerden Ebu-Yusuf ve Muhammed'
in usul konusunda da kitap yazdıkları eski bibli-
yografya kitaplarında zikredilmektedir. Ancak bi-
ze kadar gelen ilk fıkıh usülü kitabı İmam Şafii'
nin er-Risâle isimle değerli ve önemli eseridir. Ri-
sâlenin ana bölümleri şunlardır: Kuran ve onun
hükmü açıklama metodu, Nasih-mensuh (yürür-
lükten kaldırılan naslar), haber-i vâhid (ilk ravisi
tek olan hadisler), kıyas, istihsân, sünnet ve Kur-
an ile münasebeti, hadislerde illet (kabülü engel-
leyen ince ve gizli rivayet kusurları), icmâ, icti-
had ve ihtilâf...

Muhtevâsına bakarak "mücerret hukuk ilmi"
konusunun ilk eseri sayabileceğimiz fıkıh usülü gi-
derek gelişecek, metodoloji yanında hukuk felsefe-
sini de ihtivâ edecektir.

Hukuk_Ana Menü
mico_tasarım