| 
    
       
        
      e-mail: mhan.kayhani@sagduyu.com 22.06.1999 
       
      Pakistan'ın nükleer güce
      erişmesinin hikayesi - I 
     
       Muhterem okuyucular, bu sütunda
    size Pakistan'ın dünyanın yedinci nükleer gücü oluşunun hikayesini anlatmak
    istiyorum. Çünkü Pakistan'ın nükleer güce sahip ilk Müslüman ülke olması her ne
    kadar şimdilik farkında olmasak da uzun vadede hem İslam dünyasını, hem de dünya
    dengesini derinden etkileyecektir. Onun için bu yazımın dikkatle okunacağını
    umuyorum.  
    Pakistan'ın doğuşunun arkasındaki düşünceleri ve bu ülkenin gelişerek dünyanın
    yedinci nükleer gücü olmasını "İslamic Perspective Of History adlı kitabımda
    şöyle anlatmıştım.  
     
    "Hilafetin ilgası ile İslam'ın siyasi birliği ve zinciri koptu, 
    Artık Hind alt kıtasındaki Müslümanların davası yoktu, 
    Çünkü onların davası İslam hilafetini korumak olmuştu, 
    Bu onlara kendi dertlerini unutturmuştu. 
    Ehl-i Salib'in torunları ve Yahudiler sanmışlardı ki, 
    İslam dünyadan göçtü ve artık yoktur, 
    Onlar çok emindiler ki İslam gitti, 
    Yalnız müze ve kütüphanelerde onun hikayeleri birikti. 
    Anlamadılar ki İslam Hak dinidir, 
    Türk, Arap, İran vs.ye mahsus değildir, 
    Bu ebedi bir hakikat ve Allah'ın nurudur, 
    Hiç kimsenin O'nın iradesine karşı koymaya gücü yoktur. 
    Hilafetin ilgasından çok geçmeden, 
    Hind alt kıtasındaki Müslümanlar Pakistan'ı oluşturdu, 
    Orada Kur'an kanunu uygulanacaktı, 
    Böylece İslam'ın dinamizmi vurgulanacaktı. 
    Eğer Hilafetin ilgası İslam'ın devlet yasasına meydan okumuşsa, 
    Pakistan devleti onun bu iddiasını çürütmüştür." 
     
    Böyle bir misyonla kurulan Pakistan, daha kuruluşunda İslam karşıtı güçlere hedef
    olmuştu. Zaten bazı Hintli liderler Pakistan'ın birkaç ay içinde çökeceğine ve
    Hindistan ile birleşmek için yalvaracağına inanıyorlardı. Ama onlar bilmiyorlardı
    ki, imanı zayıf olan Müslümanlar bile İslëm'ın hedef olduğunu anladıkları zaman
    canlarını ortaya koymakta tereddüt etmezdi. Pakistan'lı Müslümanlar da İslëm'ın
    tehdit altında olduğuna inandıkları için her türlü fedakarlığı göze alarak bu
    ülkeyi yaşatmaya çalıştılar. Pakistan'da İngilizler'in yetiştirdiği ve
    işbaşında olan bazı liderlerin gafletlerine rağmen Müslüman halk Pakistan'ı
    yaşatmayı başardı. Bu ülke için en büyük tehdit Hindistan olduğu için Pakistan
    daima Hindistan'a karşı teyakkuzda oldu ve onun her tecavüzüne karşılık verdi. Ama
    Pakistan'lı liderler bu ülkeyi meydana getiren İslam'a pek sadık kalmadıkları için
    ülke 1971 Savaşı'ndan sonra doğu kolunu, yani Doğu Pakistan'ı (şimdiki Bangladeş)
    kaybetti. Bu komploda Pakistan'ın Batılı müttefiklerinin de rolü olduğunu sonradan
    kendileri itiraf etmişlerdir. Mesela ABD'nin Yahudi asıllı eski Dışişleri Bakanı
    Henry Kissinger "Beyaz Saray Yılları" isimli kitabında şunları
    yazmıştır: "1959 Anlaşması'na göre 1971'deki Hindistan-Pakistan Savaşı'nda
    bizim Pakistan'ın yanında yeralmamız gerekirdi. Çünkü Pakistan SEATO ve CENTO
    örgütlerinin üyesi idi. Ama biz bunu yapmadık." ABD ve İngiltere bununla da
    kalmadı, aynı zamanda Türkiye ile İran'ın da anlaşma gereği Pakistan'a yardım
    etmesine engel oldular. Onun için Türkiye Kore Savaşı'na asker gönderirken müttefiki
    Pakistan'a 1971 Savaşı'nda birkaç hemşire göndermekle yetindi.  
    Pakistan bir kolunu da kaybettikten sonra ciddi ve caydırıcı bir güç olan nükleer
    gücü elde etmeyi düşündü. Doğu Pakistan'ın koparılmasına kadar Pakistan Nükleer
    Enerji Komisyonu boşu boşuna Pakistan halkını oyalamıştı. Bu yılların
    kaybolmasında Nobel Fizik ödülü sahibi Kadıyani profesör Abdüsselam'ın rolü
    önemlidir. 
    Hindistan 15 Ağustos 1947 istiklalinden hemen altı ay sonra nükleer güç elde etmek
    için ilk adımı atmış 1948 yılının başlarında ilk olarak Tabii Kaynaklar ve
    Teknoloji Araştırma Bakanlığı'na bağlı Atom Enerjisi Komisyonu'nu kurmuştu. Bu
    komisyon 1954'te merkezi hükümetin bir şubesi olarak Başbakan Jevhar Lal Nehru'ya
    bağlandı. Bundan sonra Hindistan atom bombası ve nükleer güç sahibi olmak için
    ciddi surette seferber oldu. Pakistan ise ancak Ekim 1954'te Atom Araştırmaları
    Komisyonu kurulacağını ilën etti. Bundan ancak üç ay sonra Ocak 1955'te Dr. Nezir
    Ahmed'in başkanlığında 12 üyeden müteşekkil Atom Enerjisi Komisyonu'nun kurulduğu
    ilan edildi. Bu komite Atom Enerjisi Programı'nı hazırlayacaktı. Ayrıca bu program
    için gereken personel ihtiyaçlarını tespit ederek teşkilatlanma için rapor da
    hazırlayacaktı. Bu raporun sonucunda Pakistan hükümeti Atom Enerjisi Konseyi ve Atom
    Enerjisi Komisyonu kurdu. Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu ancak 1956'da vücut bulmuş
    oldu. Bunun fonksiyonu genelde "barış için atom enerjisi araştırma ve
    geliştirme" idi. 
    Atom Enerjisi Komisyonu'nun ilk başkanı Dr. Nezir Ahmed, Cambridge'in meşhur fizik
    alimi Lord Rutherford'un öğrencisiydi. Kendisi daha önce bir müddet Pakistan Pamuk
    Merkez Komitesi'ne başkanlık yapmıştı. Dr. Nezir Ahmed'in başkanlığına
    getirildiği Atom Enerjisi Komisyonu yarı özerk ve kar amacı gütmeyen bir müessese
    olarak kurulmuştu. Yani Pakistan Atom Komisyonu Hindistan'daki benzeri gibi müstakil ve
    özgür bir müessese değildi. 
    Görünüşe bakılırsa Pakistan'ı yönetenler ABD Başkanı Eisenhover "Barış
    İçin Atom" planını gündeme getirdikten sonra bu konuyla ilgilenmeye
    başlamışlardı. Aralık 1953'te Eisenhover Birleşmiş Milletler Genel Konseyi'nde
    Barış İçin Atom Planı'nı açıklamıştı. Bu planın biri ticari ve diğeri de
    askeri olmak üzere iki amacı vardı. ABD'nin amacı nükleer teknolojiyi başka
    ülkelere satarak ekonomik kazanç sağlarken aynı zamanda bu ülkelerin nükleer
    sahadaki her türlü gelişmelerini de gözaltında tutmaktı. Özellikle de gelişmekte
    olan ülkelerdeki askeri amaçlı nükleer gelişmeler kontrol altında tutulacaktı.
    Eisenhover Barış İçin Atom planını açıklarken aynı zamanda Uluslararası Atom
    Enerjisi Ajansı'nın (International Atomic Agency) kurulmasını da teklif etmişti.
    Nükleer silahların üretilmesine engel olacak bu ajans Temmuz 1957'de kuruldu. 
    ABD Başkanı'nın ortaya attığı "Atom for prosperity" yani "refah için
    atom" düşüncesi Pakistan'da hemen yankı buldu. Ancak Pakistan, nükleer silah
    teknolojisi elde etmekten ziyade, zahmetsiz ve çabucak sanayileşerek zengin olmayı
    amaçlıyordu. Maalesef bu naif tutum Pakistan'a birçok kıymetli yıllar kaybettirdi.
    Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı Dr. Nezir Ahmed'in önünde ayrıca siyësi ve
    bürokratik engeller de vardı. Komisyon eğitimden başlayarak araştırmaya ve sonra
    nükleer reaktör kurulmasına geçmek istiyordu. Büyük çabalardan sonra Dr. Nezir
    Ahmed 1957'de araştırma ve eğitim amaçlı bir nükleer reaktör kurulması konusunda
    hükümete raporunu sundu ama Maliye Bakanı'nı ikna edemedi. Dr. Nezir ayrıca ABD'yi bu
    konuda pek esnek bulmuyordu. Dr. Nezir CP-5 ağır su ile işleyen çok yönlü bir
    reaktör istemişti. Ama ABD hafif su ve zenginleştirilmiş uranyum ile işleyen reaktör
    teklif ediyordu. Ordu ve Dışişleri Bakanı bu konuda tamamen lakayd idiler. Onlar bu
    konunun önemini kavrayamadıkları için Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı bürokrasiye
    karşı yalnız başına mücadele vermeye mecbur kaldı.  
    Bu konuya gelecek hafta devam edelim..  |