ebeyazitx.jpg (1449 bytes)

erdemsari1.jpg (4451 bytes)
Ana Sayfa

ebeyazity.jpg (1353 bytes)

     " 1939’da Maraş’ta doğdu. İlkokul ve Lise öğrenimini burada tamamladı. Yüksek öğrenimine 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başladı. Geçim zorluğu yüzünden 1961’de öğrenimini devam mecburiyeti olmayan Ankara Hukuk Fakültesine naklederek askere gitti. Askerliğini yedek subay öğretmen olarak Burdur İli, Yeşilova İlçesi, Çuvallı köyünde yaptı. Askerlik dönüşü fakülte değiştirerek yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebıyatı Bölümünde tamamladı. Edebiyat öğretmenliği, kütüphane müdürlüğü yaptı. İstanbul Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı’nın kuruluşu sırasında genel sekreter olarak çalıştı. Daha sonra, Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı iken bu görevinden istifa suretiyle ayrılarak Akabe Yayınları’nın ve Mavera dergisinin yönetimini üstlendi. 1984’te Akabe A.Ş.’nin İstanbul’a taşınması kararı ile bu görevini devrederek yeniden memurluğa döndü. DPT’de sözleşmeli personel olarak çalışırken, 1987 Milletvekili seçimlerinde Anavatan Partisi’nden aday oldu. Kahramanmaraş’tan milletvekili seçildi. TBMM’nin 18. Dönem çalışmaları süresince Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı. 1991 seçimlerinde adaylığını koymadı, İstanbul’a yerleşti. Evli ve dört çocuk babasıdır. Son şiiri "Üsküdar Risalesi"ni bitiremeden 2008 yılında İstanbul'da akciğer kanserinden yaşama veda eden Bayazıt, TBMM Başkanlık Divanı'nca üstün onur ödülü verilmesi kararlaştırılan 71 kişi arasında bulunuyordu. Cenazesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan R.Tayyip Erdoğan, pek çok bakan, sanatçı ve sevenleri katılımı ile Eyüp'te defnedilmiştir. Tok, kavgacı, destana yatkın bir üslûpta söylenmiş olan şiirlerinde ayrıca ince duyarlılıklar işlenmiştir. İslâmî ton bir “leit-motiv” halinde bütün şiirlerine yayılmıştır. Şiirleri Açı (K. Maraş), Çıkış (Ankara), Yeni İstiklâl, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera ve Yedi İklim dergilerinde yayınlanmıştır. "

"   Soruyla başlasın şair; cevap arasın aramanın künhüne varanlar. Boyalarımın tükeneceği korkusuna kapıldım. Zira portre büyük. Ulu bir çınar gibi ve “gibi”yi şiir’inin en tenha yerine rahatsız etmeden ustaca bağlayan “haza şair” bir ağabey tasvirine yelteniyorum. Cüssemi aşan sözler ihtimaline karşı tedirginlik duymuyorum. Çünkü bir hoşgörü anıtı karşısındayım. Edebin, yanında elini ayağını toplayıp sessizce oturduğu bir arifin, beni hoşgöreceğine güvenim tamdır. Bu rahatlıktan ötürüdür ki, boyalar istedikleri kadar su alabiliyor ve fırça dilediği renge ritim sarhoşluğu ile banıyor.

   Toprağının ve suyunun tahlile tabi tutulup “şair bunun neresinde?” diyeceğimiz Maraş’ta doğdu Erdem Beyazıt. Hançeresinin genişlik kazanması ve sesinin gür bir kıvama kavuşması için böyle olması gerekliydi. Onu şiirle tanıdık, şiirle sevdik. Gür bir soluk olarak mısralarını cebimizden eksik etmedik. Kendine has bir söyleşiye sahip, güçlü damardan akan bu şiir, medeniyetin kokusunu taşır. Akif’i selamlayan, üstad Necip Fazıl’a uğrayan, Sezai Karakoç’u özümseyen ve yunus kokusuna ulaşan; ancak, kimliğinde kimseye taviz vermeyen, özgün dokusuyla var olur Erdem ağabeyin şiiri. Acelesiz, temiz, arandığı zaman ortaya çıkan bir şiir. Serbest şiirde Yunus tadı yakalamak ve şehri kalbinden sorguya alarak bunu yapmak kolay olmasa gerek. O; şehrin, kırların şairidir. O, şehre, kırları göstererek, tabiatın dilinden saadet asrına, şehri uyutarak, geçişler yapar. Bir bakmışsınız şehir Sümeyye Hatun’un  Uhud’a koşuşunu izliyor. Kamerler koşuşmada, vizörlerin hareket alanı yetersiz. Unlar hamura, hamur küllere karışıyor, Sümeyye Hatun’un arkasında Medine ona yetişmeye çalışıyor. Görüntüler flu, sesler baki: “Resûlüllah nerede?”
Erdem ağabey şiirini örerken, attığı ilmeklerde müslüman kalbin fonksiyonu ön plandadır. Hüzün, coşku, cehd, bir titrek kalbin aşk iksiri ile kavrulmasıyle ortaya çıkar. Bu yüzden, ustanın emeği Türk Edebiyatında yer bulamaz. Fakat, hiç gam değil, bundan Türk Edebiyatı zararlı çıkar. Bu berrak akışın gücü  karşısında güçsüzlüğünü hissederler, varsın görmesinler gözlerini kamaştıranı Kararlı, pervasız soluk, sürdürüyorsa yürüyüşünü, herşey merkezindedir.

   Şiirini yetmişli yıllarda, kendini doksanlı yıllarda tanıdım. Şiiri kadar kendine de hayran kaldım. İyi ki Erdem ağabey var diye düşündüm. Şairleri geçimsiz ve ille de uçuk görmek isteyenlere karşı vereceğim bir cevaba onu tanımakla kavuştum. Elbette sanatçı sancılı ve standart dışı insandır. Ancak güçlü sanatçı yanışlarını ve cezbelerini içinde tutmayı başarandır. İncelik, nezaket ve vefayı tasavvuf ikliminde içip irfan libasına dönüştüren Erdem ağabey, şehre sızmış bir derviştir. Yeni bir tutumla bunu başarmış bir insan keşfetmişimdir onu tanıdıkça.  Şehrin incelik iddiasını elinden alan, tabiatın sabırlı anaç tavrıyla üreten yeni bir duruştu onun bu iddiasız görüntüsü. İddia da bu iddiasızlıkta yatmaktaydı. Bir şiir gecesindeyiz; birkaç gencin sahnede şiir okuyacak yerde, Erdem ağabeyi de hedef alarak hakarete varan tavırları karşısındaki metanetini unutamam. Bu suskunluğun etkili bir cevap olduğunu çok sonra anladım.
Bir grup şairle Edirne’nin tarihi yapılarını gezerken sarsılacak kadar etkilendiğine şahid oldum. “Bir yetimlik çağı yaşıyoruz” deyişi onun acısını ve tahlilini ele vermekteydi. Erdem ağabey rahatsızlığına aldırmadan kimseyi kırmamaya çalışır, davet edildiği yere gitmede azami gayret gösterir. 
Gençleri kırmaz. Çok konuşmayı sevmez. Duruşu bir lisandır. Bir şiir gecesinde okuduğum şiiri istemesi beni hayli memnun etmişti. Bir usta tarafından beğenilmek her sanatçı için sevinilesi bir durum olsa gerek.

   Erdem ağabey bir dönem, Özallı yıllarda Anavatan Partisi’nden milletvekili oldu. 1987’de gerçekleşen bu hadise o dönem siyasete keskin kalıplarla bakan bizleri sarsmıştı. Kendisini şiirleriyle eleştiriyorduk. Olayı yazıya dökenler ve ihanet boyutuna taşıyanlar da olmadı değil. Meclise ısındığını sanmıyorum. Bir şair için; Tabiat Risalesi şiirindeki hissedişlerin şairi için, zor bir iş olsa gerek mebusluk. Zaten cari politika kalıplarına uyan bir politikacı olmadı. Bu mümkün de değildi. İkinci bir dönem aday olmadı. Dönüp geldiğinde duyarlılığından birşey kaybetmediğini, aksine hız aldığını gördük. Bu arada siyaset sahnesinde ne valsler, ne borsalar gördük. Zaman kulağımızı fena çekmişti. Koca taşçı çekici pamuk şekerin  üzerine düşmüştü. Şubat yine yirmisekiz çekmişti ve ellerimiz yokmuş meğer, dilden ibaretmişiz sadece. Önce kadife gibi okşamak gerekmiş çocuk yüzlerini. Anladık ağabey, sen yine hakkını helal et.

   “Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz.”
Dev bir çınar gelir aklıma. İçin için yanar. Yandıkça dalları uzar yapraklar yapraklara akar. Gelir altında, sözü ve sükutu damıtan yolcular konaklar. Şark tınısını bürünen bu tok ses, o çınar çağrışımını getirir bana.

   Bir şair portresinde ne kadar uzak kalınırmış mizahın mekanından. Ve ne güçlüdür hüzün rengi, kaplar tuali de fırsat tanımaz bir başka rengin yankısına. Mordan mora.. Mordan mora... Kelime kelime arayış. Aşk hevesiyle arayış. 
“Ey hep bir kelime arayan kalbim,
Sonra arayan, tekrar arayan kalbim.” "
Şakir Altıntaş


ESERLERİ

1-) Sebeb Ey İlk şiir kitabı 1972’de Edebiyat Dergisi Yayınları (2. baskısı Akabe Yayınları, 1979)

2-) Risaleler son şiirleri adı altında Akabe Yayınları arasında 1987 yılında çıktı (2. baskı 1989).

3-) Şiirler (Sebep Ey ve Risaleler iki kitap bir arada) İz Yayıncılık tarafından 1992 yılında basıldı (4. baskı 1998).

4-) İpek Yolundan Afganistan’a:1981’de İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’ı içeren iki aylık gezi ile ilgili izlenimlerini kitaplaştırdı (Akabe Yayınları 1982).

5-) Gelecek Zaman Risalesi - 1998 İz Yayınları. Şiirler


ALDIĞI ÖDÜLLER

1-) Risaleler, TYB 1988 şiir ödülü

2-) İpek Yolundan Afganistana, TYB 1983 Gazetecilik Ödülü.

Ana Sayfa
mico_TASARIM