AÇE - ACEH

01 Ocak 2005



Açe
- Endonezya'ya bağlı Sumatra Adası'nın kuzeyinde bulunan Açe, kuzeyden ve doğudan Malaka boğazına, batıdan Hint Okyanusu, güneyden Sumatra'nın orta kesimlerine komşudur. Yüzölçümü 55,392 km2, nüfusu beş milyon (2001) civarındadır. Açe'nin tamamını Müslümanlar oluşturmaktadır.

- Açe, stratejik konumu ve yer altı zenginlikleriyle Endonezya için çok önemli bir bölgedir. Doğu Timor için mümkün görülen bağımsızlık statüsünün Açe için düşünülmemesinin en önemli sebeplerinden biri budur. Açe, dünyanın en zengin doğal gaz rezervine sahip topraklarından biridir. Yer altı zenginlikleri arasında bulunan petrol, kalay, altın, platin, demir ve boksit rezervleri oldukça önemlidir. Bölgenin tarım arazisi de son derece verimlidir: Baharat, kauçuk, hindistan cevizi ve kahve gibi ürünler ithal edilmektedir.

AÇE-1- Günümüzde bağımsızlık için mücadele veren Açe, XX. Yüzyılın başlarına kadar bağımsız bir İslam Devleti olarak varlığını sürdürmüştür. Sömürgecilik döneminin ardından bu devlet son bulmuş ve pek çok bölgede olduğu gibi sömürgecilerin müdahalesiyle oluşturulan keyfi sınırlar sebebiyle bağımsızlığını yitirmiştir.

- Açe'ye ilk saldıranlar, Sumatra'yı işgal amacında olan Portekizlilerdir. Hatta bu saldırılar neticesinde Açeliler 1565'te İstanbul'a bir heyet göndererek Osmanlı Devleti'nden yardım istemişler ve Portekiz saldırılarına karşı Osmanlılarla bir savunma antlaşması imzalanmıştır (1567). Osmanlı Devleti, bu çerçevede Açe'ye cephane göndermiştir.

- Hollanda daha farklı yöntemler deneyerek 20. yüzyılın başında bölgeye egemen olabilmiştir. Son Açe Sultanı Tunku Muhammed Davut'un 1903'te Hollandalılara boyun eğmesiyle bölge idari bakımdan koloni hakimiyetine girmiştir.

- Hollanda sömürgeciliği ile şekillenmeye başlayan 1949'dan sonraki Endonezya milliyetçiliği, etnik milliyetçiliğe dönüşerek Java'yı merkez; Açeliler, Ambonizler, Papuanlar gibi grupları "çevresel sapmalar" olarak tanımlamaya başlamıştır.

- 1976'da, silahlı bir direniş grubu olarak Gerakan Aceh Merdeka (Özgür Açe Hareketi=GAM) kurulmuştur. Hareket, Tengku Hasan Di Tiro tarafından yönetilmekteydi. Endonezya ordusu bu grubu, "güvenlik karşıtı çete" anlamına gelen Gerombolan Pengacau Keamananan (GPK) adıyla adlandırmıştır. Endonezyalı yetkililer, 1970'lerin sonunda Özgür Açe Hareketi üyelerini tutuklayarak 1989'a kadar faaliyetlerini durdurmuştur. Ancak bu tarihe kadar grup, kendisini yeniden Açe Sumatra Ulusal Kurtuluş Cephesi olarak adlandırarak faaliyetlerine devam etmiş, Aralık 1976'da askeri üslere saldırılar düzenlemiştir. Hareketin kurucusu Tengku Hasan Di Tiro, 1980'den beri İsveç'de sürgünde bulunmaktadır.

- 1998'de Suharto'nun yerine Habibi'nin geçmesiyle Açe'nin askeri operasyon bölgesi statüsü kaldırılmış, Açe'deki olayların son bulabileceği umudu uyanmıştır. Ancak katliamlar son bulmamıştır.

- Endonezya ordusu ve polisinin gerçekleştirdikleri operasyonlarda insan hakları ihlalleri ve Açe'den ayrılan mülteci sayısında önemli artışlar meydana gelmiştir. Açe'deki şiddet nedeniyle yaklaşık 130,000 kişi Açe'yi terk etmek zorunda kalmıştır.

- Bugün Açeliler, iki seçenekli bir referandumun kendileri için en iyi çözüm olduğunu düşünmektedirler: Endonezya'nın bir parçası olarak kalmak ya da özgür, bağımsız bir ülke olmak. 8 Kasım 1999'da yaklaşık iki milyon Açeli, başkent Banda Açe'de toplanarak referandum istediklerini kamuoyuna duyurmuşlardır.

- Açeli din adamları, bugün bile, İkinci Selim'in kendilerine gönderdiği fermanı Cuma hutbelerinde okuyup İstanbul'daki artık varolmayan halifeye bağlılıklarını sunuyorlarmış
İHH
-----------------------------------------------------------

Güney Asya felâketi - TSUNAMİ
yenişafak - 13-1-2005-Turhan Çömez
35 bin çocuk ailesiz kaldı
AÇE-3
Güney Asya felâketinde gördüklerim, insan olarak benim hayal edebileceklerimin çok ötesindeydi.

Acıyı, felâketi, yokluğu, dramı, mucizeyi, acziyeti, metaneti, sabrı gördüm.

Kısacası felâketin tüm yüzüne tanık oldum...



AÇE-2AK Parti Balıkesir Milletvekili Op. Dr. Turhan Çömez, asrın felâketinin yaşandığı bölgeye bir yolculuk yaptı. Çömez ekranlara yansımayan, bilinmeyen yönleriyle asrın felâketini yerinde inceledi. Çömez şunları söylüyor: Güney Asya felâketinde gördüklerim, insan olarak benim hayal edebileceklerimin çok ötesindeydi. Acıyı, felâketi, yokluğu, dramı, mucizeci, acziyeti, metaneti, sabrı gördüm. Kısacası felâketin tüm yüzüne tanık oldum Güney Asya'da.

Açeliler, Kurtuluş Savaşı'nda bize yardım etmişlerdi
Güney Asya'daki deprem felaketinin en çok vurduğu bölgede yaşayan Açeliler, Türk milletine olan sevgilerini Kurtuluş Savaşı döneminde Hintli Müslümanlarla birlikte gönderdikleri para yardımı ile ortaya koymuştu. Sumatra Adası'nın kuzeydoğu ucunda yer alan bu küçük ülkenin halkı ile Türk halkı arasında yaklaşık 450 yıl öncesine dayanan çok güçlü tarihsel bağlar bulunuyor. Osmanlı'dan binlerce kilometre uzakta olmasına rağmen kalesine Osmanlı sancağını diken ve padişah adına hutbe okutan Açe'de, Babürlüler ve Hint sultanlıkları dönemlerinden kalma Türkler de yaşıyor.

Açe'nin Osmanlı ile ilk ilişkisi, 16. yüzyılda Portekiz istilasına karşı koymak için Osmanlı Devleti'nden destek istemeleri ile başlıyor. Osmanlılardan 1900'lü yıllara kadar pekçok kez yardım alan Açe, 19. yüzyılda da Osmanlı idaresi altına girmek için girişimde bulunmuştu. Ancak Osmanlı Devleti Avrupa ile ilişkisini bozmamak için Açe'nin bu isteğine olumlu yanıt verememişti.

Kızılay'dan 8 TIR yardım

Kızılay tsunami bölgesinde koordinasyon çalışmalarını sürdürüyor. Felaketin en sert şekilde vurduğu Açe'de yardım çalışmalarına devam eden 3 kişilik Kızılay ekibine, Tayland'daki ekipten 4 kişi de destek veriyor. Açe'ye karayoluyla 12 saat uzaklıktaki Medan kentinden gelen ekip, bölgeye, 8 TIR yardım malzemesiyle arabalı su tankı, pirinç, hazır gıda, şeker, su, çocuk bezi, sabun, deterjan, tek gözlü ocak, fener, gazyağı ve çeşitli malzemeler getirdi. Bu arada Kızılay'ın Güney Asya'daki felâketzedeler yararına başlattığı kampanyada toplanan para, 3 milyon 338 bin 784 YTL'ye ulaştı.

Deprem haberleri televizyonlarda yayınlanmaya başladığı an yüreğimin burkulduğunu hissettim. 17 Ağustos'u yaşamış biri olarak, felâket haberleri gelmeye başlayınca, olayın tahminlerin çok ötesinde vahim boyutlarının olabileceğini hissettim. Haberlerin, Hindistan'dan, Sri Lanka'dan, Tayland'dan, Endonezya'dan ard arda gelmesi endişemi artırdı. Her geçen gün ölü sayısının artması ve asıl felâketin, ilerleyen zaman içinde or taya çıkacağının belli olmasıyla, kararımı verdim ve arazi valizimi hazırladım. Eşim, kararlı olduğumu bildiği için hiç itiraz etmedi ve hayır dua ederek beni uğurladı. Heyetimizde, çalışma arkadaşlarım, Kızılay yetkilileri, iş adamları ve İstanbul Büyük Şehir Belediyesi görevlisi Dr. Mehmet Yıldırım vardı. İstanbul'dan Bangkok'a, oradan Endonezya'nın başkenti Jakarta'ya hareket ettik. Kızılay ekibinin bir kısmı Bangkok'ta kaldı. Bir Kısmı Sri Lanka'ya geçti. Üç kişilik bir heyet benimle yola devam etti.

Ezan sesiyle uyanıyorum

300 milyon nüfuslu Endonezya 17 bin 500 ada üzerine kurulmuş. Dünyanın en fazla Müslüman nüfusuna sahip bu okyanus ülkesinde, başkent sokaklarında tanık olduğum; korku, merak ve endişe dolu yüzlerdi.

Başkent Cakarta'dan Medan'a uçtuk. Sumatra Adası'nın bu önemli kenti depremi yaşamasa da, izlerini yansıtmaya başlamıştı. Medan kentinde, felaketin acı yüzüne tanık olmaya, insanların dramlarını daha yakından hissetmeye başlamıştık. Kaldığım otelin 7. katında sabah ezan sesiyle uyandım. Tüm camilerde aynı anda başlayan ezan, insanın yüreğine huzurla karışık hüzün veriyordu. Şehrin pek- çok camiinde sabah ezanıyla birlikte okunmaya başlanan Kur'an'ı duyunca, bu şehrin Allah'a daha da yaklaştığını fark ettim. Deprem bu şehirde bir dayanışma ruhu tesis etmişti. Arkadaşlarımızla, sabah erken saatlerde, Fahri Başkonsolosumuz Dr. Rahmat Shah'la buluştuk. Rahmat Shah Endonezya'nın köklü ve zengin bir ailesinin oğlu. Bir dönem parlamenterlik yapmış. Çok sevilen, saygın bir kişi. Türk dostu. Onun evinde de hüzün vardı.

Çocuklar kaçırılıyor

Felâketten en fazla etkilenen çocuklar olmuş. Endonezya'nın Sumatra adasında, çocuklara dair her türlü drama tanık olmanız mümkün. 35 bin çocuk ailesini kaybetmiş. Hükümet yetkilileri, çocuk kaçakçılığı için uyarılar yapıyor. UNİCEF yetkilileri, çocuk kaçakçılarının alenen yaptıkları reklamları söyleyince kulaklarımıza inanamadık. 21. Yüzyıl'da, böylesine bir felâketin ardından, 3-10 yaş arası çocuk aradıklarını reklamlarla duyuran çocuk kaçakçılarının varlığı, aslında, tüm dünyanın daha ne kadar önemli sorumluluklarının olduğunun da bir göstergesiydi. Endonezya hükümeti bu çocukları şimdilik kamplarda barındırıyor. Öğrendiğime göre, çocuk kaçakçılığının önüne geçmek için tüm ülkede geçici olarak evlat edinmek yasaklanmış. Hükümet bu çocuklar için yetimhane ve barınacak yer arayışında. Görünen o ki, çocuklar için yapılacak yurtlar, yetimhaneler, buralar için en anlamlı yardımlar.

'Dalgalar beni defalarca duvara çarptı'

Depremin izlerini silmeleri ve sosyal yaşama adapte olabilmeleri için her türlü desteğin sağlanması şart. Psikolojik danışmanlık hizmetleri ve okullar buralara yapılacak önemli katkılardan bazıları. Sele kapılan bir çocukla konuştum. Çocuk, "Evde oturuyorduk, ne olduğunu anlamadım evin içi tamamen su doldu, sürüklenmeye başladık. Dalgalar beni defalarca sokaktaki duvarlara vurdu. Her yerim yaralandı, annemi ve babamı buldum ama iki kardeşim kayıp" diyor. Gözlerinde hâlâ o dehşetin korkusu ve kayıp iki kardeşine dair umut var. Dalgalar pekçok çocuğu sert yerlere vurmuş. Bu esnada önemli yaralanmalar olmuş. Su yutanları bekleyen en önemli tehlike ise akciğer enfeksiyonları. Ağır travmalar ve yokluk buralarda salgın hastalıkları başlatacak en önemli riskler. Uygun bölgelere açılacak klinikler buraları için önemli destek olabilir. Ne yazık ki, felaketin en acımasız yüzüne çocuklar da, tanık oluyor. Belki de yaşamları boyunca izleri silinmeyecek acı hatıralar kazınıyor belleklerine.

Emzirdiğim bebeği tanımıyorum

Medan'ın 30 kilometre dışında Binjai bölgesinde, Banda Aceh felaketinden kurtulanlara tahsis edilmiş kampa gittik. Çocuklar, gençler, yaşlılar... hepsinin ortak yüz ifadesi vardı. Korku, endişe ve göz yaşı. Pekçoğu ailelerinden kayıplar vermişti. Kendileriyle yarım gün geçirdik. Dertleştik, paylaştık ve yardım ettik. Okyanus ötesinden gelen bu dost el onlara sıcacık gelmişti. Gözüm genç bir anneye takıldı. Kucağında küçük bebeği, yanında biraz daha büyük bir başka çocuk vardı. Dalgın, yorgun ama bir o kadar da vakur bir duruş içindeydi. Yanına gittim. Gözlerinden akan iki damla yaşı silerek benimle konuştu. "Emzirdiğim bebeği tanımıyorum" dedi. Öğrendim ki Aceh'te ailesini kaybetmiş 35 bin çocuktan biriymiş. Genç kadın, ona deprem annesi olmuş. Ve kendi oğluyla, hiç tanımadığı bir ailenin Tanrı emaneti yavrusunu aynı dize yatırmış. Hepimiz duygulandık...

Yapılacak çok iş var

Banda-Aceh, ölümün insana herşeyden yakın olduğu bir şehir. Sokaklar hâlâ cesetlerle dolu. Her yerde dram yaşanıyor. Her ne kadar yardım konusunda biraz geç kalsak da, hayatta kalanlar için yapabileceğimiz çok şey var aslında...

Güney Asya'yı kasıp kavuran deprem ve tsunaminin en acımasız yüzünü gösterdiği yer, Aceh bölgesiydi. Aceh'e gitmeden bölgeyi tanımak için yaptığım araştırma beni heyecanlandırmıştı. Beş asır önce burada Osmanlı'nın izleri ve emeğinin olduğunu öğrenmek beni daha da gayretlendirdi. Medan'dan akşam vakti yola çıktık. Aceh, ayrılıkçı milislerle, Endonezya askerlerinin yıllardır çatıştıkları bir bölge. Rehberimiz, araçların önüne Türk bayrağı açmamamız için bizi uyardı. Öğrendik ki, Aceh'in ayrılıkçı milisleri, hala Osmanlı'dan miras kalan ay yıldızlı bayrak kullanıyormuş. Bayrakları karıştırabilirler ve tehlikeye girebilirsiniz uyarısını ciddiye aldık, araçlarımızın kapılarını kilitleyerek yola çıktık. 12 saat süren ıssız bir yolculuk oldu. Yolda bazen yardım kamyonlarını gördük. Hepimiz bitkin düşmüştük ki sabah saatlerinde köyde yankılanan Kur'an sesi uykumuzu açtı. Sesin geldiği yöne gittik. Köyün merkezinde bulunan ve Aceh'ten gelen, depremzedelerin kaldığı bir camiydi. Türkiye'den geldiğimizi söyleyince gözleri parladı. Onlarla dertleştik. Elimizde olduğu kadar yardım ettik. Karınlarının aç olduğunu en fazla ihtiyaçlarının da pirinç olduğunu söylediler. Yüreğimiz burkuldu ve yolumuza devam ettik.

Aceh Sultanlığı İslam devletiydi

Aceh'te tamamı müslüman 5 milyon kişi yaşıyor. Aceh'liler, felaketin merkezi olan Banda- Aceh'i başkentleri olarak kabul ediyor. Aceh, stratejik konumu ve yer altı zenginlikleriyle, Endonezya için çok önemli bir bölge. Petrol dahil pek çok yer altı zenginliğine ilave olarak, tarım arazisi de çok verimli. Endonezya dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi. 1514 te ilk Aceh Sultanlığı, bir İslam Devleti olarak kurulmuş. Aceh bölgesi 16.Yüzyılda, Hollanda ve Portekizlilerin istilasına uğramış. İstila ile birlikte, hristiyanlaşma süreci ve misyonerlik faaliyetleri de başlamış. Şehirde felaketin tüm acımasızlığına direnen Beyturrahman camiine gittiğimizde, onurlu duruşa tanık olduk. Görüştüğümüz kişiler, caminin mimarlarının II. Selim'in gönderdiği ustaların öğrencileri olduğunu söylediler. Sütunlara baktığımızda, Osmanlı'nın ruhunu net olarak fark ettik.

Banda-Aceh hayalet şehir

Banda-Aceh, ölümün insana her şeyden yakın olduğu ve yaşamla ölüm arasındaki ince çizginin kaybolduğu şehir. Gördüklerimi ne sözle ne de fotoğraf kareleriyle tarif etmem mümkün değil. Kıyamet acaba nasıl olacak diye düşünüyor insan. O kadar dış yardıma ve Endonezya askerlerinin çabasına rağmen, hala sokaklar ceset dolu. Söylenene göre pek çok kişi de dalgaların oluşturduğu sele kapılmış ve okyanusta kaybolmuş. Hala ulaşılamayan bölgeler varmış. 10- 15 metrelik dalgaların saatte 500-700 kilometre hızla şehri yutmasını tahayyül edemiyorum. Ama izlerine tanık olmak çok korkunç bir duygu. Dalgalar şehrin içinde 4-5 kilometrelik bir alanı etkilemiş.

Aceh'in sahil tarafı hayalet şehir gibiydi. İçlere gittiğimizde ise, uzayıp giden, su ve gıda kuyruklarına tanık olduk. Ama üzülerek ifade etmeliyim ki, Türkiye Güney Asya'ya yardım konusunda daha erken davranmalıydı. İsrail, ABD, Avustralya, İngiltere, Mısır, Pakistan ve Japonya'nın olduğu yerde Türkiye olmalıydı. Hem de çok güçlü bir şekilde olmalıydı.

Burada pek çok yardım kuruluşu misyoner gibi davranıyor. Ama geç kalmış sayılmayız dedik ve kıt imkanlarla kolları sıvadık. Burada PASİAD temsilcisi iş adamı arkadaşlarımızla bazı temeller attık. Kızılay görevlisi üç arkadaşımız da, çalışmalara başladı. En fazla ihtiyaç barınma ve yiyecek konusunda. Günde 1000 kişiye yemek verecek mütevazi bir bir aş evi kurduk. Kazanlar kaynamaya başlayınca hepimizin gözleri dolmuştu. Pek çok köye hala ulaşılamıyor. Ulaşabildiğimiz bir kaç köye gittik. Tabi her yer acı ve dram dolu.

Her yerde dram yaşanıyor

Asrın felaketinde okyanusa kıyısı bulunan her yerde dramlar yaşanıyor. Belki pek çoğuna tanık bile olunmuyor. Ben felaketin merkez üssünü anlattım. Kimbilir belki bilemediğimiz ne acılar yaşanıyordur. Yaradılmışı severiz, yaradandan ötürü felsefesiyle yetişen, bu kültürle kendini tanıyan bir milletin mensuplarıyız.

Okyanus ötesinde insanlık dramı yaşanıyor. Buna kayıtsız kalmamak insanlık borcu, kulluk vazifesi diye düşünüyorum. Çok şey yapılabilir. Aş evleri, klinikler, yetimhaneler, okullar, barınaklar yapılabilir. Yapılacak küçücük yardımlar, belki de akan göz yaşının dinmesine, sızlayan yüreklerin acılarının dinmesine vesile olacaktır....