40 gün 40 gece KAFKASLAR -5-



Yokluğa direniyorlar

Gürcistan ve Ermenistan, harikulade güzelliklerle ancak bir o kadar da problemlerle dolu ülkeler

Kafkaslar’ın en köklü milletlerinden Gürcüler’in harikulade güzelliklere sahip bir coğrafyada yaşadıklarını çok işitmiş ama bir türlü görme fırsatı bulamamıştık.
Türkgözü sınır kapısından geçerek başta Ahıska olmak üzere Borjomi, Hasuri, Kutaysi, Gori, Tiflis, Rustavi, Marneuli şehirlerinin yanında, Gürcistan’dan azatlık isteyen Güney Osetya ve Abhazya’yı da görünce, bu övgünün ne kadar yerinde olduğuna biz de hak verdik.
5 milyon 500 bin nüfuslu Gürcistan, Kafkas hattının geniş bir alanını elinde tutuyordu. Ekonomik problemleri aşamayan bu ülkede seyahat eden bir insan için esas problem ise gümrükçüler ve polislerden geliyordu. Gürcistan’da, İngilizce’nin yaygın olarak bilindiği söylenmesine karşılık, Gürcüce bilmeden anlaşmak kolay değildi.
Tarihi kimliği; katedral, manastır ve kaleleri ile ortaya çıkan ülkenin, Stalin’in Gürcü kökenli olmasından ötürü Sovyet döneminde ayrıcalık gördüğü de belli oluyordu.
Petrol üreticisi olmamasına karşılık, benzin ve mazot bulmakta güçlük çekilmeyen Gürcistan’da, anlatılanların aksine iyi bir karayolu ağı var. Ancak buna rağmen trafikte tek yön uygulaması öyle yaygındı ki Tiflis’te kaçırdığımız bir dönüş noktasına tekrar ulaşabilmemiz ancak yarım saatte mümkün oluyordu. Bunun yanında sıkı bir polis denetimi vardı. Ancak bu denetimler başka amaçlar taşıyordu! Sizi durdurmaları için hatalı davranmanız gerekmiyordu.

OSETLER’İN BAĞIMSIZLIK İNADI
Gori’ye 26 kilometre mesafedeki Tshinvali, nüfusu 100 bini ancak bulan Güney Osetya’nın başkenti. Tsinvali’ye 10 kilometre kala başlayan tampon bölgede, kamyonlarla Çeçenistan’dan getirilen mazot ve benzin satılıyordu. Müşteriler ise Gürcü ve Ermeniler’di.
Güney Osetya’ya çok zor girdik. Savaş psikolojisi yaşayan Osetler, Gürcistan yönünden gelişimizden pek memnun kalmadılar. Ama gazeteci olmamız muhtemel bir sorunu ortadan kaldırdı. Güney Osetler, “Gürcistan’dan ayrılıp, Rusya Federasyonu’na katılarak, ilerde Kuzey Osetya ile birleşip, ayrı bir devlet oluruz” ümidini taşıyorlar. Ama bu arzuları onlara çok pahalıya mal olmuşa benziyor. Başkentlerinin bütün sokakları harabe haldeydi. Evlerin çoğu yıkık döküktü. Alışveriş yapabileceğin en önemli yer olan küçük pazar yerinde de sigara, kola, kibrit, yağ ve ekmek satılıyor.
Şehir mezarlığı, savaş sırasında ölenlerle dolarken, bölgede barışın teminatı BM.
Gürcistan coğrafyasını yaşanılır olmaktan çıkartan bir diğer sorun da Abhazya’da yaşanıyor. Çerkez asıllı olan Abhazlar da Gürcistan’dan ayrılmak istiyor. Onlar da tıpkı Güney Osetler gibi, 1992-93’te şiddetli bir savaşa tutuşarak, yaşadıkları coğrafyadaki Gürcüleri, ülke sınırı olarak belirledikleri hattın ötesine sürmüşlerdi.
Gürcü-Abhaz savaşından geriye bir hayalet ülke kaldığını, Suhumi’ye vardığımız zaman gördük. Sıkıntılı bir bölge olduğunu biliyorduk ama, bu kadarını beklemiyorduk. Abhazya’nın bir zamanlar 600 bin civarında nüfusu vardı. Bu nüfus şimdilerde yarının da altına düşmüş. Gantiadi’den, BM askerlerinin nöbet tuttuğu Gali’ye kadar olan 240 kilometrelik Karadeniz sahil hattında kaç insan yaşadığını, neredeyse parmakla dahi saymak mümkündü.
Rusya ve Gürcistan’dan başka, sadece deniz yolu bağlantısı kurulabilen Abhazya’da, Gürcü-Abhaz savaşı sırasında evler, oteller ve işyerleriyle birlikte bütün akaryakıt istasyonları bombalanmıştı. 1 litre de olsa yakıt bulmak mümkün değildi. Belki de o yüzden, ülkede çalışan doğru dürüst araba yoktu.
Suhumi ile Oçamçıra arasındaki köprülerin çoğu, savaş sırasında tahrip edilmişti. Hele Abhazya’daki tek Ahıska Türkü olan Nizam Murat’ın emniyet müdür yardımcısı olarak çalıştığı Gali, ölümün insanı her an yokladığı bir yerdi. Nizam Murat’ın deyişiyle burada ölüm “tez tez gelip gidiyor”. BM askerlerinin görev yaptığı bu şehire, sık sık Gürcü partizanların gelerek ateş açtıklarını söyledi Nizam Murat. Eğer sağlam referansınız yoksa, Abhazya’da dolaşmak imkansız gibiydi.

BOŞ YERE KORKMUŞUZ
Kafkaslar’ı dolaşırken, “Yersiz korkuya kapılmışız” dediğimiz tek ülke Ermenistan olmuştu. Yaygın imajdan etkilenerek, biz de dağ başında bir ülkeye gireceğimizi zannediyorduk. Üstelik Ermeniler’den de kötü muamele görebilirdik. Ama ön yargılı olduğumuzu çabuk anladık. Ajdağ’ın zirvelerinden aşıp Gümrü’ye doğru giderken karşılaştığımız insanlar, üzerimizdeki korkuyu atmamıza yardımcı oldu.

DEPREMİN İZLERİ
Ermenistan’ın ne halde olduğunu gösteren fotoğrafı Gümrü’ye vardığımızda daha net gördük. 1988’deki büyük depremin yıkıntıları hâlâ duruyordu. Bağımsızlık sonrasında Ruslar’ın da ayrılmasıyla, şimdi sadece 180 bin kişi kalmış.
30 bin insanın öldüğü deprem sırasında, başta üniversite binası, beş yıldızlı Şirak Oteli, tarihi kilise ve tekstil fabrikaları kompleksinin yanında, çok sayıda ev de yıkılmıştı. Cadde ve sokaklar perişan bir haldeydi.
Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı saldırgan tutumu ortadayken, dost olduğumuz Sarkis Mikirityan’ın, güzel Türkçesiyle, “Ben Türkleri çok seviyorum. Hele Ankara’yı çok seviyorum. Dünyaya iki kere gelsem, ömrümün birini Ermenistan’da, diğerini de Türkiye’de geçirmek isterdim” demesi bizi çok şaşırttı.
Türkiye’nin sınır kapısını açmasını çok istediklerini söyleyen ihtiyar Sarkis, “Gürcistan sınırı da, İran sınırı da uzak. Ticaret olmaz. Ticaret Türkiye ile olur. Türkiye’de çok zengin adam var. Onlardan damlasa, bize de düşer” diyerek bu isteğinin gerekçesini de mantıklı bir şekilde izah etti.
Osmanlı’nın Revan eyaletinin merkezi olan Erivan da Gümrü’den farklı değildi. Razvan Vadisi’nin iki yakasında yayılan Erivan’da dil konusunun hiç problem olmadığını, birkaç yaşlıya yönelttiğimiz Türkçe sorularla anladık. Pek çok ihtiyar, Türkçeyi anlıyordu. Hepsinin Türkiye ile bir bağlantısı vardı. Erzurum, Kars, Trabzon, Bitlis, Muş gibi yerlerden ya kendileri ya da anne babaları gelmişti. Gerçi gençlerle aynı diyaloğu kuramıyorduk. Ama o da çok elzem bir konu değildi.
Vaktiyle Ermeniler’e Türkler o kadar kötü anlatılmış ki, Margarita adındaki genç bir Ermeni kadını, “Bize sizi o kadar kötülediler ki, biz bir insana kızınca ‘Türk’ diye hakaret ederiz. Hatta Gürcüler’e hakaret ederken, ‘Türkten de beter’ ifadesini kullanırız” dedi.
Çok partili hayatı benimsemekte zorluk çekmeyen ve sokaklarını polislere teslim etmemek gibi bir akıllılık gösteren Ermenistan’ın, aslında en göz okşayan yerinin, Sevan Gölü ve çevresi olduğunu gördük. Sevan Gölü ve civarı bir zamanlar kalabalık bir tatil beldesiymiş. Ama şimdi hem plajlarında hem de konaklama tesislerinde tek tük insan görünüyordu. 1988 yılına kadar Azeriler’in yaşadığı bu yerlerden, Dağlık Karabağ’dan kaynaklanan çatışmalar çıkınca bütün Azeriler sürülmüş; Sumgait ve Bakü’den gelen Ermeniler yerleştirilmiş. Pek çok ev de bomboş bekliyordu.

5 BİN DOLARA BMW, MERCEDES

Çalıntı arabalar cirit atıyor. Erivan’da çok sayıda lüks araba vardı. Araba pazarında 5 bin dolara satılan pek çok Mercedes, BMW marka otomobil gördük. Cherooke, Toyota, Opel gibi bir çok çalıntı jeep satılıyordu. Batı ülkelerinden çalınıp getirildiği söylenen bu arabaların Ermenistan dışına çıkarılması da mümkün değildi. Türk şirketleri reeksport yöntemiyle, Gürcistan üzerinden Ermenistan’la ticaret yapıyorlar. Para transferi de otobüs kuryeleri ile oluyormuş.
Devam edecek

TÜRKİYE GAZETESİ©