işgale son

Taliban üzerine

Ali Bulaç
Zaman gazetesi
Kasım-2001


     Taliban'ın fikri beslenme kaynakları nelerdir? Taliban'ı hangi fikri, tarihsel ve sosyal şartlar ortaya çıkardı? Bu hareketin kaynakları arasında Ebu'l-A'la Mevdudi ve Seyyid Kutup'u gösterenler ya kasıtlı davranıyorlar ya da bilgisizce bu bağlantıları kuruyorlar.

     Modern İslamcılığın en önemli fikri ve siyasi akımı olan Cemaat-i İslami'nin bugün Afganistan savaşına karşı çıkması, onun Taliban'la fikri ve siyasi akrabalığına delil teşkil etmez.

     Taliban'ın önde gelen uleması, hiçbir zaman Mevdudi'yi başvurulacak bir referans kabul etmediler. Onlara göre kendileri gibi medrese kökenden gelmediği için Mevdudi ne alimdir, ne de İslam hakkında görüş beyan etmeye ehliyetlidir. "Tefhim" adı altında yazdığı tefsir de bu yüzden okunmaya bile değer değildir.

     Mevdudi gibi 20. yüzyılın en büyük fikir ve ilim adamları arasında yer alan Müslüman bir şahsiyete ilişkin görüşleri bu olan Taliban'ın öğrenim zincirini Batı türü kurumlarda yapmış olan ve İslam'la ilgisinden önce sosyolog formasyonuyla öne çıkan Seyyid Kutup'u kabul edilebilir bir kaynak kabul etmesi zaten düşünülemez.

     Bundan birkaç sene önce Taliban uleması, Sudanlı Hasan Turabi ile de ciddi bir polemiğe girmiş, sonunda Turabi'nin 'küfrü'ne karar vermişti. Öne sürdükleri gerekçe, hadis ilmiyle uğraşanların pek yakından bildiği ünlü "sinek hadisi"dir. Peygamber Efendimiz (sas)'den rivayet edilen bir hadise göre, "Eğer yemeğe sinek bir kanadıyla düşerse, hemen sineği öbür kanadıyla da yemeğe batırmak lazım." Hadis yorumcuları sinekteki iki kanattan birinde zehir, diğerinde panzehir olduğunu söylerler. Hasan Turabi, bu yorumun herhangi bir gerçeklik temeline dayanmadığını, dolayısıyla bu hadisin uydurma (mevzu) olduğunu söyleyince kıyamet koptu.

     Taliban uleması, İslam dininin önemli bir mezhebi olan Şia'ya mensup Müslümanları da "dinden çıkmış" kabul ederler. Taliban ile İran arasındaki ihtilafın bir sebebi siyasi ise, bir sebebi de Taliban ulemasının Şiileri tekfir etmesidir.

Bu yöndeki örnekleri çoğaltmak mümkün.

     Buradan hareketle Taliban'ın kaskatı bir 'fundemantalist hareket' olduğunu söyleyenler var. Gerçekte ise Taliban, köklere ve asıl sahih kaynaklara dönüşü savunan hiçbir İslamcı akımla aynı görüşte değil. Fundamentalizm, sadece "Kur' an'ı esas alan, bu arada sünneti, sahabe içtihadını ve tarihsel mirası reddedenler" için kullanılabilir bunlar Türkiye dahil birçok ülkede resmi çevreler tarafından destek görüyor olsalar bile, hakikatte İslam dünyasında marjinal bir gruptur.

     19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana meşru çizgide "tecdit, ihya ve ıslahat" iddiaları olan İslamcıların fikri ve siyasi görüşlerini dayandırdıkları üç ana nokta var: Bunlar da Kur'an'a ve sünnete dönüş; içtihat kapısının açılması; ve cihat ruhunun uyandırılmasıdır.

     Taliban, Kur'an ve sünnetin yeni bir okumaya tabi tutulması ve içtihat yapılması gibi fikirlere son derece yabancıdır. Taliban'a göre, Emeviler'in son dönemleri ve Abbasiler'in orta zamanlarında teşekkül etmiş bulunan ilmi miras yeterlidir. Bir şey ne kadar eskiyse o kadar değerlidir; hatta elle yazılmış bir kitap matbaada basılmış bir nüshadan daha hayırlıdır. Taliban'ın İslam'a ilişkin belki de tek, sabit ve değişmez beslenme kaynağı, bundan yüzyıllarca önce ve İslam'ın görkemli zamanlarında Hindistan'da kurulmuş bulunan medrese geleneği ve bu gelenek yoluyla bugüne olduğu gibi nakledilen bilgilerdir.

     Kavramları ve tanımları yerli yerinde kullanacak olursak, dememiz gereken şu ki, Taliban bir "fundamentalist hareket" olmadığı gibi "radikal bir hareket" de değildir.

     Hiç kuşkusuz İslam dünyasında iktidar değillerse de bazı radikal akımlar var. Bunlar çoğunlukla göç sonucunda kalabalık nüfusun toplandığı kentlerde faaliyet gösterirler. Kent radikal hareketlerin en önemli maddi ve sosyal ilham kaynağıdır. Hiçbir şeyin yolunda gitmediği, eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, anlam kaybı, aile parçalanması, ahlaki çöküntü ve kültürel yozlaşmanın yaşandığı kentlerde, radikaller için yapılacak tek şey, kent arazisinin tümden bu kötülüklerden temizlenmesi ve üzerine yepyeni, saf, adil ve lekesiz bir binanın inşa edilmesidir.

      Radikalizm sadece bugüne karşı geliştirilmiş bir muhalefet değildir, bunun yanında geleceğe ilişkin bir ideal, zihnin tasarladığı büyük bir ütopyadır. Ve sanıldığının aksine radikallerin gözü geçmişin eski dönemlerinde değil, yarına ve büyük bir geleceğe çevrilmiştir.

      Radikal İslam, göçün ve kentin, Taliban kırın ve köyün geleneksel ideolojisidir. Onun için her şey geçmişte tanımlanmış, toplumsal hayatta karşılaşılması muhtemel bütün sorunlara çözümler bulunmuştur. Kurtarıcı formüller eski kitaplarda olduğu gibi bizi bekliyor. Eğer merkezi bir iktidar kurulur ve eski alimlerimizin söyledikleri ve çözüm olarak önerdikleri şeyler -ki bunların çoğu yeni içtihat değil fetvadır- resmi devlet politikası olursa, toplum ıslah olacaktır.

      Müzik, kadın sesi ve kadının sivil ve kamusal hayatıyla ilgili görüşlerinin tamamı Afganistan'ın binlerce yıllık tarihi ve sosyal geleneklerine ve tabii ki bunlarla örtüşen 11. yüzyıl fıkıh telakkilerine dayanır.

      Doğrudan Kur'an ve Sünnet'i esas alarak bugüne ilişkin sorunlara çözüm bulmaya çalışan, bu çabayı gösterirken modern zihnin kavramsal çerçevesine başvurmaktan çekinmeyen ve bütün bunların yanında "dirayet tefsiri" yazan Mevdudi ve Seyyid Kutup nasıl olur da Taliban'la aynı kefeye konulur? Ki bu iki zat ve onların kulvarında çok sayıda Müslüman bilgin ve fikir adamı en başta "mezhepsiz" olmakla suçlanmışlardır.

      Taliban için kurtarıcı fikir Sünnilik ve Sünniliğin Hanefi versiyonudur. Eğer Roger Garaudy'nin tanımsal çerçevesini kullanmak gerekirse, bu özelliği dolayısıyla Taliban'a "entegrist hareket" denebilir ancak. Çünkü entegrizmin belirgin özelliği geçmişin üzerine kapanmak ve geçmişte olan ne varsa bugüne taşımaya çalışmaktır.

      Taliban'ın Necd bölgesinin katı şartlarında formüle edilmiş Selefiliğin bir versiyonuyla uyuşma halinde olması, kırın ve özü kaybolmuş geleneğin formuna olan bağlılığına işaret eder. Ahmet ibn Hanbel ve İbn Teymiye üzerinden günümüze gelen asıl büyük Selefi düşünce mirasını tam olarak temsil etmez. Çünkü bu iki alimin epistemolojik görüşü, bid'at ve hurafeye karışmış geleneksel unsurların ayıklanarak, ilk iki kaynağa dönüşü esas alır.

      Taliban'ın geleneğe yüklediği, mutlak anlam onu herkese karşı katı ve dışlayıcı tutuma itmiştir; bu yüzden onlara göre 'Taliban dışındaki bütün İslami grup ve akımlar' gayr-i meşrudur. Afganistan'da binbir meşakkatle faaliyet gösteren Türk okullarını kapattığında, gerekçe olarak bu formdaki Müslümanlığın en hafif deyimiyle "bir sapma" olduğunu, toplumun saf geleneğini bozma potansiyeline sahip bulunduğunu söylemiştir.

      Bununla beraber 11 Eylül'den sonra Taliban'ın İslam dünyasında belli bir sempati kazandığını söylemek mümkün. Ancak bu, İslam dünyasının Taliban'ın fikri ve siyasi görüşlerini paylaştığı anlamına gelmiyor. Afganistan'da olup bitenlere karşı çıkmak ile Taliban'ın İslam anlayışını ve siyasetini paylaşmak aynı şey değildir.


Taliban tecrübesi

      Beş yıllık Taliban tecrübesinin bize öğrettiği ilk önemli ders şudur: Modern dünyayı monolotik bir zihin yapısı içinde algılayıp kökten reddetmek objeler dünyası ve toplumsal fenomenlerin baskısı dolayısıyla mümkün değildir.

      Daha önceki bir çalışmamızda ( Bkz. Kutsala, Tarihe ve Hayata Dönüş, 1985, İst, s. 271 vd.) İslam dünyasında modernliğe karşı üç ana tutum olduğunu söylemiştik: "Teslimiyetçi tutum", "Retçi tutum" ve "Aşmacı tutum".

      Teslimiyetçi tutum, sadece politik, askeri ve ekonomik bakımdan değil, sosyal ve kültürel bakımdan da modern dünyanın gerisinde ve kenarında durmayı peşinen kabul eder. Kendinde herhangi bir üretim gücü bulmadığı için tek iticidir. Modern dünyanın aktif merkezlerinde üretilen iktisadi, teknolojik, sosyal ve kültürel yapıları olduğu gibi alır ve kendine düşen pay oranında tüketmekle yetinir. Halihazırda İslam dünyasının genelinde, özellikle Batıcı ve Batılaştırıcı seçkinlerin elinde tuttuğu iktidar yapılarında bu tutum benimsenmiştir. Teslimiyetçi tutum, sadece resmi toplumla sınırlı değildir, mevcut iktidar yapıları tarafından bütün bir topluma emredici politikalar ve taşıyıcı araçlar, kurumlar yoluyla da taşınmakta ve empoze edilmektedir.

      Retçi tutumun temel karakteristiği, referans noktaları arasında "İslamiyet" belirgin bir yere sahip olmakla beraber, aslında entegrist bir kimlik arz etmesidir. Bu yüzden geçmişin mirası ve nakil yoluyla bugün sahip çıkılan gelenek aslında onun en önemli direnç kaynaklarını oluşturur. Retçilik, bireysel ve küçük cemaatler ölçeğinde savunulduğu müddetçe, belki de demokratik bir hak olarak da görülebilir. Nitekim modern dünyada çok sayıda marjinal grup var ve bunlar ana akım içinde yer almamak için kendilerine özgü coğrafi ve kültürel koruyucu alanlar geliştirmişlerdir.

      Ama modernliğe karşı dini yedeğine almış bulunan geleneksel retçilik, bütün bir ülkenin iktidar yapısını dönüştürmeye kalkıştığında, işte o zaman objeler dünyasının ve toplumsal fenomenlerin ağır baskılarıyla yüz yüze gelir. Geleneğin kendi başına modernliğe karşı durduğu, zaman içinde kalıcı bir direnç gösterdiği görülmemiştir. Bu açıdan Taliban rejiminin İslami referanslarına ve dini söylemlerine rağmen uzun süre ayakta durması, hele iddia edildiği gibi çevre ülkelere 'model ihracı' teşebbüsünde bulunması mümkün değildi.

      Retçi tutum dolayısıyla vuku bulan bütün olaylar ve ortaya çıkan büyük travmalar sadece bu tutuma sahip yapıları tahrip etmekle kalmıyor, modern dünya ile yüzleşmekten yana olan, İslami mirası "tecdit, ihya ve ıslah" yoluyla yeniden yaşanabilir kılma iddiasıyla ortaya çıkan diğer bütün akımları da derinden etkiliyor. Taliban tecrübesinin İslami bakımdan en büyük hatası, kendine özgü bir zihniyet çerçevesinde teşekkül ederken, bu dar çerçevenin dışında kalan namütenahi "mubah alanları" da haram ve yasak kapsamı içine sokmasıdır.

      Oysa Peygamber Efendimiz (sas)'in hadisinde de belirtildiği gibi "Allah'ın hudutları bir koruluk gibi"dir, bellidir. Bunlara tecavüz edilmediği sürece gerisi serbesttir, yani belli yasakların dışında kalan hayatın diğer geniş ve belki de sınırsız alanlarında herkes özgür ve özerk yaşayabilir.

      Taliban acı verici bir tecrübe oldu; ama belki de bunun yaşanması gerekirdi. Çünkü başka şekilde modern dünyayı yeterince ciddiye almayan Müslümanlar, bu dünyanın içinde kalarak onu daha adil, özgür ve insan yüzlü bir şekle dönüştürmek üzere "aşkın (müteal) olan"ın yeniden nasıl tarihe ve hayata dahil edileceğini uzun uzadıya düşünmeyeceklerdi.

a.bulac@zaman.com.tr

mico_tasarım