SİLAHLI - SİLAHSIZ CİHAD

"-Yaşlı baba oğluna:
- Şu oku, yayı ver de sen ev-
de çoluk çocuğa bak. Bu seferki
silâhlı cihada ben gideyim, deyin-
ce, oğlu Said'in cevabı şöyle ,ol-
du:
- Din uğruna cihad etmek
gibi şerefli bir vazife varken, ev-
de kadınlara hizmetkârlık etmek
bana ağır geliyor... Sen istirahat
et ben gideyim..."


  ABAZILARININ aklına cihad denince, mutlaka as-
kerî bir harekât gelmektedir.
Bu anlayışa göre, Resûl-i Ekrem Efendimizin " Ci-
had kıyâmete kadar devam edecektir." Hadis-i Şerif-
lerinin emrettiği cihadın silâhlı çatışma halinde ol-
madığımız zamanlarda olmaması gerekir. Halbuki,
cihadsız hiçbir asır, hattâ hiçbir ay ve günün olma-
yacağı, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'la başlayan Ciha-
dın kıyamete kadar fasılasız devam edeceği bildiril-
mekte, Kur'ân-ı Kerîmde : " Malınızla, canınızla Cihad
ediniz! " buyurulmaktadır. Cihadı toprak kavgasın-
dan ibâret, askerî bir harekât olarak kabul edecek
olursak, bu ayet-i Kerîmenin de yukarıdaki Hadis-i
Şerif gibi bugünkü hayatımızda mânâsı bulunmama-
sı gerekmektedir.

Halbuki, müşriklerin ağır zulmüne maruz kalan
Resul-i Ekrem Efendimizin Mekke hayatı tamamen
cihad ile geçmiş, ancak bu, silâhlı bir çarpışma değil,
sözle, ikna ve izah ile yapılan mücahede şeklinde ce-
reyan etmiş, Cihadın silâhlı mukabelesi Medine'ye
hicret edildikten soma başlamıştır.

Şimdi burada cihadın silâhsız ve silâhlısından iki
nümune zikrederek, Ashab-ı Kiram Hazretlerinin iki
çeşit cihadından misaller vereceğiz.

Resûl-i Ekrem Efendimizden aldığı emir üzerine
İslâmiyeti sadece sözle izah için faaliyete geçmiş olan
Mus'ab (R.A.) Medine halkı arasında geniş kaynaş-
maya sebep olan silâhsız cihada başlamış, evinde
misafir kaldığı Es'ad bin Zürare ile Mekke'de bulu-
nan Resûlüllah'ın talimatı üzerine sadece konuşmak
ve ikna ile hizmete koyulmuşlardı. Bir süre sonra bu-
raya hicret edecek olan Resûlüllah için şimdiden Me-
dine'de zemin hazırlamış oluyorlardı. Ancak, cihadın
bu silâhsız şekli, silâhlısından daha az netice veri-
yor değildi. Mus'ab'la Es'ad'ın Medine'deki İslâmı an-
latma faaliyeti kalb ve ruhlarda derin tesirler uyan-
dırıyor, ikna ile İslâma girenlerin sayısı günden güne
kabardığı için Medine müşrikleri telâşa düşüyorlardı.
Çok iyi yetişmiş bir aile çocuğu olan Mus'ab, kü-
çük yaşta kabul ettiği İslâmiyetinden dolayı anne - ba-
bası onu red etmiş, Mus'ab da uğruna baş koyduğu
İslâmı ilân için Medine'ye gelerek Es'ad bin Zürare'-
nin evinde misafir olup, birlikte silâhsız cihada baş-
lamışlardı. Bu uğurda her türlü fedakârlığa hazırdı-
lar.

Bir gün henüz iman etmeyen Sa'd bin Muaz,
Üseyyid bin Hudayr'a dedi ki :
"- Teyzem oğlu Es'ad'ın, evinde misafir ettiği
yabancı adamla şehrimizde bazı safdilleri dininden
döndürdükleri, bir çok kimseleri de tereddüde düşür-
dükleri artık inkâr edilmez bir hakikat olarak karşı-
mıza çıkmaktadır. Eğer şu Es'ad teyzemin oğlu olma-
saydı yemin ederim ki, onu mahvederdim. Git Es'ad'ı
din propagandası yapmaktan men et. O yabancıyı da
evine misafir etmekten vazgeçsin artık. "

Es'ad'la Mus'ab Medine'nin Beni Zafer kesimin-
de başlarına toplanmış olan halkla konuşuyor; onlara,
kaçırmayacak şekilde yumuşak ifadelerle İslâmı an-
latıyorlardı. Tam bu sırada Üseyyid bin Hudayr'ın
elinde ucu demirli bir harbi (mızrak) ile gelmekte
olduğunu gördüler. Es'ad arkadaşı Mus'ab'a dedi ki
" - Bu gelen adam kabile reislerindendir, eğer
İslâmı kabul ederse onunla çok kimseler de Müslü-
man olurlar. Bütün fesahat-ı lisanımızı kullanmalı,
onu aslâ kızdırmadan bizi dinlemesini temin etmeli-
yiz.
Üseyyid, ucu demirli harbisini hiddetle yere sap-
ladıktan sonra:
" - Niçin bizim eve gelmiyorsunuz da buradaki
saf ve cahil insanlan kandırıyorsunuz? Halbuki bizim
âileyi yoldan çıkarsanız, bütün kabileyi elde etmiş ola-
cağınızdan, bu sizin için kârlı iş olurdu? " dedi.
İşte şimdi silâhsız cihadın en zor safhası başla-
mıştı. Zira silâhlı cihadda insanların cesedleri teslim
alınır, fakat inançları yine ölende kalırdı. Halbuki, şu
anda Üseyyid'in hem cesedi, hem de cesedin içinde
senelerden beri beslediği bâtıl inancı teslim alınacak,
öldürme yerine bil'akis hayat verilecek, bâtıl inanç
yerine îman telkin edilecekti. Bu bakımdan sözle ya-
pacakları cihad, silâhlı cihaddan ham daha üstün,
hem de zordu.

Es'ad kendini toplayarak gayet sakin bir edâ ile
şu cevabı verdi:
" - Yâ Üseyyid! Sen başkalarına benzemezsin;
yüksek bir zekâ, mükemmel bir ilim ve şerefli bir
mevkiye sahipsin. Bizi dinleyeceğinden eminiz. Lût-
fedip otur, beğenmediğin sözlerimize itiraz et, şüphe-
lerinizi cevaplandıralım, bakalım nasıl bulacaksın? "
Üseyyid, ucu demirli harbisini hiddetle yere sap-
ladıktan soma karşılarına oturarak dinlemeye baş-
ladı.

Şimdi sıra Mus'ab'a gelmişti. Beliğ bir mukaddi-
meden sonra Kur'ân-ı Kerim'den âyet-i kerimeler oku-
maya başladı. Üseyyid'de derin bir sükut başlamıştı.
Oturduğu tozlu toprakların üzerinde okunan Âyet-i
Kerimenin mânâsını âdeta vücudunun bütün zerre-
lerince massedip duyuyor, her Âyet-i Kerimenin oku-
nuşunda zihninde şimşekler çakıyordu. Çok geçmedi,
Üseyyid'in yüzünde iman alâmeti görünmeye başla-
dı, okunan Âyet-i Kerlmeler birdenbire onu değiştir-
mişti.

" - Müslüman olmak için ne yapmak lâzım?" di-
ye sordu. Mus'ab

" - Evvelâ yıkanarak temiz elbiseler giyeceksi-
niz; kelime-i tevhidi söyledikten sonra da iki rekât
namaz kılacaksınız, hepsi o kadar," diye cevap verdi.
" - Artık bundan sonra kabilemin fertlerinden İs-
lâma girmek isteyenleri kimse men edemez," diyen
Üseyyid, kalkıp yere sapladığı harbisini alırken
" - Size birini göndereceğim, o da İslâmı kabul
ederse Medine baştan başa Müslüman olur," diyerek .
ayrıldı. Daha evvel onu gönderen Sa'd, Üseyyid'in ge-
lişinden şüphelendi.
" - Yemin ederim ki Senin halinde ve simanda
bir değişiklik vardır, ne olduysa çabuk söyle!" dedi.
Üseyyid " - Sorma, dedi. Gerçi onları tehdit ettim,
bir daha din propagandası yapmayacaklar. Ancak işittiğim
bir başka haber beni üzdü. Rivayete göre, Beni Hare
kabilesi din propagandası yaptığı için teyzen oğlu
Es'ad'ı (aranızdaki anlaşmaya rağmen) öldürmeye
karar vermişler. İstersen sen de git, teyzezâdenden
durumu iyice tahkik et."

Üseyyid'in maksadı Sa'd'ı da onların yanına gön-
dermek, akrabalık hislerini tahrik etmekti.
Sa'd
" - Sen hiç bir şey yapmamışsın?» diyerek hid-
detle Üseyyid'in harbisini kapıp Mus'ab'ın yanına gel-
di ve
" - Es'ad! Teyzem oğlu olduğun için şimdiye ka-
dar tahammül ettim, fakat bundan soma halkımızı
daha fazla şaşırtmana müsaade etmeyeceğim." diye
tehdidde bulundu.
Bunun üzerine Es'ad bin Zürare yumuşak bir dille
" - Bizi bir defa dinleyin, beğenmediğiniz fikir-
lerimizi reddediniz. Sizin kötü gördüğünüzü biz de
reddederiz." diyerek (Fussılet) sûresinden (Ha, mim)
diye okumaya başladı. Okunan âyetlerin ihtiva ettiği
mânâlar Sa'd'ın dünyasını altûst ediyor, o âna kadar
saf gerçek diye sarıldığı bâtıl itikadlarını teker
teker yıkıyordu.

Çok geçmedi_Sa'd (Eşhedü...) diyerek İslâma gir-
diğini ilân etti ve hemen etrafta dellallar bağırtarak
kadın erkek riyaset ettiği (başkanlık yaptığı) kabilenin
ne kadar fertleri varsa, hepsinin bir araya topIanmasını
istedi. Heyecanla istenilen yere toplanan halka da şu
hitabede bulundu
" - Ey insanlar, Siz beni nasıl bilirsiniz? " Onlar,
" - Biz seni kabilemizin reisi, hepinizin en iyisi
biliriz. Senin sözüne isyanı, ihanet olarak kabul ede-
riz." diye cevap verdiler.
" - O halde şunu iyi biliniz ki, bugünden itibaren
Allah'ın birliğine, Muhammed Aleyhisselâmın son pey- .
gamberliğine inanmayan kimselerin benimle alâkaları
kesilmiştir. Onlarla hiçbir bağım yoktur. Beni is-
teyenler İslâma girsin, istemeyenler dilediği yere git-
sin.

Bu hitabenin sonunda Beni Eşhel kabilesinden hiç
bir ferd müstesna olmamak üzere hepsinin birden
Müslüman olduğu, daha soma da bunların her biri-
nin İslâma büyük hizmetler eden Sahabe-i Kiram
arasında yer aldığı görüldü.

İşte bu muvaffakiyet silâhsız cihadın müsbet ne-
ticelerinden biridir.

Şimdi bir de Sahabe-i Kiram'ın silâhlı cihadların-
dan misal verelim.
Okunu, yayını kuşanmış olan Ashab, Bedir Ga-
zasına müteveccihen yola çıkmış, Medine'nin kenarın-
da birbirleriyle vedalaşıyorlardı. Ebu Hayseme ile oğ-
lu Said arasında bir mesele var, bir türlü halledilemi-
yordu. Ebu Hayseme oğluna,
" - Şu oku, yayı ver de, sen evde çoluk çocuğa
bak. Bu seferki cihada ban gideyim diyordu.
Oğlu Said ise
" - Din uğruna cihad etmek gibi şerefli bir şey
varken; evde kadınlara hizmetkârlık etmek bana
ağır gelir, " diyor, babasının isteğine rıza göstermiyor-
du. Nihayet her iki taraf da kur'a atmaktan başka
çare kalmadığını anlayarak işi kur'aya havale etti-
ler. Bu safer yine Said kazanmış, çaresiz babası
geri kalmıştı. Son bir teklif daha yaptı,
" - Oğlum! Gerçi İ'lâ-yı Kelimetullah ( Allah'ın
adını yüceltmek ) için çıkılacak olan cihada iştirak
hakkını sen kazandın, fakat ben ihtiyar oldum,
bundan sonraki gazalara belki yetişemem,
Bedir Gazasına çıkma hakkını bana ver, sen
daha çok gazalar görürsün inşallah."

Said'in cevabı ümid verici değildi
" - Babacığım, istediğim Allah için cihad ederken
şehid olmak, Cennet-i Alâya uçmaktan başka bir şey
olsaydı, bunu muhakkak yerine getirirdim, fakat din
için mücahede ederken şehid olmak istiyorum, beni
affet."

Said bu düşüncesinde o kadar samimi idi ki, din
uğruna şehid oluncaya kadar düşmana kılınç salla-
dı ve şerbet-i şehadeti de içti...

Aradan bir sene geçmiş, Sahabe-i Kiram bu sefer
de Uhud gazasına çıkıyorlardı. Şehid Said'in babası
bu defa en öndeydi. Diyordu ki
" - Vallahi geçen sane Bedir Gazasına iştirak ede-
memenin üzüntüsünü hâlâ hissetmekteyim. Eğer kur'a
oğlum Said'e çıkmasaydı, Bedir'i kolay kolay bırak-
mazdım. Dün sabaha karşı şehid oğlum Said'i rûyam-
da gördüm; Cennet bahçelerinin meyvelerinden ko-
parıp bana gösteriyor, bir kuş gibi uçtuğu nehirler
üzerinden beni çağırarak, Rabbimin vaadettiğini ay-
nen buldum, sen de gel, diyordu."

Ebu Hayseme sözlerinin burasında gözyaşlarını
tutamadığı için daha fazla konuşmadı, biraz ileride
bulunan Fahr-i Kâinat'ın huzuruna çıktı,
" - Yâ Resulallah, dedi. Yaşım ilerledi, kemikle-
rim inceldi, kuvvetim azaldı. Oğlum Said'in yanına
gitmeyi çok arzu ediyorum. Ne olur dua edin de bu
gazada din ,uğruna ben de oğlum Said gibi şehid ola-
yım."

Resûl-i Ekrem Hazretleri, sakallarından aşağı pı-
rıl pırıl gözyaşı döken bu beli bükülmüş aziz insanı
şefkat ve muhabbetle seyrettikten soma, şehidlik ma-
kamına erişmesi için dua etti ve nihayet Ebu Hayse-
me de Uhud Gazasında oğlu Said'in âlemine uçup
gitti.

İşte onlar İslâm için Cihad ederken bu aşk ve
imanda idiler. Kalblerinde Allah'ın vaadettiğinden
gayri hiçbir mükâfat beklemiyorlardı. Sadece Allah'-
ın ihsan edeceği makam, mevki onlar için kâfi geli-
yordu. Cenab-ı Hak bizlere de aynı îman, ihlâs, azim
ve sebat üzere olmak şuurunu ihsan eylesin. Silahlı
cihad gelinceye kadar yapacağımız silahsız cihad'da
da bizleri muvaffak kılsın. (Amin).




Ahmed ŞAHİN
Tarihin Şeref Levhaları'ndan
m
iço