İSLAMDAN ÖNCE NASILDILAR,
SONRA NASIL OLDULAR?

" İslâm, insanları, renkleri,
şöhretleri ve servetleri ile değer-
lendiren bâtıl itikad ve âdetleri
kırıp parçalamış, yerine "en Şe-
refli insan, en büyük ve en muh-
terem insan, Allah'tan en çok kor-
kan insandır." hükmünü koymuştur."


Bir şeyin iyilik ve kötülüğü, eğrilik ve doğrulu-
ğu, neticelerine bakınca daha iyi anlaşıldığına göre,
şimdi burada İslâmdan evvel ve İslâmdan sonrasına
ait iki netice görecek ve hükmünüzü ondan sonra da-
ha kat'i olarak vereceksiniz.

İslâm güneşi kalb ve vicdanları henüz aydınlat-
mamışken, Mekke müşriklerinden biri, günlük ha-
yatlarından bir safhayı şöyle anlatıyordu
" - Ok ve kılıncımı takınarak, deve ve koyun sü-
rüleri yağmacılığına giden kafileye ben de katılmış-
tım. Fakat hücum ettiğimiz sürülerin adamları biz-
den daha baskın çıkarak çölde peşimize düştüler; bu
kovalamaca sırasında arkadaşlarımızdan beş kişiyi,
arkalarından iki omuz aralarına isabet ettirdikleri ok-
larla öldürdüler. Biz de Mekke'ye dönüp mukabil ola-
rak attığımız okların hedeflerine neden isabet etme-
diğini konuşmaya başladık. Hücum sırasında yanımı-
za aldığımız putların da yardımını göremeyişimiz, ca-
nımızı iyiden iyiye sıkmıştı.

Daha evvelki baskınlarda ölen amcamın bir kız
çocuğu yanımda büyüyordu; hemen gidip onu getir-
dim. Kumlu çöldeki hurma ağacına iyice bağladıktan
sonra, karşısına geçerek vücuduna doğru ok atışı ta-
limine başladık. Müslümanlıktan evvel öksüz çocuk-
Iarı ok atışı taliminde hedef olarak kullanmak âdet ol-
duğundan, ne kadar ok atmışsam hiç birini istediğim
yere isabet ettirememiş ve o gün putların şansımızı
bağladığına inanmıştım.

Bir gün sonra tekrar geldiğimiz zaman, ağaçta
bağlı duran amcamın kızının aldığı yaralardan henüz
ölmemiş olduğunu görünce, tam hedefine isabet et-
tirdiğim ilk oku yine ben atmış ve o gün ilâhların yağ-
macılığa müsaade ettiğine inanarak, tekrar sürülerin
otladığı yaylalara doğru yola çıkmıştık! "

Aziz okuyucu, şu ifşaat ve i'tiraflar, İslâmdan ev-
velki insanların düştüğü içtimai ve ahlâkî sefaleti,
bütün fecaatiyle ortaya koymaktadır.

Şimdi bir de İslâm güneşi ufuklarda parlayarak,
o katı kalbleri aydınlatıp, vicdanları merhamet ve şef-
katle doldurduktan soma, insanların nasıl bir vicda-
nî hassasiyet kazandıklarını inceleyelim, İslâmiyet
sayesinde nasıl bir halet-i ruhiyeye kavuştuklarını
dinleyelim. Hz. Ebû Zer şöyle anlatır:
" - Bir gün Bilâl ile sohbet ediyorduk. (R.A.)
Her nedense konuştuğumuz, mes'elede ağız mü-
nakaşasına başladık. Bilâl'in anası Habeşli bir siyah
kadın olduğundan, bu meseleye senin aklın ermez si-
yah kadının oğlu, dedim. Renginin siyahlığından dola-
yı ayıplamış olduğum Bilâl, çok üzülmüştü. Söyledik-
lerimi gidip şikâyet yollu Resulüllah'a anlatmış. Bir
adam gelerek : Seni Resûlüllah çağırıyor, dedi; hemen
huzuruna çıktığım Resûlüllah, bana:
" - Renginin siyahlığından dolayı Bilâl'i ayıplaya-
rak (siyah kadının oğlu) demişsin, doğru mu? dedi.
Ben ise utancımdan hep yere bakıyor, cevap ver-
meye muktedir olamıyordum.
Resûlüllah devamla buyurdu ki:
- Demek sende İslâmdan evvelki cehâlet günle-
rinden kalma değer ölçüleri ve âdetleri var. Halbuki
İslâm, insanları renkleri, şöhret ve servetleri ile de-
ğerlendiren o bâtıl itikad ve âdetleri kırıp parçaladık-
tan sonra yerine: "En şerefli insan, en büyük ve en
muhterem insan, Allahtan en çok korkan insandır;
dinine sımsıkı sarılan şuurlu müslümandır" hükmü-
nü vaz'etti. "Riyasız, ihlâslı bir müslüman olduktan
sonra, renginin siyahlığından dolayı bir mü'min ayıp-
lanabilir mi?"

Aziz okuyucu, lûtfen dikkat buyurun!
İslâmın insan değerlendirmekteki değişmez ölçü-
sü işte budur.

Daha birkaç sene evvel öksüz çocukları ok talim-
lerinde canlı hedef olarak kullanmaktan çekinmeye-
cek kadar vahşette olan bu yerlerin sâkinleri, şimdi
Resûlüllahın bu kadarcık ikazından dolayı cevap ver-
me kudretini kaybedecek kadar anlayış ve haysiyete
sahip oluyorlar.

Fakat Ebu Zer bunu da kâfi görmüyor, (Siyah ka-
dının oğlu) diyerek hakir görmüş olduğu Bilâl-i Ha-
beşî'nin evinin eşiği üzerine yüzünü koyarak:
"- Hazret-i Bilâl'in mübârek ayakları bu kaba ve
anlayışsız Ebû Zer'in yüzüne basarak buradan geç-
medikçe, bu eşikten başımı kaldırmam" diyor.
Bu kadarcık bir hatadan dolayı duyduğu üzüntü
ve teessürün şiddetini, bu şekilde gidermek istiyor:
Sonra Bilâl geliyor. Ashabın ileri gelenleri araya gi-
riyorlar. (Bu yüzler çiğnenmeye değil, öpülmeye lâ-
yık) diyen Hz. Bilâl, hakkını helâl ettiğini söylüyor ve
ancak o zaman Ebu Zer yüzünü eşikten kaldırarak
Bilâl'le kucaklaşıyorlar.




Ahmed ŞAHİN
Tarihin Şeref Levhaları'ndan
m
iço