HAYATINI VERDİ, FAKAT İMANINI VERMEDİ.


"- Bu iman davası kadar aza-
metli bir dâvâ yer yüzüne bir da-
ha gelmeyecek ve bu dâvâ uğru-
na ölenlerin şerefine denk bir şe-
ref daha dünyada vücud bulma-
yacaktır.
"


    " UDAL kabilesi ileri gelenleri Resülullah'a müraca-
at ederek Müslüman olmayı arzu ettiklerini, fakat ka-
bilelerinde İslâmiyeti öğretecek kimsenin bulunmadı-
ğından, aşiret mensuplarının putlara tapmaya devam
ettiklerini ifade ile kendilerine vâiz gönderilmesini is-
tediler.

Resülüllah da bu müracaatı kabul ederek, Udal
kabilesine Ashabın en seçkinlerinden bir mücahid
grubunu gönderdi. Onların vazifesi, sadece Kur'ân
okuyup, İslâmiyeti anlatmaktan ibaret olduğundan,
yanlarına kılıç - kalkan gibi harp malzemesi alma-
mışlardı.

Fakat, Mekke kâfirleri o güne kadar mertçe ya-
pılan meydan savaşlarında bir hayli küfür yoldaşla-
rını kaybettiklerinden, işi kalleşliğe dökmüşler; ken-
dilerine Kur'an okutmak için gelen bu mâsum insan-
ları, birer birer kılıçtan geçirmek gibi bir zillete düş-
müşlerdi.

İşte bu mâsum mücâhid grubun içinde Hubeyb ile
Zeyd bin Desine de vardı. Müşrikler onlara dokunma-
dılar; çünkü İslâmın bu iki kılıncı, daha evvelki harp-
lerde müşriklerin bir çok küfür arkadaşlarını er mey-
danına çağırarak, onlara lâyık oldukları dersi ver-
miş ve canlarını Cehennem'e yuvarlamışlardı. Onun
için bu iki zâtı götürüp hapsetmeyi tercih ettiler; tâ ki
biriken intikamlarını, bütün müşriklerin iştirakleri
ile ve büyük bir vahşetle alsınlar.

Hapsedildiği Hüceyrin evinde gününü beklemek-
te olan Hubeyb'de hiç bir korku ve telâş eseri görül-
meyişi, müşriklerin dikkatinden kaçmıyordu. Devam-
lı namaz kılan Hubeyb'den bu kadar telâşsızlığının
sebebini sordular, şöyle cevap verdi:
- Bu imân dâvası kadar azametli bir dâvâ yer
yüzüne bir daha gelmeyecek ve bu dâvâ uğruna ölen-
lerin şerefine denk bir şeref, daha dünyada vücud bul-
mayacaktır. Telâşa bunun için sebep yoktur.

Arkadaşı Zeyd'e Hubeyb'in nasihatı şuydu:
- Sakın üzülme; eğer müşrikler bizi öldürürler-
se, bu ALLAH'ın rızasına ve bütün mü'minlerin dua-
sına mazhar olacağımıza işarettir. Çünkü bundan son- .
ra gelecek olan İslâm mücahidleri bizi örnek alırlar ve
sırası gelince İslâma hizmet yolunda fedâ-yı can et-
menin dahi gerektiğini, onlar da idrâk etmiş olur-
lar.»

Nihayet beklenen gün gelip çatmıştı. Hubeyb'i
görmek için toplanan müşrikler, ona, Peygamberi in-
kâr ederse kurtulacağını söylemişlerdi. Hubeyb, müş-
riklere istihza ile (alayla) bakmış ve:
- Ölümlerin en fecisini mi teklif ediyorsunuz?
Ben imân ettim; imân nedir, biliyor musunuz?. de-
mişti. Yıllardır küfür ve dalâlet bataklığı içinde yuvar-
lanan böylesi inatçı kâfirler, imânın ne demek oldu-
ğunu nereden bileceklerdi?

O'nu, Ten'im denilen kumlu bir çöle götürdüler
ve asacakları ağacın yanında -isteği üzerine- iki
rek'at namaz kılmasına müsaade ettiler. Sonraları
idam mahkümlarının kılmayi âdet ettikleri bu nama-
zı tamamladıktan sonra Hubeyb, müşriklere şunları
söylüyordu:
- Eğer ölümden korktu da namazı uzattı, diye-
cek olmasaydınız, şu namazı daha çok uzatmayı arzu
ederdim; fakat imân edenin nazarında ölümün korku-
lacak hir şey olmadığını size göstermek için, kısa kes-
mek mecburiyetinde kaldım.

Darağacına çıktığı zaman, " intikam, intikam!.."
diye bağıran elleri sopalı gözleri kanlı müşriklere
karşı:
- Lestü übali..., diye başlayan konuşmasında da
şöyle diyordu:
- Bu katlim imân ve İslâm dâvâsı için değil mi?
O halde, asla müteessir değilim. İslâm'a bir değil, bin
Hubeyb feda olsun.» Ve sonra ilâve etti:
- Yâ Rab, merdçe karşımıza çıkmayıp da bizi
kalleşçe arkamızdan vuran şu elleri baltalı, gözleri
kanlı güruhu, kalleşliklerinden dolayı kahreyle!

Bu sırada kin ve gayzları son hadde çıkmış olan
müşrikler, ellerindeki kargı ve sopalarla Hubeyb'in
üzerine yürüdüler. Vücuduna inen her darbeye karşı:
- İlâhi görüyorsun ya, canımı fedâ ediyorum,
ama imânımı asla! Resulüne selâmımı tebliğ eyle ve
O'na karşı olan muhabbet ve imânımın asla sarsılma-
dığından O'nu haberdar kıl! diye niyazda bulundu.
O sırada mescidinde bulunan Resulüllah:
- Ve aleykümselâm yâ Hubeyb, diyordu.
Ashabın ne var? diye sormaları üzerine de:
-Müşrikler onu şehid ettiler, fakat hakikatte
o kazandı. Diyerek vak'ayı olduğu gibi Ashab'ına an-
latıyordu. Radiyallahu anhüm ecmain.
Allah onların hepsinden razı olsun.

Ne azametli iman ya Rabbi!
Hayatını feda ediyor; imânını asla..."




Ahmed ŞAHİN
Tarihin Şeref Levhaları'ndan
m
iço