HAYAT ANCAK DİN İÇİN FEDA EDİLİR,
DÜNYA İÇİN DEĞİL..


" Biz ne Medine hurmalık-
ları, ne de cahiliyyet damarı için
harbettik. Biz, ALLAH ve Resûlü-
nün dinini tebliğ yolunda cihad
ettik. Bu uğurda akan kanların,
alınan yaraların, kaybedilen can-
ların hiçbiri boşuna değildir.."


    GÜNEŞ kafaların içindeki beyinleri pişirircesîne
hararet saçıyordu. Yığın yığın kum tepeleriyle çevril-
miş UHUD dağının eteği biraz evvelki çarpışma so-
nunda akan Müslüman kanları ile yer yer kızarmış,
şehid ashabın mübarek cesetleri Allah için akan bu
sıcak kanların sanki çeşmesi olmuştu.
Bu sırada Resul-i Ekrem Hazretleri mübârek el-
lerindeki kılıncını yukarıya kaldırarak
"- Hakkını edâ etmek şartiyle bu kılıncı kim
alir?" buyurdu.

Kavurucu sıcağın kızgın bir kül haline getirdiği
kumlardan ayaklarmı korumak için elbiselerinin par-
çalarını taban altlarına saran Ashab hep bir ağızdan
- Ben... Ben... diye ellerini uzattılar... Kılınç
üzerinde şu yazı vardı
"- Korkaklıkta ar(utanç), ileri atılmakta şeref ve itibar
vardır; halbuki insan korkmakla kaderden kurtulamaz."
Ebu Dücane de bu yazıyı okuyarak, mânâsını dü-
şünmekle meşguldü. Hemen sordu
"- Yâ Resûlallah, bu kılıncın hakkı nedir ki?"
"- Bu kılıncın hakkı, iki kat oluncaya kadar düş-
mana çalmaktır." cevabını alınca
"- O şartla kabul ediyorum..." dedi.
Allah'ın Resulü, sesinin bir bölük asker kadar
heybetli olduğunu söylediği Ebu Dücane'ye mübârek
kılınçlarını teslim buyurdular.

Ebu Dücane Hazretleri, Resûl-i Ekrem'in kılıncı-
nı alır almaz biraz ötede saf halindeki müşrik ordu-
suna doğru mağrur ve mütekebbir bir tavırla yürü-
meye başladı. Başına bir de renkli sarık sarmıştı. Bu-
nu, ya ölmek yahut da zaferi kazanmak azmiyle sar-
mak âdetti. " Ebu Dücane ölüm, alâmetini takmış. " de-
diler. Düşman saflarına doğru çalımlı çalımlı yürüyü-
şünü Resul-i Ekrem
"- Bu yürüyüş ancak bu makamda ve din düş-
manına karşı olduğundan Allah gazablanmaz." buyurdu.
Ebu Dücane ilk hücumunda düşman saflarını ya- ,
rarak müşrikleri teşci (cesaretlendirmekte) etmekte olan
kadınların çadırlarına kadar ilerledi. Feryad ve figan
içinde bâğırarak kaçışan müşrik kadınlara da
"- Resul-i Ekrem'in kılıncı yaşlılara, kadınlara
ve çocuklara zarar getirmez, bil'akis onları korur,
korkmayınız," dedi.

Bu arada Kuzman adında biri Ebu Dücane'den
hiç geri kalmayacak derecede kahramanlık ve şecaat
gösteriyor, fakat Resûl-i Ekrem onun için
"- O, Cehennemliktir." buyuruyordu. İlk anda
karşılaştığı müşriklerin yedisini öldürmüş olan Kuz-
man, nihayet aldığı bir kılınç darbesiyle kumların üze-
rine yuvarlanmış, başına toplanan ashab
"- Şehidlik makamın mübarek olsun yâ Kuz-
man..." demişlerdi.

Daha evvel
"- O Cehennemliktir." buyuran Resül-i Ekrem'in
sözünün hikmeti şimdi dâha iyi anlaşılıyordu. Çünkü
Kuzman, kendisini tebrik edenlere şöyle cevap veri-
yordu
"- Benim aklımdan şehidlik rütbesi diye bir şey
geçmiyor; dinin müdafaası ise onu hiç düşünmüyorum.
Ben ancak düşmanın Medine hurmalıklarına verece-
ği zarardan korktum, bir de beni evde gören kadın-
lar başıma bir örtü atarak sen madem Uhud harbine
iştirak etmiyorsun, o halde başına bunu örterek kö-
şede otur da erkek sanmayalım, diye hakaret ettiler,
onun için geldim."
Yaraların acısına dayanamayarak intihar eden
Kuzman için Resul-i Ekrem
"- Allah bu dini, günahkâr bir adamla da kuv-
vetlendirir." buyurdu.

Resûl-i Ekrem'in kılıncını büyük bir liyakatle ta-
şımaya devam eden Ebu Dücane ise, Yemâme harbin-
de Beni Hanife'nin, yüksek bahçe duvarlarının arka-
sına saklanarak Müslümanlardan bir çok Ashabın za-
yi olmasına sebebiyet verdiklerine şahid olunca şöyle
konuştu
"- Ey Müslümanlar, düşman duvar arkasından
attığı oklarla bizi teker teker imha etmektedir. Baş-
vurduğumuz bütün çareler neticesiz kaldı, şimdi be-
ni bu duvardan içeri atmanızı rica ediyorum, duvar
kapısını açıncaya kadar ölmeyeyim, gerisi mühim de-
ğil." Ne kadar ısrar ettilerse de Ebu Dücane'yi vazge-
çiremediler.

Nihayet sırt sırta binerek Ebu Dücane'yi tek ba-
şına duvarın üzerinden Müşriklerin içine bıraktılar.
Beni Hanife müşrikleri, kendilerine bir yem gibi atı-
lan bu adama karşı hayretten dona kalmışlardı. Bun-
ların şaşkınlığından istifade ile duvar kapısını açma-
ya doğru koşan Ebu Dücane, ayağının kırılmış oldu-
ğunun farkında bile değildi. Bir eliyle kapının koca
mandalını çekerken, bir eliyle de Resul-i Ekrem'in
kılıncı ile kendini kollamaya çalışıyordu... Tek ayak
üzerinde tek kolla kendini daha fazla müdafaa ede-
medi, son bir gayretle bir daha zorladı. Mandalı çı-
karmıştı... Bir sel gibi içeriye dolan Ashab, müşrik-
lere hadlerini bildirirken, Ebu Dücane rengârenk kan-
lar içinde tebessümle İslâmın zaferini seyrediyordu.
Kendisinin kılınç darbeleri ile aldığı yaralarını sar-
mak isteyenlere şöyle konuştu
"- Biz ne Medine hurmalıkları, ne de cahiliyet
damarı için harbettik. Biz Allah ve Resûlünün dinini
tebliğ yolunda cihad etmekteyiz. Bu uğurda akan kan-
ların, alınan yaraların, kaybedilen canların hiçbiri
boşuna değildir. Allah'ın vereceği mükâfata o kadar
müştâkım ki, bunun için vücudumun kalbur gibi ol-
masına bile razıyım. Yaralarımın çokluğu asla mü-
him değildir. Bana şehidlik makamı ihsan etmesi için
duanızı bekliyorum, başka isteğim yoktur."

Tarihin Şeref Levhalarına geçen bu sözler Ebu
Dücane'nin son sözleriydi.

Onlar öyleydi. Ya bizler?..




Ahmed ŞAHİN
Tarihin Şeref Levhaları'ndan
m
iço