BU ÜMMETİN FİRAVUNU
"Abdullah
ibni Mes'ud, son
nefesini vermekte olan Ebu
Cehil'e: - Allah'a hamd olsun ki,
zafer ve galibiyet İslamdadır. Yeis
(ümitsizlik) ve keder içinde öl..' diyordu."
"BEDİR Muharebesinde
bulunan Abdurrahman bin
Avf, İslâmın azılı düşmanı Ebu Cehilin son dakikala-
rına ait meşhudatını (şahitliğini) şöyle anlatmaktadır :
Bedir Muharebesinde iki çocuğun arasında kal-
mıştım. Kendi kendime böyle tehlikeli bir günde, bu
iki çocuğun arasında bulunacağıma, keşke cengaver
iki kahramanın arasında bulunsaydım; diye esef et-
meye başladım.
Bu sırada yakmımdaki gençlerden biri yaklaşa-
rak :
- Amca sen Ebu Cehil'i tanır mısın? dedi.
- Tanıram fakat senin Ebu Cehil'le ne alış ve-
rişin var? dedim. O da:
- "O, Resulüllah Hazretlerine pek çok ezâ-cefâ
etmiş, bunun için ahdettim. O'nu görürsem yakasına
yapışacak, ya onu geberteceğim, ya da kendim ölece-
ğim. İkimizden birimiz ölünceye kadar çarpışacağım "
diye mukabelede bulundu.
Biz bu minval üzere konuşurken diğer genç gel-
di, o da aynı şekilde Ebu Cehil'i sordu. Bunların kü-
çük vücutlarında taşıdıkları büyük imanları bana ce-
saret ve kuvvet verdi. Bir müddet sonra Ebu Cehil'i
devesine binmiş, etrafını çevreleyen adamlarının ara-
sında dolaşırken gördüm :
- "İşte sizin aradığınız Ebu Cehil!" diyerek onu
bu iki çocuğa gösterdim.
Yayından fırlayan ok misali aniden yanımdan ay-
rılan çocuklar yıldırım süratiyle Ebu Cehil'in yakını-
na kadar sokuldular. Küçük boylarıyla develerin ka-
rınlarının altlarından rahatlıkla geçiyorlardı. Sürat-
le hareket ettiler ve Ebu Cehil'in ayaklarını kılınçla-
rıyla keserek onu deveden aşağıya düşürdüler.
Meğer kendilerini çocuk diye mühimsemediğim bu iki
kahraman, Afra hatunun oğulları Muaz ve Muawiz
imiş.
Şimdi buradan ötesini de Muaz'ın kendisinden
dinleyelim :
- "Ben kılıcımla Ebu Cehil'in ayağını kestim. O'-
nun oğlu İkrime de bana bir kılıç salladı, omuz ba-
şından kolumu ayırdı, yalnız bir deriyle tutan ko-
lum sallanıp kaldı. Göğsümün üzerinde asılı duran
kolum bana çok zahmet veriyordu. Başka çare bula-
madım, sallanan kolumun ucuna ayağımla basıp çek-
tim, kopardım."
Ebu Cehil kendisini ticaretle uğraşan Mekkelile-
rin reisi bilir, çiftlikte çalışan Medinelileri hakir
görürdü. Bu sebeple hâkir gördüğü Medinelilerden
Muaz'ın darbe-i kahiresi (yok eden vuruşu) altında
kumlar üzerinde kıvranırken :
- "Keşke beni çiftçilerden başkası öldürseydi"
diye((söylenmeye başladı.)
Bu sırada Resul-i Ekrem Efendimiz :
- "Acaba şu anda Ebu Cehil ne yapıyor? Kim
ondan bir haber getirecek?" diye sordular.
Bunun için Abdullah bin Mes'ud koşarak Ebu Ce-
hil'in bulunduğu yere geldi. O, henüz can çekişiyor-
du: - "Ey İslâm düşmanı, ne haber?" diyerek üs-
tüne basıp göğsüne çıktı. Ebu Cehil ise, son nefesleri-
ni yaşamaktaydı, bununla beraber içinden beslediği
kinini yine dışına aksettirerek:
- "Ey koyun çobanı, pek de yüksek yere çıkmış-
sın!." diye mırıldandı, sonra sordu : " Zafer hangi ta-
rafta, sen ondan haber ver? "
İbn-i Mes'ud buna :
«- Allah'a hamd olsun ki, zafer ve galebe İslâm-
dadır. Yeis ve keder içinde öl! diye mukabelede bu-
lundu.
Bu halinde bile "Peygamberinize olan husumetim
(düşmanlığım) şimdi daha şiddetlendi", diye hezeyanlarda
(saçma, kötü konuşma) bulunan Ebu Cehil'in başını
İbn-i Mes'ud kesip kılıncına takarak huzur-u Risalete
getirdi, Resûl-i Ekrem Hazretleri:
- "Seni kahreden Allah'a hamd olsun, ey adüv-
vüllah! (Allah'ın düşmanı) dedikten sonra şöyle buyurdular:
-
Bu herif bu Ümmetin Firavunuydu!
"

Ahmed ŞAHİN
Tarihin Şeref Levhaları'ndan
miço
|