BİR BAŞKOMUTAN VE BİR HALİFE

"- Dünyanın ıslahı için alı-
nan bütün beşerî tedbirler, düşü-
nülen tüm çareler, yalnızca insa-
nız zahirine (dışına) hitab eder,
vicdanına nüfuz edemez. İslâm ise,
ıslahatını evvelâ beşeriyetin kal-
binde, vicdanında yapar."


  DOĞUDA İran Mecusileri ile çarpışan İslâm Or-
dusuna Ashab'dan Ebu Ubeyde başkumandanlık et-
mekteydi. Çarpışma bütün gün olanca şiddeti ile de-
vam etmiş, nihayet ortalığı karanlık kaplamaya baş-
ladığı için, iki taraf da vuruşma sahasından geriye çe-
kilerek, akşama kadar susuzluk ve açlıktan perişan
olan nefislerini bir yudum soğuk su, bir iki lokma ek-
mek ile susturmak istemişlerdi. Fakat İslâm Ordu-
sunda ne bir damla soğuk su, ne de bir lokma olsun
taze ekmek bulmak kolay bir şey değildi. Ordu Ku-
mandanı Ebu Ubeyde'nin önüne getirilen sofrada ise,
soğuk su, taze ekmek vardı. İslâm askeri, kendileri
susuzluktan yansa, açlıktan ölseler de kumandanları-
nın aynı perişanlığa düşmesini istemedikleri için ona
hususî sofra hazırlamışlardı.

"- Neferlerimizin (askerlerimizin) sofralarında da
böyle soğuk su, taze ekmek var mı? Yoksa ben
kumandanınız olduğum, için mi büyle sofra getirdiniz?
" diye soran Ebu Ubeyde'ye şöyle cevap verdiler:
- Kardeşlerimiz bu soğuk su ile şu taze ekmeği
sizin için saklamışlardı da...»
Bu cevap karşısında Başkumandan Ebu Ubeyde,
kızgın kumların üzerinde diz çöküp oturduğu sofrayı
elinin ucu ile öte tarafa iterek şöyle konuştu:
"- İlâ-yı Kelimetullah (Allah'ın kelimesinin yüceltmek)
için kanlarını aynı safta beraberce akıtan kardeşleri-
mizin sofrasından farklı sofraya oturmak kadar
ind-i ilâhide (Allah katında) kötü bir hareket ta-
savvur etmiyorum. Ya bu soğuk su ile şu taze ekmeği
götürür, kardeşlerimizin içtiği sıcak su, yediği kuru
ekmek ile değiştirirsiniz. Yahut da Ordu Kumandanı
değil, Halife-i Müslimîn (Müslümanların Halifesi)
bile olsa Ebu Ubeyde, bu hususi sofraya oturmaz!"

   İslâmı bilmeyenler, onun insan hayatında oynadı-
ğı müsbet ve medenî rolü idrak etmeyenler, gelsin-
ler çöldeki deve çobanının İslâm sayesinde kazandığı
şu insani hassasiyeti ve medeni duyguyu ibretle gör-
sünler! Bu yüksek fazileti bugünün yüksek tahsillile-
rinde ve en yüksek kademeyi işgal eden büyük ûn-
vanlılarında bulabilecekler mi, baksınlar. Hem de on
dört asır evvel İslâmın telkin ettiği insâni anlayışla
günümüzdeki zihniyet seviyesini mukayese etsinler...
İslâmdan uzaklaştıkça sınıf kavgasını şiddetlen-
diren yirminci asrın insanları, bu meziyetin yalnız İs-
lâm orduları Başkumandanı Ebu Ubeyde'ye mahsus
olduğunu da zannetmesinler.

   İslâma gönül veren her ferdde aynı faziletleri her
zaman müşahede etmek daima mümkündür.. İster-
seniz bir vaka daha anlatalım, bu da İslâmın en yük-
sek kademesine ait olsun.

   Ramazan-ı Şerifin 27 nci akşamı... Yani Kadir Ge-
cesi... Şanı yalnız Arap Yarımadası'nı değil, İran'ı,
Konstantiniye'yi ve nihayet Endülüs'ü bile istilâ et-
miş olan Halife-i Müslimin Hazret-i Ömer (Radıyal-
lahu Anhu) bir Sahabe'nin evinde iftar sofrasında...
Ev sahibi zat:
"- Buyur Yâ Emirel - Mü'minin, şu sizin için" diyor.
"- Nedir o?"
"- Bal şerbeti!.. Zatınız için saklamıştık da."

   Halife-i Müslimin birden irkiliyor ve topraktan
mamul bardağın içindeki bal şerbetini işaret ederek:
"- Götürün bunu, götürün," diyor ve ilâve ediyor:
"- Ne zaman idaresini üzerime aldığım Müslü-
manlar sofrasında bal şerbeti içmeye başlarlarsa, ben
de o zaman bu şerbeti içebilirim. Yoksa idarî ağırlık-
larını sırtımdaki bir dağ gibi vücudumda da hissetti-
ğim Müslümanlar, içmeye kuyu suyu dahi bulamaz-
ken, benim burada bal şerbeti içmem İslâm Adâleti
ile asla bağdaşamaz!"

   Ey basiret sahipleri ve ey dünyayı İslâmsız kurta-
racağını sanan "İzm" ciler ve sâireler! Boşuna zahmet
çekmektesiniz! Dünyanızı ıslâh için aldığınız bütün
tedbirler, düşündüğünüz bunca çâreler insanın zahi-
rine hitap eder, vicdanına nüfuz edemez... İslâm ise
islâhatını evvelâ beşeriyetin kalbinde, vicdanında ya-
par... Sonra da, çöllerde kervan vurup kız çocuklarını
bile diri diri gömecek kadar katı kalbli olanları böy-
lece gördüğünüz gibi dünyanın örnek insanları ya-
par, insaniyetin Âlâ-yı illiyyinine çıkartır...
(En yüksek derecelerine)

   Askeri sıcak su içtiği için kumandan soğuk suya
iltifat etmez. Milleti kuyu suyu bulamadığından Ha-
lifesi ikram edilen bal şerbetine elini uzatmaz!
İsterseniz şahıslarında İslâmın ihtişamını tama-
miyle müşahede ettiğimiz İslâm büyüklerinin bu aziz
hâtıralarından birini daha yâd etmekle mevzuumuza
burada nihayet verelim.

   Zamanın idarecilerine bakarak "Bunca senedir
Halifelik yapan Hazret-i Ömer kimbilir ne kadar zen-
gindir? demeyiniz. Hilâfeti sırasında Abdurrahman
bin Avf'a bir adam göndererek ondan (455) dirhem
ödünç para istiyor ve bu parayı da lükse değil de ai-
levî ihtiyaçlara sarfedilmek için istediğini açıklıyor.
Abdurrahman bin Avf ise, para yerine kendisi-
ne şu aklı veriyor:
"- Yâ Emirel-Mü'minin! Parayı benden mi isti-
yorsunuz. Halbuki BeytülmaI (devlet hazinesi) senin
yanındadır; şimdilik oradan al; sonra yerine koyarsın."
Hayatının tek düsturu Allah korkusu, din ölçüsü
olan Emirel - Mü'minin ona şu cevabı veriyor :
_- Yâ Abdurrahman! Ödünç parayı senden is-
tiyorum, çünkü, sana borçlanırsam bir emr-i Hak vu-
kuunda veya borcumu ödeyememe halinde mirasım-
dan bir parça vererek seninle helâlleşmak kolay olur.
Devlet hazinesine borçlandığım sırada bu emr-i Hak
vukubulursa o zaman devlet hazinesinde hissesi bu-
lunan bütün Müslümanlarla helâllaşmak mecburiye-
tinde kalırım. Bu takdirde mirasım kâfi gelmeyeceği
gibi mizanımdaki sevabım dahi beni kurtaramaz."




Ahmed ŞAHİN
Tarihin Şeref Levhaları'ndan
m
iço