ALTINOLUK - Nisan 1998 
 
 
Taha AKYOL'un görüşleri... 

“Devletin İslâm’la Barışması Zorunludur” 

– Devlet-Din ilişkileri Türkiye’de problemli bir alan olarak görülüyor. Sizce de öyle mi? Problem sizin açınızdan hangi boyutlarda?

Taha AKYOL: Evet, Türkiye’nin temel sorunlarından biri, din-devlet ilişkilerindeki sağlıksızlıkdır ve bunun en büyük sebebi, otoriter laikçi devlet anlayışıdır.
        Devletin laikliği böyle anladığı bütün toplumlarda bu sorun yaşanmıştır.
Sorun ciddi boyutlardadır. Bu sorun, özelliştirmeye taraftar veya karşıt olmaya benzemez. Bu sorun, tarihte büyük toplumsal kavgalara yol açmıştır. Dayatmayla değil, yumuşama ve uzlaşmayla çözülür.

– Devletin bu alanı düzenlemek için benimsediği ilke laiklik ilkesi olarak belirdi. Bu ilkeyi getirirken İslâm’dan ve İslâm’ı üstün bir değer yargısı olarak benimseyen halktan ne bekliyordu? Problem nerede çıktı?

Taha AKYOL: Fransız Jakobenizminden esinlenen bizdeki laiklik, sadece devletin teokrasiden arınması olarak değil, dinin devlet eliyle toplumdan da tasfiyesi ve “vicdan”larda bırakılması olarak uygulanmıştır. Demokrasi döneminde toplumdaki her dindarlık tezahürünün “irtica” paranoyasıyla karşılanmasının ve “görüldüğü yerde ezilmeli” diye devlet şiddetiyle karşılanmasının temelinde bu yanlış anlayış vardır. Bu çatışma, devletin dini toplumsal alanda tasfiye etmek istediği Fransa’da da şiddetli gerilim ve rejim sorunlarına sebep olmuştur. Liberal ve muhafazakar modernleşme modellerinde ise, mesela İngiltere, ABD ve kuzey ülkelerinde bu din-devlet çatışması yaşanmamıştır.
Bizdeki laikçiler Batı tarihini ve din sosyolojisini bilmedikleri için, ezberledikleri vecizeleri tek hakikat sanıyorlar ve dar kafalı davranıyorlar.

– Aradan 70 yıl geçti. Türkiye’de Devlet-Din ilişkileri problem olmaya devam ediyor. Bu arada devletin hâlâ İslâm’dan beklentileri var; İslâm’ın reforme edilmesi, müslümanların bunu kabul etmesi gibi. Gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu bir çıkış yolu olarak görüyor musunuz? 
AKYOL: Devlet, bırakın din gibi tamamen itikadi bir alanı, bütünüyle dünyevi olan ideolojik düşüncelerde bile “reform” yapma hakkına, yetkisine sahip değildir; buna kalkışmak akıllılık da olmaz. Böyle bir yaklaşım zihinlerin resmi ideoloji tahakkümü altına alınması, toplumsal ve zihni dinamizmin öldürülmesi olur.
Siyasi kültürümüzün kısırlığının önemli sebeplerinden biri, bu resmi ideoloji dayatmasıdır zaten...
Kamu düzenini ihlal etmeyen ve şiddetten uzak duran her düşünce, bu arada inançlar, doğal akışına bırakılmalıdır. Yeni yorumlar, yaklaşımlar, yeni fikirler toplumsal süreçte oluşur.

– Sizin için devletin İslâm’la barışması sözü anlamlı mı? Anlamlıysa bunun içi nasıl doldurulabilir? Toplumsal barış için de öyle bir girişimi gerekli bulur musunuz? 
AKYOL: “Devlet İslâmla barışmalı” sözü anlamlı olmanın ötesinde, zorunludur. Bunun içi, demokrasiyle doldurulur. Din alanında devlet liberal özgürlüklere saygılı olmalıdır. Şu, özellikle önemlidir: Devlet eliyle dinin toplumsal alanda tasfye edilmesi biçimindeki bir devlet yapılanması ve siyasi kültür, kendi muhafetini de “devlet eliyle dinin topluma egemen kılınması” biçiminde üretmektedir. Jakobenizm, dünyanın her yerinde dinin siyasileşmesine yol açmıştır. Barışmanın yolu, toplumsal alanın demokratik, sivil, liberal (hürriyetçi) bir alan olduğunu kabul etmektir.

– Anayasa Mahkemesi kararları ve laikliğe bir doktrin olarak bakan çevrelerde Türkiye’deki laikliğin batı ülkelerindeki laiklikten farklı olacağı belirtiliyor. Gerekçe olarak da böyle bir tavrın İslâm’ın ve müslümanların özelliklerinden kaynaklandığı söyleniyor. Bu değerlendirmelerden özgürlükleri kısıtlayıcı bir laiklik tanımı çıkıyor. Bu görüşü nasıl değerlendiriyorsunuz? 
AKYOL: Anayasa Mahkemesi’nin laiklikle ilgili yorumlarını resmi ideolojinin tariflerine uygun buluyorum, halbuki bireysel özgürlüklere ve liberal değerlere öncelik veren bir yorum hem daha “ileri” olur hem toplumsal barışa daha bir katkı sağlardı. Meselenin diğer boyutu daha önemlidir: Bizdeki resmi laik anlayış, hem İslâm’ın sosyal ve kültürel tarihini hem Batı’nın modernleşme tarihini incelememiştir. Bu ufka sahip olmayınca da, resmi laiklik anlayışı, tek parti devrinin resmi dogmaları, vecizeleri içinde “geçmişi” günümüzde yaşatmaya devam ediyor.

– Laiklik Türkiye’de tarif sıkıntısı çekiyor. Anayasa Mahkemesi müteaddid defalar laiklik tarifi yaptı. Bu tariflerde laiklik İslâm’ın karşısına alternatif bir hayat düzeni hatta bir din olarak konuyor. Siz de bu izlenimi ediniyor musunuz? 

AKYOL: Sorun, bireysel hürriyet alanının geniş mi, dar mı olacağı sorunudur. Bireysel hürriyet alanı geniş olacaksa dini düşünce ve hayat tarzı gibi, ladini, hatta dinsiz düşünce ve hayat tarzı da serbest olacaktır. İslâm tarihindeki felsefe ve “itizal” tartışmalarını, bunun kelam ve tasavvufa bile büyük katkılar sağladığını hatırlayın. Toplumsal gelişmenin şartı bu hürriyettir. Dogma, laik olduğu zaman dogmatizmden kurtulmuş olmayız.

– Sayın Demirel’in 1980’lerde verdiği demeçlerde laikliğin bir din gibi algılanması konusunda kaygıları var. Buradan yola çıkarak devlet adamları nezdinde İslâm-devlet-laiklik-demokrasi-konularının nasıl çözümlendiğini düşünüyorsunuz?
AKYOL: Halkın seçtiği devlet adamlarıyla, bürokratik cihazın devlet adamları arasında, genelde laiklik anlayışları çok farklı olmuştur. Ben, Karabekir’in, Fethi Okyar’ın, Menderes’in, Özal’ın çizgisini doğru buluyorum. Nasıl çözümlendiğini soruyorsunuz, çözümlenmiyor ki!

– Şöyle bir tartışma var: Dindarlar diyor ki; “Türkiye’de inanç özgürlükleri kısıtlı.” Buna karşılık da; “camileriniz açık değil mi, ibadetinize engel olan mı var?” söylemi mevcut. Siz dindarların daha çok özgürlük taleplerini anlamsız buluyor musunuz?
AKYOL: Camiler açık öyleyse din özgürlüğü var, lafı samimiyetle söyleniyorsa, sosyoloji alanında bir cehaletin ifadesidir. Dinin camide kalması için söyleniyorsa, liberal hürriyetlerin reddidir. Batı’ya baksınlar, din ve kilisenin kendisi kilisenin içinde mi kalıyor?

– Türkiye’nin İslâm ve demokrasiyi birlikte yaşatma noktasında İslâm ülkelerine örnek olabileceği, olması iddiası var. Bunu sağlamada çok başarılı olduğumuzu düşünüyor musunuz? Halk iradesine karşı gösterilen endişelerin önemli bir boyutu aslında İslâm’a karşı endişeler olarak düşünülemez mi?
AKYOL: İslam ve demokrasinin birlikte yaşaması, yani rejimin demokrasiye halk iradesine ve hürriyetlere dayanması, İslâm’ın da sivil toplumda liberal hürriyetlere sahip olması Türkiye’nin dünyaya sunabileceği mükemmel bir modeldi. “Refah Partisi”nin siyasi kültürsüzlüğü ile partideki aşırılar ve “derin devlet”, Türkiye’nin bu evrensel şansını dumûra uğrattılar. Sonunda oraya varacağımıza, başaracağımıza inanıyorum.

– Şöyle bir varsayım üzerinde düşünürsek; 70 yıl önce Cumhuriyet kurulurken İslâm’la daha barışık bir çizgi tutturulabilir miydi? Tutturulabilseydi Türkiye’nin bugünleri nasıl olurdu?
AKYOL: Bu son derece mümkündü. Karabekir’in Terakkiperver Partisi bunu savunuyordu ve Osmanlı modernleşme sürecinde bu potansiyel, bu büyük şans oluşmuştu. “İrtica” evhamıyla Terakkiperver kapatıldı. İsmet İnönü 1947’te “Terakkiperver”i kapatmakla hata ettik, demiştir. Devrim tarihleri “Terakkiperver’in “irtica partisi” olduğunu yazıyor da, İnönü’nün bu sözünü yazmıyor! Tek Parti ideolojisi, 1934 yılında, Osmanlı’dan beri devam eden ve Batılılaşma yanlısı Türk Kadın Cemiyeti’ni bile kapatmıştı.
Süreç devam etseydi, bugün nasıl olurdu? Buna bilimsel değil, ancak “analoji” yoluyla cevap verebiliriz: Türkiye Fransız modeline göre değil, liberal iİngiliz ve ABD modeline göre bir din-devlet-toplum ilişkisi modelini seçmiş olurdu.