Ayin Sohbeti
Sâdik Dânâ
 ALTINOLUK Dergisi
Subat 1998

Bütün Is Benligi Birakmak


– Efendim siz gazete de okuyorsunuz, dergi de okuyorsunuz, okutuyorsunuz. Dünya hadiselerini takip ediyorsunuz. Oysa genellikle tasavvuf erbabinin dünya hadiseleriyle pek ilgilenmedigi düsünülür. Hele bir Allah dostu kendi dünyasina çekilmistir, elini etegini çekmistir gibi düsünülür. Sizin manevi sorumluluklarinizin neresinde bulunuyor dünya ile ilgilenmek?
– Allah yolunda olan hepsini bilir. Dünyayi daha iyi bilir, ama dünyanin üzerinde durmaz. Hani çok kimseler zannederler ki, o gözü tamamen kapali; dünyaya akli hiç ermez. Bilakis dünyaya akli öyle erer ki... Cenabi Hak o irfani vermis, fakat fazla kendilerini hirpalamazlar. Zaten Allah’ini seven her konuda bilgili olacak, gözünü açacak. Saflik baska, temizlik baska, ahmaklik baska. Safla ahmaki da ayirt etmek lâzim. Öyle zannediyorlar. Bagiracak, çagiracak, vuracak, kiracak. O mesrebde olanlar da var gene Allah dostlarindan. Babamin seyhi vardi, Zeynelabidin Efendi derlerdi, mesayihten ama vasat tahmin ederim, o da öyleydi, çok sertmis böyle. Hilmin yaninda sertlik olacak, muhterem üstadimiz efendimiz gibi. Dünyanin en yumusak insani, dünyanin en celalli insani sirasina göre. Ebu Bekir Siddik Efendimizin mesrebi böyle. Sahsina karsi halim, selim. Ama dine karsi olunca mânâ degisiyor. Rabbimiz hepimizi bu büyük zatin mesrebinde eylesin. Bu yolun kurucusu Ebu Bekir Siddik (r.a.) Efendimizin mesrebi bambaska, lisana gelmez. Meselâ insan sayar mesrebi su su su diye. Ama bir de onun üstünde daha baska birseyler var. Meselâ Fahri Kainat Efendimizin meziyetini yazabilir miyiz? Yazdigimiz mahdut. O’nun iç tarafinda bir çok incelikler var. Ancak Ebu Bekir Siddik (r.a.) Efendimize nasip olmus o. Ebu Bekir Siddik (r.a.) Efendimizi seçti Fahri Kainat Efendimiz, baskasina bu seyi vermedi. Iman baska ama bir de islâmî incelikler var. Islâmî inceliklerde hersey ölçülü.
Halbuni Cami imami vardi, Sâm-i serifte. O da çok degerli bir insandi, mesayihten. Evi açik, gelen giden misafir kalir ama müddeti yok, isteyen bir ay kalir, isteyen iki ay. Bir gün oraya ugradik, davet etti. Böyle agzi açik üstadimizi seyrediyor.
“Sam ehlullah yatagi, yüzlerce ehlullah gördük fakat Ebu Bekir Siddik Efendimizin mesrebinden böyle birisini görmedim” demis. Iyi insan çok ama kâmil olmak da herkese nasip olmuyor.

– Efendim, Sami Efendi Üstadimizin celallendigi bir ani hatirliyor musunuz?
– Celâllendigi ani da olurdu. Ahmakça hareket edildigi zamanlar, muhatabina celallendigi olurdu süphesiz. Ama herkese hem sevdiriyor, hem korkutuyor. Tabii bunlar istisnai olarak yaratilmis ve öyle ömür sürmüsler. En ufak hatali bir is yapmak isteseler, yapamazlar. Defter onu öyle yazmis.

– Efendim sizlerle olan seyahatlerimizde, halktan kimseler hemen etegimizi çekistiriyor ve kimdir bu efendi diye soruyorlar. Hiç alakasiz, Kuveytli bir askerden tutun, Kenya’daki bir turist rehberi hanima kadar herkes soruyor: “Kim bu zat” diye...
– Iste mürsidi kamiller daima sevgiyle bakar etrafina. Sevgiyle baktigi için karsisindakinde o hal (sevgi) tecelli eder.

– Efendim hakikaten çok güzel konular konusuldu Allah razi olsun. Son olarak çok konusulan bir mesele var; Islam-terör beraberligi tarzinda. Bir müslümanin nezaheti, rifki, merhameti sanki hiç görülmüyor. Bir müslümanin nezâheti nasil olmali?
- Fahri Kainat (s.a) Efendimizin hayati, nezâheti belli. Büyükler de onu, mümkün oldugu kadar kendilerinde tatbik etmeye gayret etmisler. Müslümanlar zeki olacak; anlayisli, nazik, kibar olacak. Tabii nezâket çok mühimdir. Efendim benim imanim var, tamam ama ashabi kiram da kisim kisimdi. Bazen Ebu Bekir Siddik (r.a) mesrebinde olanlar vardi, çok sertleri de vardi. Ama iman bakimindan hepsi imanli o baska. Müslüman denildigi zaman, bütün iyilikler onun üzerinde cem edilmis bir insan telakki etmek lazim. Ama bunu gören, yasayan da pek azdir, zümrüdü anka gibi. Yine ancak bu, seyrü sülûk görenlerden tek tük çikabiliyor. Bir kere affedici olabilmek, intikamci degil. Mü’min daima affedici olacak. Bilhassa iki müslüman, aralarinda ufak birseyden bakiyorsun birbirlerine giriveriyorlar. Celâdet ancak küffara karsi. Insan, kalbini mümkün oldugu kadar sevimsiz insanlarla mesgul etmemesi lâzim. Ne kadar sevse de, sevmese de onun tesiri altinda kalir. Fakir meselâ darda kaldigim zaman, Ebu Bekir Siddik (r.a) Efendimizin kitabini söyle gögsüme bir koyarim, muazzam ferahlik verir. Nezaket de dedigimiz gibi hududu yok, sahsa göre. Nazik bir insan, daha nazik bir insanin yaninda kaba saba kaliverir. Ölçünün nihayeti yok. Ama ne var, burda bir incelik var: Hakikat de söylenecek. Ben kalp kirmam, herkesle geçinirim dedi mi bir insan, o nâkistir, noksandir. Herkesle geçinmek mukadderse geçinirsin. Geçinirse de hakikati söylemesi lâzim. Bazi insan da asiri yumusak oluyor. Onu vird edinmis oluyor, ben herkesle bilaistisna dinli-dinsiz geçimli olacagim diyor, olmaz. Bir kaç muhitte, bazi ihvân onu ölçü almislar. Halbuki tebligciler, mürsidler herseye göz yummazlar, yerine göre. Kimisine çok iltifat ederler, kimisine yüzünü asar, agzini bile açtirmaz.
Hak, hukuk, adalet beraber yürüyecek, nezaketin içinde. Bazi insan vardir; naziktir, herkesle geçimlidir. Evet efendim diye devamli bas sallar. Adam dedikodu, giybet yapar, o da ona basini sallar. Yalan oldugunda ona istirak etmis olur.
Ölçülü isleri ancak Cenâb-i Hakk nasib eder. Bilhassa fesadin, hasedin, hubbu riyasetin kalbden çikmasi lazim. Bazi burada hizmet eden yavrularimiz var; aman ne güzel, insan imreniyor.
Yunus Emre yirmi sene hizmet etmis. Kendisi terakki ettigini hiç görmemis. Buna üzülüyor. Birgün “Hadi kira gidip dolasayim” diyor. Kirda iki veya üç kisinin ibadet ettigini görüyor. Hosuna gidiyor. “Ben de istirak edeyim” diyor. Bir bakiyor; hergün birisi dua ediyor; bir sofra iniyor, yemegi yiyorlar. Tabii bilinen hikayedir; dua sirasi Yunus Emre’ye geliyor. “Eyvah, diyor, simdi ne yapacagiz.” Oradakiler “Hadi bakalim, aç ellerini” diyorlar. Yunus Emre diyor ki; “Ben hiç dua bilmem, siz nasil dua ediyorsaniz, söyleyin de öyle dua edeyim.” Diyorlar ki : “Allah’in Yunus Emre isminde bir dostu var. Biz onun yüzü suyu hürmetine Cenâb-i Hakk’tan istiyoruz, Cenâb-i Hakk da veriyor. O zaman vaziyeti anliyor; kaldiriyor ellerini dua ediyor. Bu sefer iki tepsi birden geliyor; hem de daha gösterisli... Simdi burada bazi kiz yavrucaklar var; hizmet ediyorlar... Birisinin meselâ evi konforlu, mükellef, zengin. Geliyor burada mutfakta hem hizmet ediyor, hem de kizlarla beraber kaliyor. Iste bu kendini bilmiyor ama terakki etmis oluyor.
Bu yolda bazi insan terakki eder, terakki ettigini bilmez. Bazisi terakki ediyorum zanneder; halbuki bu kuru laftan baska birsey degildir. Kuru kuruya olur mu? Yasamak lâzim. Evini, barkini birakiyor, geliyor burada bodrum katta kadinlarla beraber yatiyor, kalkiyor. Git diyoruz, gitmiyor.
Beyazid-i Bistâmî Hz.lerinin menakibi da çok güzeldir; çoktandir okumuyorduk, geçende onu okuduk. Ne kadar güzel; kaç türlü mevzular var. Dön dolas, bütün is insanin kendi benligini birakmasi. Kendi benligini birakti mi insan, iste o zaman kâmil oluyor. Ne kadar kolay halbuki, ama ne kadar da zor benlikten geçmek. Benlikten geçti mi ne oluyor; hersey süt liman oluyor; artik herkes dost onunla. Hiçbir ferde, bilhassa müslümana karsi düsmanlik nedir, bilmiyoruz.

– Efendim, burada hizmet eden kizlarimizdan bir kismi bizim yakinimiz. Hizmete basladiktan sonraki hayatlarinda bir seviye atlamis oluyorlar. Isimlerinden bahsedilince herkes onlar baska diyor.
– Aralarinda bir husumet, çekememezlik falan yok. Halbuki öbür tarafta muhterem üstadimizin derecesi belli, buna ragmen çok ihvan birbirini çekemezlerdi böyle, çelme takarlardi. Üstadimiz ne kadar üzülürdü ona. Tecelli-yi ilâhî türlü türlü. Iste muhterem üstadimiz efendimizin en büyük özelligi, seriata tam mânâsiyla bagliligiydi.
Bazen bu yolda olanlar ailelerini ihmal ederler meselâ. Mesgul olurken tam seriat bâbinda onu nefislerinde tatbik edemezler. Kizini ihmal eder, oglunu ihmal eder. Fakat muhterem üstadimizda durum böyle degil. Bir gün yegen Mustafa Bey “Efendim ben götüreyim sizi” demis. Validemiz de hayatta. Götürüyor, Bursa’daki devlethanenin önüne duruyor. Üstadimiz gidiyor, bizim yegen orada kalakaliyor. Allahaismarladik falan demek yok. Üstadimiz onlari içeri sokuyor, kapiyi kapatiyor, tekrar geliyor. Ondan sonra gelip tesekkür ediyor. Bunu kim tatbik eder ailesine karsi, çoluk çocuguna karsi. Allah emrinin, seriatin büyügü küçügü olmaz. Emir emirdir.
Bilhassa büyükler astronomi ilmini falan çok iyi bilirler. Son zamanlarda lüzum falan yok demisler ve bir kenara itivermisler. Muhterem üstadimiz yildizlardan çok bahsederdi. Bursa’da o köhne balkona çikardik, yikilmadi elhamdülillah, Allah muhafaza etti. Üstadimiz burada hep yildizlar hakkinda izahat verirdi; teker, teker. Bir gün, Kandilli’de rasathaneye gelmisler. Ben intisab etmemistim o zaman. Dursun Abi ve Karamanli Haci Tahir Efendi varmis yaninda. Oradaki rasathane memuru, sayililardanmis. O küçük görüyor üstadimizi. Üstadimiza bazi izahat veriyor, böyle agzi açik güler gibi hallerle. Sonra Zühal miydi ne bir yildiz var. Onu aramislar, bir türlü bulamamis adam onu. Üstadimiz söyle olacak böyle olacak diye istinadlarini bildiriyor, yildiz oldugu gibi karsilarinda. Bu sefer heyecana gelmis Dursun Abi, Allah, Allah demeye baslamis.
Büyükler sekilden ziyade ruhla, maneviyatla alakadar olurlar. Sekli kendi basina birakirlar, muhatabi söyle gelmis, bu kiyafetle gelmis (ehemmiyet vermiyorlar.) Kadin meselâ açik, saçik, ama onda o ruhu görürse, o sevgiyi, onu hosgörüyor. Hatta üstadimizin üç tane yegeni vardi, onlari ziyarete giderdi. Açikti kizlar. Ama üstadimiz için canlarini verirlerdi. O kadar muhabbetleri var. Sonra istifade ettiler tabii. Asiri hamlik olmayacak. Yerine göre hersey. Muhabbeti yakaladi mi is yolunda gidiyor. Eskiden Orman Müdürü Hayati Bey vardi, simdi yasli ihvanimiz. O gelirdi bize. Is kiyafetleriyle gelirdi hep. Kravatli falan. Üstadimiz onu kendi haline birakirdi, niye sen böylesin demezdi. Senelerce böyle devam etti. Simdi aksakalli nurani birisi, kendiliginden oldu. Seklin fazla üzerinde durmak muvafik degil. Tabii lüzumundan fazla, büsbütün ihmal de muvafik degil. Muhabbetten yakalamali. Muhabbet çok mühim.

– Efendim çok güzel bir sohbet oldu. Çok güzel istifade ettik, Allah razi olsun. Biz sormuyoruz, kendiliginden geliyor masallah. Fakat bu sohbetten sonra, sizin Hz. Ebu Bekir Efendimize muhabbetinizi görünce, onunla ilgili bir sohbet yapma arzusu ortaya çikti... Bize Hz. Ebu Bekir Efendimizi biraz anlatsaniz efendim.
- Iste anlatacagim, üstadimizin hayati, âdâbi herseyi aynen o. Halbuni Camii Imami Abdülvehhâb es-Salahi Efendi üstadimiza hayran. Üstadimizi gören de Hz. Ebu Bekir Efendimizi görmüs gibi oluyor. Ayni mesrebte. Ben her gelen yeni dogmus çocugun ismini, Ebu Bekir koyuyorum elimden geldigince. Her büyük insanin sevdigi bir insan vardir. Ona daha fazla ihtimam eder. Fahri Kâinat (s.a.) efendimizin ruhaniyeti Ebu Bekir Siddik Efendimize intikal etti. Her seyiyle. Emanet ehline verilir. O da hakikaten Sadri Nebide ne varsa ona aktardi. Hatta kim diyordu bilmiyorum ama, Hz. Ömer Efendimize ait hadisler var, “Sayet peygamber gelseydi, Hz. Ömer olurdu” diye. Onu üstadimiz koydurmamis belki halkin zihnini isgal eder diye. Onu arkaya koydurmus ki halk Ebu Bekir Siddik Efendimizin rüchaniyetini, onun inceligini anlayamaz, onu, onun fevkinde zanneder diye.

– Efendim bu güzel sohbet için çok tesekkür ediyoruz.