foto_mdogan.gif (4356 bytes)Mehmet DOĞAN ile
Akif Tartışması Üzerine.
ALTINOLUK DERGISI, 166, ARALIK 1999

Gerçek Bir Örnek Şahsiyet Mehmed Âkif
Altınoluk: Geçtiğimiz aylarda Türkiye bir Mehmet Akif tartışması yaşadı. Bir general Akif adına üniversite kurulmasını tenkit etti. O üniversitede “Arab’ın adamları yetişecek” dedi. “Bedrin Aslanları” ifadesini Akif’in Arapçılığına delil saydı. Akif’e yönelik suçlamalara gelmeden önce Akif’in etrafındaki tartışmayı nasıl buldunuz? Bir Akif mütehassısı olarak nasıl etkilendiniz? Türkiye’de bir generalden böyle bir değerlendirme bekliyor muydunuz?

Mehmet DOĞAN: Benim anlayışıma göre, herkes ve herşey konuşma, tartışma konusu olabilir. Fakat, bilen, müktesebatı olan, kavrayışı yerinde bulunan insanlar arasında ve edeb-erkân dahilinde... Mehmed Âkif yüzyılımızın en büyük ediplerinden biridir. Büyük bir şairdir, Türkçenin en büyük şairlerindendir, bu hüviyeti ile büyük bir eser bırakmıştır. “Safahat” adlı bu eseri yalnız şiir kitabı değildir, aynı zamanda kuvvetli bir tefekkür kitabıdır. Bu, Safahat’ın bir düşünce eseri olarak da okunabileceği anlamına gelir. Mehmed Akif’in edebiyatımızdaki, düşünce hayatımızdaki yerini bilirseniz, konuşmanız, değerlendirmeniz, eleştirmeniz ona karşı da olsanız, sevmeseniz de seviyeli olur, tutarlı olur.

Mehmed Âkif sadece şair, sadece yazar, düşünür de değildir. Milletimizin son asırda yaşadığı maceranın bir parçası, bir aktörü olarak da önemlidir. O, fikir mücadelesi yapan, davası olan bir insan olarak Milli Mücadele’ye katılmış, bu yönü bilindiği halde (veya bilindiği için) İstiklal Marşı yazması ısrarla istenmiş, yazdıktan sonra da şiiri baştacı edilmiş, nice sonraları Anayasa’da değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemezler arasına “İstiklal Marşı” da sokulmuştur. Böyle bir şahsiyet hakkında konuşmak lehte konuşan için de aleyhde konuşan için de ciddi bilgi, birikim, “müktesebat” ister. Fakat Türkiye cehaletin “kutsandığı” bir ülkedir. Bilmek değil, bilmemek öğülmektedir, ödüllendirilmektedir. Yüzlerce, binlerce yayın organı sanki bilgimizi değil, cehaletimizi artırmak için icra-yı faaliyet etmektedirler. Hele, zaman zaman toplumun değerler alanı resmi ve sistemli taarruzlara açılabildiğine göre, hatta bunun teşvik edildiği bilindiğine göre, herkesten her türlü değerlendirme beklememek için hiç bir sebep yoktur.

Esasen Mehmet Akif, hayatı boyunca ve ölümünden sonra çok sayıda taarruzun, menfi kampanyanın konusu olmuştur. Bu, günümüzde de böyle şeylerin olabileceğinin karinesidir elbette. Fakat hiç bir zaman bu kadar düşük düzeyli bir kampanya veya taarruz sözkonusu olmamıştı. Beni asıl şaşırtan budur.

Altınoluk: Bu suçlamaların ve tartışmaların oturduğu fikri zemin ne? Türkiye’nin İstiklal Marşını yazan bir insan, bir general tarafından neden suçlanır?

M. Doğan: Bu tartışmaların fikrî zemini, Türkiye’nin son asrına damgasını vurmuş olan pozitivist toplum projesidir. Dünya’da Türkiye’deki “pozitivist toplum projesi”nden kolaycı, basit, düşük seviyeli bir insan projesi görülmemiştir, diyebiliriz. Bu proje teori seviyesinde her şeyi kolayca çözmektedir. Çözümler iki kere iki dört kesinliğindedir. Fakat, insan ve onun oluşturduğu toplum hayatı böyle kolay çözümlerin geçersizliğini sürekli olarak ispat etmektedir. Hayat teoriye sığmamaktadır, pozitivist teoriye hiç sığmamaktadır! O yüzden ağzını “aydınlanma” diye açan kişiler ve gruplar, son tahlilde insanların bilgilenmesini değil, bilgiden yalıtılmasını savunmaktadırlar. Okul kapatmak, ders kaldırmak, kurs yasaklamak, üniversitede bile resmî metinleri ders olarak okutmak gibi akla hayale gelmez baskıları ya öngörmekte, ya övmekte ya da uygulamaktadır. Pozitivist toplum projesinin savunucuları kendi başarısızlıklarını kendi teorilerinde, projelerinde aramak yerine, karşıtlarının güçlülüğünde aramaktadırlar. Onları yıktıkları zaman, onların bilgilerini öğrenilemez kıldıkları vakit, değerlerini ortadan kaldırdıkları anda başarılı olabileceklerini sanmaktadırlar. Mehmed Âkif’e saldırı ancak bu kapsamda anlam kazanmaktadır. Nitekim, Mehmed Âkif, Türkiye’de bütün toplum mühendisliği süreçlerinin istenmeyen ismidir. Çünkü o toplumun kabul ettiği bir değer olarak, kendi gücünün, değerinin kaynaklarını da kitlelere kabul ettirici bir rol oynamaktadır. O zaman aşındırılması toplum nezdinde küçük düşürülmesi arka planındaki inanç ve değerlerin etkisizleştirilmesi için gereklidir...

Altınoluk: İstiklal Marşı’nın bir ruh dünyası var. İklimi var. Bunu Akif inşa etmiş ve Meclis o dünyayı coşkun bir tarzda alkışlamış. Acaba geçen zaman içinde Türkiye’nin yönelişleri ile o ruh dünyası arasında bir farklılaşma oluşturulduğundan söz edilebilir mi? Varsa nasıl bir farklılaşma bu?

M. Doğan: İstiklal Marşı, Türkiye’de en çok okunan edebî metindir. İlk iki kıt’ası toplu olarak bulunulan yerlerde, merasimlerde, hatta spor karşılaşmalarında besteli olarak okunmaktadır. Tam metin, bütün ilk ve orta tedrisat yapan okulların sınıflarında duvarlarında yer almaktadır. Bazılarına göre bu bir sızma olarak değerlendirilebilir. Çünkü İstiklal Marşı’nı dikkatle okuyan bir zihin, onun değerler ve idealler dünyasını kavramakta güçlük çekmez. Onun dili, hissiyatı, kavrayış biçimi bazılarını rahatsız edecek unsurlar taşımaktadır. Millî mücadele, zamanında müslüman toplumun emperyalistler tarafından yok edilmesine karşı bir mukavemet, bir karşı koyuş olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzden “Millî Mücahede” de denilmiştir. Onun “Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırılması sonradandır. Peki “Milli Mücahede” ne demektir? Mücahede, en yalın manasıyla “cihad” demektir, İslamiyet uğruna savaş demektir... Mehmed Akif, Milli Mücadele’nin davet edilenler kadrosundandır, bu şüphe götürmeyecek delillerle ortadadır. Kendisi en üst seviyede davet edilmiş, mebus yapılmış, dergisi Sebilürreşad’a Milli Mücadeleyi desteklemesi için imkân sağlanmıştır. Hem iç kamuoyu için, hem dış dünyadaki müslümanları etkilemek için, hem de büyük bir İslam kongresinin organizasyonu için Mehmed Akif’e ve arkadaşlarına ihtiyaç hissedilmiştir. Mücadele başta anti emperyalist, dolayısıyla o zaman emperyalist dünyanın lideri olan İngiltereye karşı, dolayısıyla bütün İslâm âlemini gözönünde bulunduran, gerektiğinde İslâm âleminin tepkilerinden faydalanmak isteyen bir karakterde idi. Mücadelenin sona erişinde bu muhteva belli ölçede değişmiştir, bunun izahı uzun yapılmalıdır, biz sadece temas ediyoruz. Bu değişim, Devletin oluşumunu ve sonrasını elbette etkilemiştir. Bununla birlikte, Cumhuriyeti kuran irade sahipleri, ne Mehmed Âkif’i ortadan kaldırmayı düşünmüşler ve ne de İstiklâl Marşı’nı değiştirme düşüncesini kuvveden fiile çıkarmışlardır. İstiklâl Marşı sırf metin olarak güzelliğinden, şiir kudretinden ötürü değil, tarihi değerinden ötürü de önemini korumuştur. Ancak zamanenin türedi konseptçileri böyle uçuk şeyler düşünüyor olabilirler!

Mehmed Âkif’in üzerine gidilmesinde onun sahib olduğu, temsil ettiği değerler sistemine duyulan -en hafif tabiriyle- antipatinin rol oynadığı şüphe götürmez. Mehmed Âkif, inandığı, düşündüğü gibi yaşamış, doğru bildiklerini sonuna kadar savunmuş, kendi öncelikleri yerine toplumun önceliklerini birinci plana almış örnek bir şahsiyet. Onu bazıları nezdinde tartışılır kılan arkaplanındaki değerler dünyasıdır. Mehmed Âkif, 1920’de kurulan TBMM’nin kayıt defterinde meslek hanesine “İslâm şairi” olarak kayd edilmiş bir şahsiyettir. Sırf bu tanımlama dahi bugün bazılarını rahatsız edebilir. Bu unvanı Mehmed Âkif icad etmemiştir. Bu adlandırma dönemin halk-aydın ortak adlandırmasıdır. Resmi kayıtlara da böylece geçmiştir. Onun muğlak bir “irtica” kavramı ile cedelleşenler tarafından hedef seçilmesi fazla şaşırtıcı olmamalıdır.

Altınoluk: Akif ve “Arap adamlığı” suçlaması üzerine neler söyleyeceksiniz. Bu suçlamayı hakediyor mu Akif?

M. Doğan: İddialar bu suçlama ile saçmalık zirvesine yükseliyor. Mehmet Âkif kimsenin adamı olmadı... Sadece Allah’ın ve milletinin adamı olmak istedi. O zaten kendi başına adam olanlardandı. Gerektiği zaman destek olduğu kişiler, kurumlar oldu. Bu çerçevede devlet kurumlarına destek olduğu da biliniyor. Fakat onun Arap adamı olduğunu söyleyenler önce kendilerinin kimin adamı olduklarını düşünmeliler, sonra da adam olup olmadıkları konusunda kafa yormalılar!

Altınoluk: Bir de “Bedrin Aslanları”ndan yola çıkıp, Akif’in Çanakkale Şehitlerini “Arap bedevileri ile kıyasladığı” suçlaması... Nedir Çanakkale Şehitleri, Bedir Şehitleri, Akif’te bu iki şehadet halkasının buluşması...

M. Doğan: Âsım adlı uzun şiirin bir bölümü olan “Çanakkale Şehitleri” edebiyatımızın en muhteşem destan parçasıdır. Türkçemizde bu destanın yakınından geçebilecek bir şiir yazılmadı, bundan sonra yazılacağını da sanmıyorum. Bu şiirin her mısraı sehli mümtenidir.

Mehmed Akif, Çanakkalede savaşan Mehmetçikleri “Bedr’in aslanları”na benzetiyor.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi
Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi...

Bedir, İslamın ilk savaşı ve zaferi. Savaşı Hz. Muhammed (SAV) bizzat idare etmiştir. Sahabenin en mümtaz isimleri orada çarpışmış, bazıları şehid, bazıları gazi olmuştur. Bu savaş başlangıç devrinde İslam’ın varlık savaşıdır. Bu savaşı, sayı hesabına vurarak, bedevilerin işi v.s. diyerek küçültmek imkânsızdır.

Büyüklüğü sayıda, irtifada, metrik ölçülerde arayanlar yanılgıya düşmekten kurtulamazlar. Büyüklük özdedir. Büyüklüğü metre ile ölçmek bizim son devrilerde edindiğimiz yanlış bir anlayış. Ankara’da idarî yapılar 75 yılda en az üç kere yer değiştirdi. Üç Meclis binası var. Her biri diğerinden kat kat büyük. Üç başbakanlık binası var, dördüncüsü yolda, belki de. Her yeni bakanlık binası bir öncekini gölgede bırakıyor. Türkiye Cumhuryeti en küçük Meclis binasında kuruldu. Millî Mücadele bu küçük yapıda yürütüldü. Fatih, Yavuz, Kanunî gibi büyük Osmanlı padişahlarının Topkapı sarayındaki mekânları tamamen insanî boyutlardadır. Osmanlı Divanı bizim şimdiki başbakanlığın küçük bir salonu kadardır. Fakat o küçük mekânlarda oturanlar bütün dünyaya yön veriyorlardı. Topkapı Sarayı Abdülmecid’in yabancılardan borç alınan paralarla yaptırdığı Dolmabahçe sarayı ile ihtişam ve büyüklük yönünden kıyaslanamaz. Dolmabahçeyi yapan irade artık dünyayı yöneten irade değildi!

Gelelim Bedir Harbi’ne.. Bedir elbette şanlı bir harbdi. Çanakkale de öyle. Onun neden Bedir’le birlikte anıldığını yaşayanlar biliyordu, şimdinin tarihsiz ve talihsiz sebükmağzları bilmeyebilir! Şu metni tekrar tekrar okumak lâzım:

“Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre... Yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakika sonra öleceğini biliyor. Hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete gitmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerinin ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

“Anafartalar Kumandanı”, Ruşen Eşref’le yaptığı “mülakat”ta böyle söylüyor!

Altınoluk: Akif’e yönelik suçlamalarını gördükten sonra, okuyup yazan insanların Akif’e İslâm’a, tarihe yeterince vakıf olduğunu düşünüyor musunuz? Bir milli-islâmî kültür aşınması mı yaşadığımız?

M. Doğan: Türkiye’de cehaletin prim yaptığını daha önce belirtmiştim. Bu konular bilinmiyor, bilinmemesi bazılarınca iftihar kaynağı olarak kabul ediliyor! Cehalet unvan tanımıyor!

Altınoluk: Safahatı, bugün okuduğunuzda Akif’in bugünleri de anlattığını düşündüğünüz oluyor mu? Neden böyle?

M. Doğan: Mehmed Âkif’in Safahat’ı bizim son yüzyılın başındaki aktüel durumumuzla ilgili bir eser. Âkif zamanının bütün olaylarını, durumlarını, safhalarını şiirin dar kalıplarında fakat, düşüncesinin genişliğini kaybetmeden değerlendiriyor. Türkiye ne kadar değişse de, değişmeyen temel özellikler var. Bazı konular ve bu konulara yaklaşım tarzı bakıyorsunuz ki hiç değişmemiş. Bazı dünya olayları da tekerrür ediyor. Mesela Kosova, Bosna gibi. Bizim zaaflarımızda pek değişiklik olmamış. Çok defa, Âkif bugünleri yazıyor demekten kendimizi alamıyoruz.

Altınoluk: Akif’i yeni nesillere tanıtmak neden gerekli? Tanıtmak için neler yapılabilir? “Akif günleri” eskiden daha sık ve canlı olmaz mıydı? Neden ilgi zayıfladı?

Akif’e dair bir şahsiyet portresi çizseniz neleri not ederdiniz?

M. Doğan: Mehmed Âkif’i ve bütün değerlerimizi daha iyi tanımak, tanıtmak ve bilhassa gençlerimize sevdirmek mecburiyetindeyiz. Biz değerlerimizi çok çabuk unuturuz. En ufak kusurlarını görünce defterden sileriz. Gerçi Mehmed Âkif için böyle bir şey sözkonusu değildir. O vefatından sonra da tesirlerini devam ettirmiş, resmi olmayan canlı bir ilginin odağında yer almıştır. Mehmed Âkif’in anılması bazı kuruluşların grupların, toplulukların sürekli yaptığı bir faaliyet olmuştur. Bu gönüllü ilgi başka hiç bir şahsiyete nasib olmamıştır. Mesela Türkiye Yazarlar Birliği kurulduğu yıl (1978) Mehmed Akif’i anmaya başlamış ve bunu sürekli hale getirmiştir. Diğer kuruluşların faaliyetlerde bir tavsama olmuştur. Buna karşılık geçen sene 7 Aralıkta Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı, Safahat derslerini başlatmıştır. Safahat temmuz ayına kadar her hafta pazartesi günleri okundu, açıklandı ve üzerinde konuşuldu. Şimdi Safahat Mektebinin ikinci dönemi başlıyor. Safahat Derslerini TYB’nin şubesi bulunan bütün vilayetlerimize yaygınlaştırmak düşüncesi var. Yani 3. bin’de de Mehmed Âkif yaşatılacak.

Bu sene, son bir kaç ay içinde Mehmed Akif’le ilgili yurdumuzun bir çok şehrinde toplantılar yapılmıştır. Bu ilginin sürdürülmeyeceğini sanıyordum. Yani ilgi zayıflamıştı, bir densiz yüzünden yeniden kuvvetlendi. Demek ki böyle bir saldırı gerekiyormuş!

Mehmed Akif portresi çizmek hem kolay, hem zor. Doğru, özü sözü bir, metin, istikrarlı ve kararlı, mü’min, sanatını inancı ve düşüncesine feda edecek kadar inanmış. Tavır sahibi, dâvâ sahibi. Boynu çekmeye gelmez, mazlumun dostu, zâlimin düşmanı... Kısacası, gerçek bir örnek şahsiyet Mehmed Âkif.

--------------------------------------------------------------------------------