Etiyopya’dan Türkiye’ye bir tek soru getirdi:
Nasıl? Nasıl? Nasıl?
ropörtaj - Altınoluk Aralık-2000

ropörtaj - Altınoluk Aralık-2000
gezi_etyopya_1.jpg (17084 bytes)

Altınoluk: Etiyopya’ya gitme fikri nasıl oluştu?

Recep KOÇAK: 2000 yılının mart ayında ajanslardan Etiyopya’da açlıktan topluca ölümler olduğu haberleri gelmeye başladı. Kanal 7’nin Dış Haberler Müdürü arkadaşımız Safer Turan’ın bir kameramanla haber yapmak için oraya gideceğini öğrenince Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olarak biz de gitmeye karar verdik. Oradaki durumu araştırmak için Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak da bizi görevlendirdiler.

Etiyopya zihnimde Eritre ile yıllardır savaş halinde bir ülke olarak kalmış. Etiyopya’da çalışkan gayretli, iyi niyetli bir Türkiye Büyükelçisi ile karşılaştık. Murat Bilhan Bursa’lı Karacabey oğullarından gelme bir soya sahip. Bize ülke ile ilgili bilgiler verdi. Etiyopya Afrika ülkeleri içinde stratejik önemi olan bir ülke. Kısa bir süre öncesine kadar Kızıldenizin alt ucundaydı ve denize açılıyordu. 93’de Eritre bağımsızlığını ilân edince Etiyopya şimdi bir kara ülkesi oldu ve biraz boğazı sıkılmış bir duruma düştü. Denizle bağlantısını Cibuti limanından sağlıyor, Cibuti 1.5 milyonluk bir komşu ülke. Bir de Somali sınırları içindeki Berbera Limanın’dan bağlantılarını devam ettirebiliyor. Etiyopya Çinliler gibi eski yazısını muhafaza edip, hâlâ kendi içinde 1292 yılını yaşayıp eski takvimini kullanıyor. Bizim açımızdan önemi ise oranın Necaşi’nin ülkesi Habeşistan olması. Biliyorsunuz Peygamber Efendimizin etrafındaki ilk Müslümanların ilk hicret ettikleri yerdir, Habeşistan. Necaşi Muhacire kucak açmış, ev sahipliği yapmış ve sonra kendisi de müslüman olmuştur. Ülkenin kuzeyinde Eritre sınırında çatışmaların olduğu ve şimdi tampon bölge olarak kullanılan bölgede Negaş isimli bir köyde metfun. Ziyaret etmek istedik fakat ulaşmak mümkün değildi.
gezi_etyopya_2.jpg (15435 bytes)
Etiyopya’da dini, dili, ırkı ne olursa olsun insanlar ölüyorlardı bunun sebebini anlamaya çalıştık. İlk görünen sebebi, Etiyopya’da yaklaşık 17 yılda bir ülkenin güneydoğusunda kıtlık yaşanıyor. 2 yıl önce kuraklık başlayınca Etiyopya yönetimi dünyaya çağrıda bulunmuş ama uluslarası bir destek gelmemiş. 2000 yılının başında açlıktan ölümler başlayınca dünyanın ilgisini o zaman çekmiş. Bizim ilk gidişimiz Nisan ayındaydı.

Altınoluk: O günlerde günde kaç kişi öldüğüne dair bilginiz var mı?

Recep KOÇAK: Etiyopya’nın Somalya eyaletinde günde 380 ile 750 arasında ölüm vardı. Birleşmiş Milletlerin ve ülke yönetiminin tesbitlerine göre günde ortalama 500 kişi açlıktan ölüyordu.

Etiyopya’nın 1 milyon 222 bin km2, yani Türkiye’nin iki katı kadar toprağı, 60 milyon, Türkiye’nin nüfusu kadar da nüfusu var. Felaket bölgesinde yaşayan nüfus 10 milyon civarında. Bunların önemli bir kısmı kuzeye, yağış alan bölgelere doğru göçetmiş. Kuraklığın olduğu bölgenin tamamı geçimini hayvancılıkla temin ediyor. Ot bitmeyince hayvan yaşamıyor ve kıtlık başlıyor. Yüzlerce kilometrelik göç yolunda hayvanlar telef oluyor, çocuklar, yaşlılar ölüyorlar. Biz gittiğimizde bir kısmı kuraklığın olmadığı kuzey kısmına yerleşmiş kalan hayvanlarıyla ayakta kalmaya çalışıyorlardı. Hayatta kalmış çocuklar zayıftı ama televizyonlarda görüldüğü gibi derisi kemiğine yapışmış şekilde değildi. O şekilde olanlar güneyde kalmış olup, göçetmeyenlerdi. Deniz Feneri ekibi olarak ikinci gidişimizde 2 bin aileye bir ay yetecek kadar gıda yardımında bulunduk. Aileleri 8 - 10 kişi kabul edersek insanımızın yardımı 15 - 20 bin kişiye ulaştı. Çünkü aileler kalabalık, birden fazla evlilik ve çok çocuk var.
gezi_etyopya_3.jpg (14566 bytes)
Altınoluk: Gıda yardımlarınızı nereden temin ettiniz, nasıl ulaştırdınız?

Recep KOÇAK: Büyükelçimizle ve Etiyopya yönetimiyle görüştük. Onlara sorduk; En acil ihtiyaçlar neler, nerelerden temin edelim ve nerelere dağıtalım, diye. Hatta bizim listemiz uzundu, pirinç, şeker gibi gıda maddeleri vardı. Yetkililer “bunlara gerek yok, bunlar buranın şartlarına göre lüks, siz bu kalemleri azaltın daha çok kimseye ulaşın, meselâ pirinci kaldırın, çünkü buralarda pirinç bilinmez” dediler. Onların isteğiyle o coğrafyada yetişen “sorgum” isimli bizdeki darıya benzeyen bir maddenin çok tüketildiğini söylediler. Biz yine de sorgum, süttozu, şeker, yağ, mısır şeklinde 5 kalem yiyecekte karar kıldık.

Altınoluk:: Etiyopya’nın oldukça geniş bir yüzölçümü var. Kuzey bölgelerinden güneydekilere yardım yapılmıyor mu?

Recep KOÇAK: Ülkenin genel ekonomik durumu çok kötü. Kişi başına düşen milli gelir 110 dolar gibi çok düşük bir rakam. Etiyopya dünyanın en fakir ülkelerinden. Diğer bölgelerde açlığa bağlı ölüm yok fakat fakir bir halk var. Topraklarını işleyebiliyorlar fakat aletleri çok ilkel, hatta bizdeki sabandan bile daha kötü malzemelerle bir - iki demir çumukla çalışıyorlar. Toprakları çok verimli değil hasılı karınlarını zor doyuruyorlar. Savaş ekonomisi de ülkeyi felç etmiş.
gezi_etyopya_4.jpg (11212 bytes)
Felaketin yaşandığı güneydoğu bölgesinin tamamı müslüman. Etiyopya nüfusunun da % 45’i müslüman. Bir o kadar hristiyan az sayıda da Falaşa diye bilinen siyah derili yahudiler var. İsrail 83’lerde Falaşalardan yüzbin kadarını İsrail’e götürüp yerleştirmişti. Etiyopya’nın 12 kişilik bakanlar kurulunun 7’si hristiyan 5’i müslüman. En dikkat çekici olan çeşitli dinlerden insanlar burada çok barışık yaşıyorlar bir din çatışması yok. Birbirlerinin bayramlarını tebrik ediyorlar.

Altınoluk: 10 Kasımda Etiyopya’ya tekrar gidiyorsunuz. Neleri hedef alıyorsunuz?

Recep KOÇAK: İkinci gidişimizde toplam 193 ton gibi cüzi bir miktar dağıtabilmiştik. Bizimki bir provaydı, bir gönül dayanışmasıydı. Çünkü bölgenin acilen 100 bin ton erzaka ihtiyacı olduğu tesbit edilmiş. Üçüncü ve bu gidişimizde hedefimiz 1 milyon dolar nakit toplayıp erzak almaktı. Hamdolsun 1 milyon dolara yaklaştık. Şimdi bu meblağ ilgili devlet bakanının izniyle ve banka vasıtasıyla biz gidinceye kadar Etiyopya’daki büyükelçilik hesabına ulaşmış olacak. Biz de diğer bölgelere mesela ihtiyacın had safhada olduğu güneydoğu bölgesine de yardımları ulaştıracağız inşaallah. İkinci gidişimizde ölümlerin günde 90’a kadar düştüğü söyleniyordu. Ümid ederiz ki bu gidişimizde ölümlerin çok daha aşağı düştüğünü görebilelim. Zaten son aylarda bölge yavaş yavaş yağış almaya başladı. Ama bu yağışların faydası 1 yıl sonra olabilecek.

Altınoluk: Yardımı ulaştırdığınızda nelerle karşılaşıyordunuz?

Recep KOÇAK: Müthiş seviniyorlar. Gözlerinden okuyorsunuz bunu. Çok mûnis insanlar, şurada otur dediğiniz yerde saatlerce oturuyorlar, erzak alımında hepsi sıraya geçiyorlar kavga gürültü olmadan erzakını alan çekiliyor.

Gençlerden birisiyle sohbet ederken bize şunları söyledi; Terkettiğimiz bölgede bizim medresevarî Îslamî ilimlerin okutulduğu 500 talebesi olan bir müessesemiz vardı. Şimdi bu dağlarda oradan bazı arkadaşlarla beraberiz. Dün kendi aramızda şöyle konuşmuştuk; “Biz bir felaket, olağanüstü bir dönem yaşıyoruz. Hadi insanlığı bir tarafa bırakalım ama müslümanlar nerede, bizim burada bu durumda olduğumuzu bilmiyorlar mı? Ertesi gün sizler geldiniz. Sizin getirdiklerinizden daha önemlisi Türkiye’den kardeşlerimizin bizi düşünmüş olmasıdır” diye hissiyatını anlattı.

Altınoluk: Türkiye’yi tanıyorlar mı?

Recep KOÇAK: Eğitim seviyesi çok düşük. Ama eğitimli olanlar Türkleri tanıyorlar. Osmanlıya karşı da büyük sevgileri var. Meselâ Harrar diye şehir var. Osmanlı’dan tüccar olarak veya tebliğ için gelip oraya yerleşenler olmuş. Harrar halkının çoğu siyah derili olmalarına rağmen kendilerini Osmanlı torunları olarak takdim ediyorlar. Harrar vilayeti valiliğe birçok büyükelçiyi bir toplantı için çağırmışlar. Bizim büyükelçimizin anlattığına göre, toplantı masasında diğer sandayelerin yanına oturaklı bir koltuk koymuşlar ve büyükelçimizin oturmasını istemişler. Büyükelçimiz böyle bir koltuğa oturmak istemeyeceğini söylemesi üzerine sizin bizim gönlümüzde apayrı bir yeriniz var sizin yeriniz orasıdır diyerek zorla oturtmuşlar.

Altınoluk: Sizi etkileyen şeyler olmuştur herhalde

Recep KOÇAK: Halk’da bir beyaz korkusu var. Bir şehirlerarası yolda mola vermiştik. Hayvanlarını otlatan 10 - 12 yaşındaki bir çocuğu kendisine birşeyler vermek için çağırdık. Çocuk ağlayarak bizden kaçtı. Sonra beyazlara güvenememe veya korkma halinin halkın bir kısmında olduğunu öğrendik. Bir keresinde de tipik Afrika evlerinden oluşan bir köyde oturuyoruz. Üzerimde kısa kollu bir gömlek var. Birkaç çocuk yanımıza geldi bize bakıyorlar, içlerinden birisi korkarak yaklaştı, benim tebessüm ettiğimi görünce parmaklarını koluma dokundurdu, inceledi ve gitti. Zannediyorum ilk defa bir beyaza dokunuyordu.

Kamışlardan yapılmış o evlerin dekorunu tasvir etmek istiyorum size. O kübik küçücük evlerde 10 - 12 insan yaşıyor. O kulübelerde bırakın o kadar insanı 5 çocuk bile yanyana yatsa yer kalmaz. İçinde bir-iki post ve birkaç tencereden başka hiçbir eşya yok. Nasıl yaşıyorlar, nasıl yatıp kalkıyorlar, nasıl yemek yiyorlar, nasıl temizleniyorlar anlamak mümkün değil. Bu insanların üzerlerindeki elbiselerden başka dünyaya dair birşeyleri yok. Dağıtım yaptığımız yerlerin tamamı müslüman. Kadınların tamamının başları örtülü. Bir elbiseleri var, üzerlerindeki o elbiseyi değiştirme imkanları yok. Hayatlarını o elbiselerle devam ettirmeye mecburlar. Elbiselerinin renkleri de çok çeşitli olduğu için ortaya rengarenk bir tablo çıkıyor. Fakat dikkatimi çeken birşey aşağı yukarı hepsinin yüzünde hüzünlü, ürkek ama sıcak bir gülümseme var. Bir müslüman temizliği, saffeti, munisliği var. Sağda solda abdest alan insanlar görüyorsunuz. Müslümanların geneli Şafiî Mezhebindenler. Türkiye’deki hayat standardından gidip oradakilerin yaşantısını anlamanın mümkün olmadığı kanaatine vardım.

Ciddi anlamda su sıkıntıları da var. Çamur gibi suları içen insanlar gördük orada. İnşallah bu gidişimizde bazı yerlere kuyu açtırma projemizi devreye sokacağız. Yönetim bize kuyu açtırmak için göstereceği yerin çalışmasını yapıyor. Oraya öyle kalıcı bir hizmet te bırakabileceğiz. Gittiğimizde bize uyarı olarak “burada dünya üzerinde bulunan bütün hastalıklar mevcut, çoğunun da kaynağı burasıdır, ona göre dikkatli olun, kaldığınız otelin şehir suyuyla bile dişleriniz’i fırçalamayın” dediler. 5 - 6 çeşit aşı yaptırdık. Oradakilerin vücutları bazı hastalıklara bağışıklık kazanmış ama dışarıdan gelen bir yabancı için tehlikeli olabiliyor.

Biz ülke olarak büyük zorluklar yaşıyoruz belki ama hayat standardı açısından oradaki insanla aranızdaki uçurumu bariz bir şekilde görüyorsunuz. Sahip olduğunuz nimetler için çok çok şükür borcumuz olduğunu düşünüyorum. Bu şükrün sadece halimize şükretmekle de içini dolduramayız. Şükrün tamam olabilmesi için oradaki kardeşlerimizi de görmemiz lâzımdır.
.