Yetiş Yâ Muhammed Kitâbın Gidiyor:
Mehmet Niyazi ÖZDEMİR Bey ile..
Çanakkale Mahşeri adlı kitabın Yazarı Mehmet Niyazi Özdemir Bey ile Binbaşı Lütfi Bey’in Feryadı: 

ropörtaj - Altınoluk Mart-2001


Altınoluk: Çanakkale savaşını anlattığınız Çanakkale Mahşeri isimli romanınız çıktığı zaman büyük ilgi gördü. Neden böyle bir roman yazma ihtiyacı hissettiniz? 

Mehmet Niyazi ÖZDEMİR: Çanakkale Mahşerini birkaç sebebten yazmak istedim. Son yüzyıllarda dünyayı etkileyen böyle bir savaş olduğunu zannetmiyorum. Ayrıca mazlum milletlere emperyalizmin en acımasızını uygulayan İngilizlerin güneş batmayan imparatorluklarının dönüm noktası oldu. Çanakkale’de sadece iki ordu değil, adeta iki medeniyet çarpıştı. Nasıl ki Darulfünun’dan, medreselerimizden, çeşitli liselerimizin son sınıflarından öğrencilerimiz oraya gönüllü akmışlarsa, Londra, Paris üniversitelerinin öğrencileri de oraya aktılar. İngiltere Başbakanı Ausquit’in oğlu Aktur da aralarındaydı. Hatta onların ünlü romancıları Kapri, genç, yakışıklı, ünlü şairleri Rupert, muzisyenleri, kültür insanları askerleriyle omuz omuzaydılar. Ayrıca yeni nesillere ecdadımızın iklimini teneffüs ettirmek, nesiller arasında köprü kurmak bizim görevimizdir. Şahsım bakımından bir de hissî yönü vardır; rahmetli babam da orada bulunmuştu. 

Altınoluk: Roman için oldukça geniş bir çalışma yaptığınızı biliyoruz; ne tür bir çalışma yaptınız. Alman arşivlerindeki çalışmalarınızın romana ne tür katkıları oldu? 

ÖZDEMİR: Çanakkale’de devamlı altıyüzkırk civarında Alman subay bulundu. Azaldıkça bu sayıyı tamamlamaya çalıştılar. Ayrıca büyük topları kullanan teknik elemanları da vardı. Bunlardan bazıları hatıralarını yazmışlar. Bunları ve diğer kaynakları taramakla gerçekçi bir savaş tablosu önümüze çıktı. Belirttiğiniz gibi Çanakkale Mahşeri ilgi görmüşse, bugün de o ilgi devam ediyorsa, bunu kitabın inandırıcılığında aramak gerekir. 

Altınoluk: Nesilleri etkileyen bu savaşın Türkiye açısından önemi ne idi? Savaş neden çıktı ve cesameti hakkında bilgi verir misiniz? 

ÖZDEMİR: Çanakkale Savaşı’nda karşımızdaki düşmanları bu derece hırpalamasaydık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulabileceğine ihtimal vermek çok güçtür. Çanakkale’den geçebilselerdi Kırım’da General İstomi’nin komutasında elli bin kişilik kuvvet gemilere bindirilmek üzere hazır bekliyordu. İngiliz ve Fransızlar Marmara’dan, Ruslar Karadeniz’den İstanbul’a gelip, Osmanlı’yı saf dışı edip, Almanya ve Avusturya’yı doğudan da kuşatacaklardı. Savaşı daha ilk yılında bitirecekler, ellerindeki taze kuvvetlere dayanarak anlaştıkları şekilde topraklarımızı böleceklerdi. Bizim direnmemiz Rusya’yı müşkül durumda bıraktı; iyice alevlenen komünist hareketleri Çarın boğazına ilmiği geçirecek bir duruma getirdi. Çanakkale Savaşı’nın uzun sürmesinin sebebi, Çarın yardımına koşmanın mecburi bir hal almasıydı; aksi takdirde Doğu Cephesi çökerdi; bu sadece Rusya için değil, İngiltere ve Fransa için de felaket olurdu. Netice de öyle oldu. Amerika Birleşik Devletleri imdatlarına yetişmeseydi; sonraları çok dramatik biterdi. Çanakkale’yi geçip, Çar’a yardım edemediler; Rusya komünist oldu; savaştan çekildi. Rusya baştaki gibi savaşa devam edebilseydi, aralarındaki antlaşmaya göre ülkemizi bölerlerdi; daha savaşın başıydı; orduları da hırpalanmış değildi. Bu üç deve karşı koymamız çok zor olurdu. 

Osmanlı’nın üstünlüğü Avrupa’ya kaptırmasının birkaç önemli sebebi vardır. Bunların en önemlisi Osmanlı topraklarında demir ve kömürün yeterince çıkmamasıydı. Bu kadar işletilmesine rağmen, bugün halâ, Avrupa’ya oranla o zamanki Osmanlı topraklarında demir ve kömür yok denecek kadar azdır. 1860 lardan itibaren ekonominin itici gücü olan demir ve kömür yerini petrole bırakmaya başladı. Petrol Osmanlı Devletinde çoktu. O tarihten itibaren Batılılar Osmanlı’yı paylaşmanın hesabını yapıyorlar, biz de petrolü hayatımıza katıp ayağa kalkmanın gayretini güdüyorduk. Adetâ Osmanlı ile Avrupa’nın arasında ölümle yarış başladı savaşın sebebi petroldü. 

Altınoluk: Çanakkale Savaşında bir aydın-medrese talebesi kırımı yaşandığı ifade edilir. Bir şehit bilançosu çıkarır mısınız? Kimleri kaybettik, toplumun hangi kesimleri yanyana toprağa kavuştu? 

ÖZDEMİR: Savaş ondört ay altı gün geceli gündüzlü sürdü. Bizim kayıplarımız, yaralılar hariç 253 binden biraz fazla; düşmanlarımızın ise yüz küsur daha fazladır. 

Önce de belirttiğim gibi Darulfünun’dan ve bilhassa medreselerden binlerce genç orada gönüllü savaştı. Ağırlık medreselerdeydi; çünkü o zaman Darulfünun’da okuyan gençlerimizin sayısı ikibinbeşyüz civarında idi. Bunların da büyük bir çoğunluğu şehit oldu. 

Altınoluk: Çanakkalede neyin bedelini ödedi bu millet? 

ÖZDEMİR: Çanakkale’de milletimiz “var olabilme”sinin bedelini ödemiştir. Çanakkale’de direnemeyip, Çarlık tarihe gömülmeseydi, aralarındaki andlaşmaya göre topraklarımızı rahat rahat bölerlerdi; biz de vatansız, dolayısıyla devletsiz kalırdık. Biz devletsiz yaşayamayan bir milletiz. Tarihe bakınca şunu görüyoruz; bazı milletler binlerce yıl devletsiz yaşamışlar; ama bizim devletimiz nerede yıkılmışsa, en fazla iki yüz yıl sonra da orada milletimiz silinmiştir. 

Altınoluk: Alman subaylarının Osmanlı’nın son dönemlerinde Çanakkale harbinde yoğun etkisi var. Olumlu olumsuz anlamda nedir bu etkiler? 

ÖZDEMİR: Çanakkale’den önce bir Balkan Savaşı faciası yaşadık. 720 bin kişilik ordumuz, 540 bin kişilik Balkan ordularının önünde 24 günde Manastırdan İstanbul’un varoşu sayılabilecek Muratlı tepelerine çekildi. İki yıl sonra Çanakkale’de gerçekten bir destan yazdık. Karşımızdaki müttefik orduları başkumandanı Hamilton diyor ki, savaş başlayınca, Alman kurmayı ve Türk süngüsü ile karşı karşıya olduğumuzu anlamıştım, ne çare ki bir kere savaş başlamıştı. Bir ülkenin ilmi seviyesi üç aşağı beş yukarı bir bütündür; Fizik ilminde nerede isek, askerlik ilminde de oradayız. Rahmi Apak, “Yetmişli Subayın Hatıraları” adlı eserinde, “üç Alman kurmayına sahip olsaydık, Balkan faciasını yaşamazdık” diyor. Ben meseleyi bu çapta telakki etmiyorum; Ama milli mücadeleye bakıyoruz; adını duyduğumuz bütün subayların Çanakkale’de Albay, yarbay, binbaşı olarak görev yaptığını, piştiklerini görüyoruz. 

Altınoluk: Osmanlı bir Alman hesabının kurbanı mı oldu? 

ÖZDEMİR: Almanya ile biz Çanakkale’de müttefiktik. Onlarla, bizim ittifak anlayışımızın farklı olduğunu belirtmek ihtiyacını duyuyorum. Bizde bazı iddialar var; savaşta galip gelseydi, sonra da Almanya ile hesaplaşmak durumunda kalacağımızdan, Almanlar bizi Çanakkale’de kırdırdı diyorlar. Araştırmalarımda böyle bir şeye rastlamadım. Çanakkale’de pek çok Alman subayı, teknik elamanı da öldü. Savaş boyunca böyle bir hınzırlıklarını da sezmedim; ama ben subay değilim; sezmeyişimde askerlik bilgimin eksik olması da rol oynamış olabilir. Bir millet bir müttefikine hainlik yaparsa, bir başka zaman müttefik bulamaz, eğer Almanlar böyle bir şey yapmışlarsa, bizim gibi yabancıların bu belgelere ulaşması hemen hemen imkansızdır. Hatta böyle şeyler belgelere, yani çelik kasalara dahi emanet edilemez. Sadece sözlü yapılır; hafızalarda kalır, toprağa gömerler. Böyle hususlarda tahminler yapılır; onlarda da bilgiler rol oynar. 

Altınoluk: Çanakkale Batı açısından ne anlam taşıyordu? Çanakkale’den beş yıl sonra Anadolunun işgali başlıyor o dönemlerin Türk-Batı ilişkilerinin panoramik bir değerlendirmesini yapar mısınız? 

ÖZDEMİR: Ben değil, bırakalım Çanakkale’nin Batı bakımından ne anlam taşıdığını Churchill söylesin. Churchill diyor ki; “Benim bildiğime göre Tophaneli Hakkı’nın (Nusret, mayın gemisinin komutanıdır) Yyaptığını dört yüz yıldan beri hiç kimse yapmamıştır. (Tabii bunu Tophaneli Hakkı’dan ziyade Çanakkale savaşı diye anlamak gerekir) Beni yirmibeş yıl politikanın dışına fırlattı. Savaşı ikibuçuk yıl uzattı; bu zaman zarfında sekizbuçuk milyon Avrupalı öldü. Biz Çanakkaleyi geçemedik; Rusya komünist oldu. Rusya komünist olurken otuz milyon insan öldü. Sonra Rusya Çin’i komünist yaptı; Çin’in komünist olması da 50 milyon insanın hayatına mal oldu. Biz Çanakkale’yi geçemedik yenilmezliğimizden şüphe başladı, Hindistan’ı ve diğer İslâm ülkelerini elimizde tutmak şansını kaybettik. Yalnız bizim sömürgelerimizde değil, bakın Avrupalı ülkelerin müslüman sömürgelerinde aynı ümid ışıldamaya başladı.” Eğer Churchill yaşasaydı şunları da ilâve edecekti; “Çarlık devam etseydi, günümüzde ne Baltık devletleri, ne Ukrayna, ne Azerbaycan, ne Gürcistan ne de Orta Asya Türk Cumhurriyetleri bağımsız olabilirdi” Yani öyle zannediyorum ki, Churchill, bunları da gün ışığına çıkaran Tophaneli Hakkı’dır, derdi. 

1914 de gelen düşmanla, beş yıl sonra gelen düşman bir değildi; adeta onların döküntüleri gelmişti. Batı her bakımdan perişan olmuştu. Batı’nın o yıllara ait kaynaklarına bakarsak, bütün devlet adamlarında bir an önce barış yapmanın telâşını görürüz. Bir başka söyleyişle dedelerimiz Birinci Dünya Savaşı’nda, bilhassa Çanakkale’de boş yere ölmedi. 

Altınoluk: Bir de o günlerden bu günlere bir değerlendirme rica edelim. Çanakkale’nin bugünkü Türk - Batı ilişkilerini aydınlatacak belki yön verecek mahiyeti var mı? 

ÖZDEMİR: Çanakkale’de iyi ve sadık bir dost olduğumuzu bütün dünyaya gösterdik. Ehil insanlar tarafından yönetilirsek, başarımızın sınırı olmayacağını da dünyaya ispat ettik. O zaman ki gazete ve dergilere bakınca, bunu gayet net görüyoruz. Bize o savaşlar, dökülen kanlar, sadece bugünkü devletimizin temellerini atmamızı sağlamadı, aynı zamanda üstün bir itibar elde etmemize sebeb oldu. Ama itibarı devam ettirmek, hatta ondan milletine pay çıkarmak devlet adamlarının işidir. Ne yazık ki bu itibarı, manevi mirası iyi değerlendirebildiğimizi söyleyemeyiz. 

Altınoluk: Çanakkale Mahşeri isimli romanınızı hazırlarken erinden komutanına kadar askerin nasıl bir psikolojik iklimde olduğuna dair intibalar oluştu mu? 

ÖZDEMİR: Erinden subayına kadar herkes Allah yolunda savaştıklarının şuurundaydı. Bilenler devamlı “Selâten tüncînâ” yı okuyorlar, bilmeyenler tekbir getiriyorlardı. Savaş pek çok kere kıl payı kurtarıldı. Bir Alman subayının hatıralarında rastlamıştım: “Sınır dere muharebelerinde, cephe savaşı yapılıyordu; Binbaşı Lütfi Bey’in” “Yetiş ya Muhammed Kitab’ın gidiyor.” feryadı halâ kulaklarımda, yalın kılıç dövüşmesi hala gözlerimin önündedir. 

Altınoluk: Çanakkale Savaşından bahsedilirken teyid-i İlahî’den bahsedilir, sizin bu ilâhi yardıma muhatap olan insanlarla konuşmalarınız oldu mu? 

ÖZDEMİR: Çanakkale Mahşeri’ni yazmaya başlayınca, bu savaşa katılan çok az insan bulabildim. Onların bir çoğu da hafıza kaybına uğramıştı. Fakat onların çocuklarından çok kimseyi dinledim. 

Altınoluk: Zaferin daha ziyade mânevi güçle kazanıldığı biliniyor. Sizde iz bırakan böylesi örnekler var mı? Okuyucularımıza birkaç tane Çanakkale menkıbesi anlatır mısınız? 

ÖZDEMİR: Sayılamayacak kadar menkıbe var. Herhalde 226 kişilik Moruolk Alayı’nın bulutlar tarafından yutuluşunu çok kimse duymuştur. Bu hadiseyi gördüklerini üç Avustralyalı Teğmen belirtmektedir: Suula’dan karaya çıkan Moruolk alayı, İsmailoğlu tepesine çıkar; biraz sonra o tepeye bir bulut çöker ve bulutun dağılmasından sonra koca alay tamamen ortadankaybolur ve; o alaydan bir daha herhangi bir iz bulunmaz. 

Deniz savaşlarında düşmanı perişan eden temizlenmiş olan Karanlık limana, hücumdan bir gece önce Tophaneli Hakk’nın döktüğü 26 mayındır. Bunlardan başka, kuzeyde daha mayın hatlarımız var. Bu hatların hepsi kıyıya dik olarak döşenmiştir. Fakat Tophaneli Hakkı mayınları kıyıya paralel olarak döşemiştir. Anlatıldığına göre, Cevat Paşa rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş; o da nasıl dökülmesi lâzım geldiğini ona tarif etmiş. Tophaneli Hakkı da o tarife göre dökmüş. 

Bir Alman subayının anlattığı şöyle bir olay var. “Bir mermi geldi; Teğmen Palulu Ali’nin sağ kolunu götürdü; ölümcül bir yara ile kalan gövdesini yamaca çarptı. Böyle anlarda ölüm kesin olduğu için, çıldırmalar çok olur. Ben ona sarıldım; “Ali ölmeyeceksin” diyordum. O da gülümseyerek, “Ben gidiyorum, bak Peygamberim beni kucaklamaya geliyor” dedi. Bu cümleleri karşılıklı bir kaç defa tekrarladık. Bu zaman zarfında Ali’nin gözlerine bakıyorum; Peygamberini gördüğünü görüyordum; baktığı yere bakıyordum hiçbir şey göremiyordum. Son sözü bana şu oldu. “Köyde 4 yaşında bir oğlum var; ona sahip çıkarsan memnun olurum.” 

Gerçekten de o Alman subayı Palu’lu Ali’nin oğlunu evlat edinip, ülkesine götürdü. Sıyasal Bilgileri bitirdikten sonra yurdumuza döndü ve o çocuk Dışişleri bakanlığında görev aldı. 

Altınoluk: Sarıkamış için de bir roman yazmayı düşünür müsünüz? 

ÖZDEMİR: Bugün vatanımız, milletimiz var diyebiliyorsak, bunları şehitlerimize borçluyuz. Onları gelecek nesillere tanıtmakla belki onlara karşı bir nebze görevimizi yapmış oluruz. Şimdi güney cephesini, Yemen’i yazıyorum. Allah ömür verirse Sarıkamış’ı diğerlerini de yazmayı düşünüyorum. 

Altınoluk: Muhakkak ki savaşın olduğu yerleri ve şehitliği belki defalarca ziyaret etmişsinizdir. Bu hercümercin içine girip çıktınız. Ne gibi duygular yaşadınız? 

ÖZDEMİR: Ben Çanakkale’de dolaşırken bir başka aleme giriyorum. Nazil Çakmahı; Kemahlı üsteğmen Mustafa Asım’ı, Oğuz Amca’yı, Ezine’nin yiğit evladı Yahya Çavuş’u, binlerce Mehmedciğimizi görür gibi oluyor, onların “Allah! Allah!” seslerini, kılıç şakırtılarını duyar gibi oluyorum. 

Altınoluk: Akif’in şiiriyle romanınızı yan yana düşündüğümüzde Çanakkale şehitleri için iki anıt dikildiğini, daha çok anıtlar gerektiğini düşünüyor musunuz? 

ÖZDEMİR: Çanakkale hakkında çok eser yazılmalı. Avustralyalılar’ın Çanakkale Savaşına ilgisi yanında bizim ilgimiz devede kulak bile değildir. Halbuki Çanakkale Savaşı toplumumuzun bütün kesimlerini derinden etkileyen bir savaştı. Avustralyalılar romanını, piyeslerini yazıyorlar; filmini çeviriyorlar. Yetişen gençlerimiz, ecdatlarını tanırlarsa, gerçekten büyük meselelerin insanı olurlar. Ancak o zaman milletimizin tarihi misyonuna yönelebiliriz. 

ALTINOLUK DERGISI INTERNET (c) 1996-2001