KONFUÇYUS'UN çömezi KU_SU'nun
Prens KU ile MÖ: 417'de yaptığı söyleşi 4-5-6. söyleşiler
KU_SU.. Şu kingimizde, bütün Çin imparatorlarının
saygı göstermiş oldukları bu ilk kutsal kitapta,
insanı incitecek ne buluyorsunuz?
Ulusa örnek olmak için soylu ellerinizle, kendiniz
tarla sürüyorsunuz, ilk ürünleri de Şang-ti'ye,
Tien'e, Yüce Varlığa sunuyorsunuz; ona yılda dört
kez kurban veriyorsunuz; hem kıral, hem de ruhani
başkansınız; gücünüz yettiğince iyilik edeceğinize
dair Tanrıya söz veriyorsunuz; bunda yadırganacak
bir şey var mı?
KU Tersini söylemek aklımdan bile geçmez;
Tanrının ne_kurbanlarımıza, ne de dualarımıza
ihtiyacı var biliyorum;_ama biz bunları
yapmaya ihtiyaç duyuyoruz ona tapınmamız da
kendisi için değil, bizim için yer etmiş bir ibadet.
Ben dua etmesini çok severim, hele dualarımın
gülünç olmamasına çok dikkat ederim; çünkü,
«Sang-ti dağı yağlı bir dağdır, yağlı dağlara hiç
bakmamalı» diye bağırırsan; güneşi kaçırtıp, ayı kurutursam bu abuksabuk sözler Yüce Varlığın hoşuna gider mi, bunun uyruklarıma, bana bir faydası dokunur mu? Hele etrafımızı alan o mezheplerin saçmalığına dayanamıyorum: bir yanda gökyüzüyle yeryüzünün birleşmesinden peyda olan ve anasının karnında seksen yıl kalan Laotze'yi( İsa'dan önce V1. yüzyılda yaşadığı sanılan
Taoiste bir filozof ve keşiş. Tab_tö-King adlı mistik
felsefe yapıtının yazarı olarak tanınır.)
görüyorum. Onun evrensel hiçlik, her
şeyden sıyrılış doktrinine nasıl inanmıyorsam,
anasının karnından ak saçlı doğduğuna, üzerine
binip doktrinini va'zetmiye gittiği kara ineğine de
öyle inanmıyorum.
Tanrı Fo'ya da( Çin'de Buda'ya verilen ad. ),
babası beyaz bir fil olduğu,ölümsüz bir yaşam adadığı halde, daha çok saygı duyamıyorum.
Asıl betime giden de böyle aslı faslı olmayan
şeyleri, halkı yönetmek için onun gözünü boyayan
Buda rahiplerinin dinsel öğütlerinde dillerine
dolamaları; doğayı ürküten işkencelerle kendilerini
saydırıyorlar. Birtakımı, sanki Tanrıyı kötü bir
perhizden başka şeyle hoşnut etmek olanağı
yokmuş gibi, bütün yaşamlarınca kendilerini en
faydalı besinlerden yoksun bırakıyorlar; birtakımı da
boyunlarına kimi zaman doğrusu pek hakettikleri o
demir halkaları geçiriyorlar; bacaklarına, tahtaya
saplar gibi, çiviler saplıyorlar; halk da yığın
halinde arkalarından gidiyor. Bir kıral hoşlarına
gitmiyen bir buyruk çıkarsa, soğuk soğuk, bu
buyruğun Tanrı Fo'nun yorumunda yeri
olmadığını, insanlara boyun eğmektense Tanrıya
boyun eğmenin daha iyi olduğunu söylüyorlar.
Halk arasında yayılmış bu kadar acayip, bu kadar
tehlikeli bir hastalığı nasıl iyi etmeli'?
Biliyorsunuz ki hoşgörü Çin yönetiminin, bütün Asya
devletlerinin ilkesidir, ama bu hoşgörü bağnaz
kanılarla bir imparatorluğu yıkılmak tehlikesine
düşürürse felâketli bir şey olmaz mı?
KU_SU.. Sizdeki bu hoşgörü anlayışını söndürmekten
Şang-ti beni korusun, vücut için yemek
yemek izni ne ise ,bu saygıdeğer erdem de ruh için
odur. Doğal yasa herkesi, dilediği şeyle
beslenmekte özgür bıraktığı gibi, dilediği şeye
inanmakta da özgür bırakmış. Bir doktorun_verdiği
perhizi tutmadılar diye hastalarını öldürmeğe
hakkı yoktur. Bir Hükümdarın da kendisi gibi
düşünmüyorlar diye, uyruklarını astırmaya hakkı
yoktur, ama kargaşalıkları bastırmak hakkıdır;
hem, bilge bir adamsa, boş inançları kolayca
kökünden kazıyabilir. Dört bin yıl kadar önce, altıncı
Kalde kralı Daon'un başına gelenleri elbette
bilirsiniz'?
KU Hayır, bilmiyorum; anlatırsanız beni sevindirirsiniz.
KU_SU..
 Kalde rahipleri Fırat'ın turna balıklarına 
tapmaya karar vermişlerdi; iddialarına göre Oannes 
adında ünlü bir turna balığı vaktiyle
kendilerine din kurallarını öğretmişmiş, bu balık
ölümsüzmüş, üç ayak uzunluğu, kuyruğunun 
üstünde de küçük bir ay varmış. İşte bu Oannes'e
saygı göstermek için turna baaığı yemek yasak
edilmişti. Oannes balığının yumurtalı mı, yoksa
tohumlu mu olduğu konusunda tanrıbilimciler 
arasında büyük bir kavga çıktı. İki taraf birbirlerini
karşılıklı aforoz ettiler, birkaç kez iş sille tokada
bile vardı. Bakın kral Daon bu kargaşalığa nasıl son verdi.
İki tarafa da üç günlük sıkı bir perhiz buyurdu,
sonra turna balığının yumurtalı olduğunu ileri 
sürenleri çağırttı, yemek sofrasının karşısına oturttu:
kuyruğunun üzerine küçük bir ay konulmuş, üç
ayak uzunluğunda bir turna balığı getirtti. Bil-
ginlere «Tanrınız bu mu? dedi. - Evet efendimiz,
dediler, çünkü kuyruğunun üzerinde bir ay var.
Kral, bal gibi tohumları olan, balığı ortadan kesip
açmalarını buyurdu. « Görüyorsunuz ya, dedi, 
Tanrınız bu değilmiş, çünkü tohumları var.» 
Yumurtadan yana olan tanrıbilimciler, düşmanlarının
taptığı Tanrının kızartılmış olduğunu görerek,
buna pek sevinirlerken kıralla valileri turna balığını yediler.
Çabucak karşı taraf bilginleri çağırtıldı: 
onlara da yumurtası ve kuyruğunun üzerinde bir ay
olan üç ayak uzunluğunda bir Tanrı gösterildi;
Oannes Tanrının bu balık olduğunu, tohumları 
bulunduğunu temin ettiler: o da öbürü gibi kızartıldı
ve yumurtalı olduğu saptandı. O zaman, iki taraf da 
hem budala hem aç olduğundan, kıral kendilerine 
turna balığından başka verecek yemeği olmadığını söyledi; 
yumurtalısını da, tohumlusunu da sömürdüler. 
İç savaş sona erdi, herkes de kıral Daon'a dua etti; 
o gün bugün, yurttaşlar, sofralarına canlarının istediği kadar
 turna balığı getirttiler.
KU Kıral Daon'u pek sevdim, ilk fırsatta
da onun gibi davranacağıma söz veriyorum.
Fo'larla turna balıklarına tapılmasına her zaman,
elimden geldiği kadar (kimseyi zor altına koymadan) engel olacağım.
Pegu'da, Tonkin'de âyı küçülten, geleceği apaçık önceden haber veren,
yani, gelecek diye bir şey olmadığına göre, olmıyan bir şeyi açıkça
gören küçük tanrılar, Siyamlı küçük küçük rahip
bozuntuları olduğunu biliyorum. Onların buralara
gelip geleceği, şimdiki zaman saymalarına, ayı küçültmelerine
gücümün yettiğince karşı koyacağım.
Kuruntularını yaymak için, uydurma ilâçlar
satan şarlatanlar gibi, kentten kente dolaşan tarikatlar olması
ne acınacak şey! Küçücük ulusların yalnız kendilerini doğruya ermiş,
koca Çin imparatorluğunu da doğru yoldan sapmış sanmaları
insan zekâsı için ne ayıp! Yoksa İlksiz Varlık yalnız
Formoza veya Borneo adasının Tanrısı olacak da,
evrenin geri kalan bölümünü kendi haline mi
bırakacak? Sevgili Ku-Su, o bütün insanların
babasıdır; herkesin turna balığı yemesine müsaade
eder; ona gösterilebilecek en büyük saygı erdemli
olmaktır; yüce imparator Hiao'nun dediği gibi,
temiz bir yürek onun en güzel tapınağıdır.
KU_SU.. Mademki erdemi seviyorsunuz, kıral olunca nasıl erdemli olacaksınız?
KU Komşularıma da, uluslarıma da haksızlık etmeyerek.
KU_SU.. Kötülük etmemek yetmez, iyilik de
edeceksiniz; yoksulların karnını doyuracaksınız,
ama onları tembel tembel oturtarak değil, yararlı
işlerde kullanarak; ana yolları güzelleştireceksiniz;
kanallar açtıracaksınız; bütün sanatları özendireceksiniz,
her tür yararlığa ödül vereceksiniz;
istemiyerek işlenmiş suçları bağışlayacaksınız.
KU Ben, haksızlık etmemek diye buna diyorum;
bunların hepsi de bizim için birer ödevdir.
KU_SU.. Gerçek bir kıral gibi düşünüyorsunuz;
ama kıralın bir de insanlık yönü, resmî hayatının
yanısıra bir de özel hayatı vardır. Yakında
evleneceksiniz; kaç kadın almak niyetindesiniz?
KU On iki tanesi yeter sanırım; daha çoğu
işlere ayırmam gereken zamanı elimden alabilir.
Hizmetinde üç yüz karısı, yedi yüz cariyesi,
binlerce de hadımı olan o kıralları hiç beğenmiyorum.
Hele şu hadım merakını insanoğlunun yaradılışına karşı
çok büyük bir saygısızlık sayıyorum.
Olsa olsa ancak horozların hadım edilmesini hoş görebiliyorum.
O zaman yenmesi daha zevkli oluyor; ama şimdiye kadar hadımları şişe
geçirip kızartan olmadı. Hadım edilmeleri ne işe
yarıyor sanki? Dalai-lama'nın, tapınağında şarkı
söyleyen elli hadımı var. Acaba bu elli iğdişin
berrak sesini duymak Şang-ti'nin pek mi hoşuna
gidiyor, doğrusu bunu öğrenmek isterdim.
Sonra hiç evlenmeyen Buda rahipleri var,
onları da gülünç buluyorum; öteki Çinlilerden daha
uslu akıllıyız diye övünürler: iyi ya işte! bari
dünyaya uslu akıllı çocuklar getirsinler. Şang-ti'yi,
kendisine tapacak insanlardan yoksun bırakmak ne
tuhaf bir tapınma! İnsan soyunun kökünü kurutmaya önayak olmak
insanoğluna ne biçim hizmet! Stelca ed isant Errepi adındaki iyi yürekli
küçük lama «her rahibin kabil olduğu kadar çok
çocuk sahibi olması gerektiğini» söylemek istiyordu;
herkese örnek oluyor, zamanında da pek
yararlı bir iş görüyordu. Kendi hesabıma, ben
bütün lamalarla Buda rahiplerini ve bu kutsal işe
içten gelen bir heves duyan kadın lamalarla Buda
rahibelerini evlendireceğim; o zaman herhalde
daha iyi birer yurttaş olacaklardır. Böylelikle
Lu'nun kırallığına büyük bir hizmette bulunduğuma inanacağım.
KU_SU.. Ah! Ne iyi bir hükümdara sahip olacağız!
Beni sevinçten ağlatıyorsunuz. Karılarınız,
uyruklarınız olmasıyla yetinmiyeceksiniz; çünkü,
sonunda insan bütün gününü buyruk çıkarmakla,
çocuk yapmakla geçiremez ya: herhalde dostlarınız
da olacak?
KU Daha şimdiden dostlarım var, hem de
bana kusurlarımı söyleyen iyi dostlar; ben de onlara
kusurlarını söylemekten çekinmiyorum; onlar
beni avutuyor, ben onları avutuyorum; dostluk
yaşamın merhemidir, kimyacı Erueil'in merheminden,
hattâ koca Ranoud'nun tozlarından da iyidir.
Dostluğun bir din kuralı haline getirilmemiş
olmasına doğrusu şaşıyorum: ben onu kutsal törenler
kitabımıza almak isterim.
KU_SU.. Sakın böyle bir şey yapmayın;
dostluk kendiliğinden yeteri kadar kutsaldır, onu hiç bir
zaman bir buyruk haline getirmeyin; yüreklerimiz
özgür kalmalıdır; hem sonra, dostluğu bir kural, bir
tâpınma, bir âyin, bir tören haline koyarsanız
binlerce Buda rahibi, kendi kuruntularını va'zederek,
yazıp çizerek, dostluğu gülünç hale getirirler; onu
böyle bir saygısızlık karşısında bırakımamalı.
Peki, düşmanlarınıza karşı nasıl davranacaksınız?
Konfuçyus, belki yirmi yerde, onları seviniz, diyor;
bu size biraz zor görünmüyor mu?
KU Düşmanlarını sevmek! Canım, bundan daha genel ne olur.
KU_SU.. Siz bunu nasıl anlıyorsunuz?
KU Nasıl anlamak gerekirse öyle anladığımı sanıyorum.
Savaş öğrenimimi hükümdar Decon'un ordusunda hükümdar Vis-Brunck'a
karşı savaşırken yaptım: düşmanlarımızdan biri
yaralanıp da elimize düştü mü, ona kendi kardeşimizmiş gibi bakıyorduk:
çoğu zaman kendi yatağımızı yaralanmış,
tutsak düşmüş düşmanlarımıza verirdik de, biz onların yanıbaşında
yere serdiğimiz kaplan postlarının üstünde uyurduk;
onlara kendi elimizle hizmet ettik: daha ne istiyorsunuz?
Onları sevgilimizi sever gibi sevmemizi mi?
KU_SU.. Bütün bu söylediklerinizle beni çok aydınlatmış oldunuz,
bütün ulusların sizi dinlemelerini isterdim; çünkü bana temin ettiklerine göre, gerçek erdemin ne olduğunu bilmediğimizi, en iyi davranışlarımızın
büyük birer günahtan başka bir şey olmadığını, iyi ilkeler edinmemiz için de
kendi rahip bozuntularımızdan ders almaya ihtiyacımız olduğunu
söylemeye yeltenen uluslar varmış. Vah, zavallılar!
daha yazmayı, okumayı öğreneli dün bir, bugün iki,
bir de hocalarına ders vermeye kalkmışlar!
KU_SU.. Size, beş, altı bin yıldan beri bizde,
bütün erdemler üzerine ortaya sürülen beylik sözleri
tekrarlıyacak değilim. Bu erdemler içinde,
ruhlarımızı yönetmek için ihtiyatlılık, vücutlarımızı
yönetmek için de ölçülülük gibi ancak kendi kendimize
ait olanları var; bunlar politika ve sağlık
kurallarıdır. Gerçek erdemler, bağlılık, yüce gönüllülük,
iyilik, hoşgörü vb. gibi topluma faydalı
olanlarıdır. Çok şükür, aramızda bütün bu erdemleri
torunlarına öğretmiyen yaşlı kadın yok gibidir;
kentte olduğu kadar köyde de gençlerimizin
ilk öğrendiği şeylerdir bunlar: ama büyük bir
erdem var ki pek aldırış edilmemeye başlandı,
ona canını sıkılıyor.
KU Hangisi? Çabuk söyleyin; onu canlandırmaya çalışayım.
KU_SU.. Konukseverlik; bu pek toplumsal erdem,
insanları birbirine bağlayan bu kutsal bağ,
eğlence yerleri âçtığımız günden beri gevşemeye
başladı. Söylediklerine bakılırsa, bu zararlı kurum
bize Batının kimi yabanlarından gelmiş.
Zavallıların galiba gezginleri barındıracak bir evleri
bile yok. Şu koca Lu kentinde, güzelim Honşan
meydanında, kendi evim Ki'de, Semerkand'dan
gelmiş kibar bir yabancıyı ağırlamak ne büyük
zevktir! O andan başlayarak ben onun için artık
kutsal bir insan olurum, kalkıp Türkistan'a gidince
o da, bütün yüce ve insanca yasalar gereğince, beni
evinde konuk etmek, bana yakın bir dostluk göstermek zorundadır.
Size sözünü ettiğim o yabanlar yabancıları,
sırf para için, iğrenç kulübelerinde barındırıyorlar;
bu alçakça barındırmayı hayli pahalıya satıyorlar;
bir de kendilerini bizden üstün görüyorlarmış,
bizden daha temiz ahlâkları var diye öğünüyorlarmış.
Kendi vaızlarının Konfuçyus'dan daha iyi
va'zettiklerini, sözün kısası, ana yollar üstünde
kötü şarap satıyorlar, kadınları deliler gibi sokaklarda dolaşıyor,
bizimkiler ipekböceği yetiştirirken onlar dansediyor diye
doğruluğu kendilerinden öğrenmemiz gerektiğini ileri sürüyorlar.
KU Konukseverlik çok iyi şeydir; ben de
seve seve konukseverlik gösteriyorum, ama kötüye
kullanılmasından korkarım. Büyük - Tibet dolaylarında
kötü evlerde oturan, gezip tozmayı seven, bir hiç için
dünyanın bir ucundan öbür ucuna gidecek insanlar vardır;
siz de oraya gidip konukluk haklarından yararlanmaya kalktınız mı,
ne bir yatak, ne de kaynıyan bir tencere bulursunuz;
bu da insanı terbiyeden, nezâketten bezdirebilir.
KU_SU.. Sakıncası pek önemli değil; yalnız
iyi tavsiyeleri olan kimseleri kabul etmekle de giderilebilir.
Tehlikesi olmıyan erdem yoktur; zaten
böyle olduğu için onları benimsemek güzeldir ya.
Şu bizim Konfuçyus'umuz ne bilge, ne kutlu
insandır! Esinlemediği erdem yok; insanların mutluluğu
onun özdeyişlerinden her birine bağlıdır;
işte aklıma gelen bir tanesi, bu elli üçüncüsüdür:
«İyiliğe iyilik et, edilen hakaretlerin de hiç bir zaman öcünü alma.»
Batı ulusları bu yüksek ahlâka hangi özdeyişi,
hangi yasayı karşı çıkaracaklar? Hem Konfuçyus
daha kaç yerde alçakgönüllülüğü öğütler! Bu erdeme
saygı gösterilseydi, yeryüzünde hiç kavga olmazdı.
KU Konfuçyus'un daha önceki yüzyıllarda
yaşamış olan bilgelerin alçakgönüllülüğe dair
bütün yazdıklarını okudum; ama bana öyle geliyor
ki bu konuda hiç de yeterince doğru bir tanımlama
yapmamışlar: onların yanlışını çıkarmaya kalkışmak
belki pek alçakgönüllülüğe uygun bir şey değildir;
ama hiç olmazsa yazdıklarını anlamadığımı
itiraf edecek kadar alçakgönüllülük gösteriyorum.
Söyleyin bana, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz.
KU_SU.. Alçakgönüllükle emrinizi yerine getireceğim.
Bana öyle geliyor ki alçakgönüllülük ruhun tevazuudur;
çünkü dış tevazu nezaketten başka bir şey değildir.
Alçakgönüllülük insanın bir başkasına karşı elde etmiş olabileceği üstünlüğü
kendi kendisine inkâr etmesinden ibaret kalamaz. İyi
bir hekim, sabukalama halindeki hastasından çok
daha fazla şey bildiğini kendi kendisinden saklıyamaz;
astronomi hocası da öğrencilerinden daha
bilgin olduğunu elbette bilir; böyle olduğuna
inanmaktan kendini alamaz; ama bununla övünmeye
kalkmamalıdır. Alçakgönüllülük kendi kendini
alçaltmak demek değildir; tevazu nasıl gururu
yumuşatırsa o da onuru yumuşatır.
KU Pekâlâ! Öyle ise ben de safsatacıların
kuruntularıııdan, sahte peygamberlerin boş
hayallerinden uzak, bütün bu erdemlere uyarak, sade
ve evrensel bir Tanrıya taparak yaşamak istiyorum.
Tahta çıkınca benim erdemim benzerlerimi sevmek,
dinim de Tanrıya tapmak olacak. Tanrı Fo'yu, Laotze'yi,
Hindlilere kaç kez insan biçiminde görünen
Vişun'yu(Heykellerinde 4 kollu olarak gösterilen Güneş Tanrısı)
Siyamlılarla uçurtma uçurtmak için gökyüzünden inen Sammonokodom'u,
aydan Japonya'ya inen Kamileri ( Hindistanda yetişen bir çeşit kutsal ağaç.)
hor göreceğim. Salt kendi ülkesi için bir Tanrı olduğunu
düşünecek kadar budala bir ulusun vay haline! Bu bir
küfürdür. Ne demek! Güneşin ışığı bütün gözleri
aydınlatıyor da, Tanrının ışığı dünyanın bir köşesindeki
küçücük, cılız bir ulustan başkasını aydınlatmıyacak ha!
Ne yürekler acısı durum, ve ne budalalık!
Tanrı bütün insanların yüreğine seslenir,
şefkat bağları da, evrenin bir ucundan öbür
ucuna kadar, onları biribirlerine bağlamalıdır.
KU_SU.. Ey bilge Ku! Şang-Ti'nin, kendisinin dile getirdiği
bir insan gibi konuştunuz, adına lâyık bir hükümdar olacaksınız.
Ben sizin hocanızdım, şimdi siz benim hocam oldunuz.