NURULLAH GENÇ

BEN ŞAİRİM SEVGİLİM

İliklerime kadar kasırgalıyım 
martılar konuyor omuzlarıma 
uğrunda rıhtımlara döktüğüm saçlarımla 
seni istemeye geliyorum babandan 
boynumda ödünç aldığım 
papyonların en kapitalisti 
sırtımda toprak kokan 
afrikadan çalınmış elbisenle 
en kanlı bir isyanı bastırarak içimde 
seni istemeye geliyorum babandan 
dökülse de 
briyantinlidir saçlarım 
ellerim sandığın gibi 
hoyrat değildir 
göğsünü gere gere 
yürüyorum en son hazırlandığın 
deliler kartpostalına 
burnumda barut kokusu 
kulaklarımda çığlık 
ellerim sandığın gibi 
hangi köşesinden kim bilir 
çalışan yeryüzünün 
şimşekli bir korkuyla yalıyor bedenimi 
jandarma yangınları 
yalanlar, vaadler, kelime oyunları 

pankartlar, sloganlarü, oksijen tüpleri 

gözyaşı gölcükleri arasından sessizce 
geliyorum antika villanıza 
babanız kabul etmez bilirim 
yüreğimi darphanelerden geçirip 
başlık parası diye 
sunsam altın tas içinde 
itiraf ediyorum 
atalarımdan kalan 
bir avuç sevgiyle geçindiğimi 
beceremem yemek pişirmesini 
çocuklara bakmasını bir de 
ben şairim sevgilim 
sensiz günlerin biriktirdiği 
ayrılık kamburuyla 
uzanıp öpesim geliyor bulutları 
bulutların ötesinde gözlerin 
seni nüfus kayıtlarıyla değil 
bakışlarınla tanıyor dünya 
gölgende serinliyor çöl mahkumları 
aşkımın mesajını alınca yıldızlardan 
rüzgara sormuşsun özgeçmişimi 
oysa göklerdedir benim tarihim 
sımsıcak bir yaz günü 
denizi düşler ya insan 
suya dokunuşunu kalbin 
bütün epeleirnle sarmışsın beni 
vadilerimle boynu bükük 
bir damlanın düşmesini bekliyorum ömrüme 
toprağın mirasıyım 
rüyalarım bu yüzden kuraktır bazen 

bazen buram buram çiçek kokulu 
mevsimlik elbise gibidir bazen 
giyerken bir yanıma, öbür yanım dirilir 
yağmur ölesiye vurgundur bana 
lacivert karanlıklar ülkesinden süzülen 
dantelli bir akşamdır ufuklarıma çöken 
her kirpiğim uzaklarda bir filiz 
her gülüşüm yeşeren bir şeftali çiçeği 
çıkarım balkonuna ateşli duyguların 
şakır bülbülce dilim 
ben şairim sevigilim 
dudaklarım yanıltmasın 
her çiçeğe kondurmam öpücüğümü 
hep susuzluk değildir taşıdığım 
yıllardır yükünü çektim fedakarlığın 
belim bu yüzde eğik 
ayaklarım yanıltmasın 
yeminliyim, giremem bu kapıdan 
martılar konuyor omuzlarıma 
hüznümün evrensel bir hüzün olduğunu 
haykırıyolar 
martılar en temiz bakiyesidr 
kirlenen denizimin 
cemrelidir ellerin, menevişlidir 
aynalara yüklemişsin nazını 
amansız cephelerde 
ırmakları nüfuzunla umutlandırıp 
rüyalara ulamışsın 
lekeli labirentleri, aykırı hayalleri 
gurbetin esrarlı noktalarına 
çekimlemişsin 
tazeleyip iksirinle ruhumu 
düşürmüşsün beni sensizliğe 
sana tutundukça sarsılıyorum 
seni düşündükçe esaretteyim 
soranlara fısıltıyla 
hamal olduğumu söylüyormuşsun 
ben leylanın hamalıyım sevgilim 
bu yürekten daha ağır 
yük taşımadı yeryüzü hamalları 
tut ki ibr ben değilim 
annem, babam, yatalak kardeşimle 
karanlığa döşek yapıp 
gökleri yorgan diye çekiyorum üstüme 
tut ki yoksulluğun mübtelasıyım 
istiyorsan, dökeyim avuçlarına 
içimin elmaslarını 
yüreğim yakut bir kolye gibi gerdanını süslesin 
gözlerimden zümrüt küpeler yapıp 
kulaklarına takayım 
ipekli yollarıyla 
gümüş penceresi, kapılarıyla 
istiyorsan, saraylar kondurayım gönlümden 
iz bırakmış bronz tenli sevgilileri 
hizmetçi kılayım ayaklarına 

ihtiraslar ihtirası yutuyor 
leylak bahçesinde duman tütüyor 
senin başladığın yerde bitiyor 
gündüzün gündüzde öldürdükleri 
ne vakit sancılansam 
damarlarıma sokuluyorsun 
sonra duyulmadık hakaretlerle 
tanık oluyorum kovulduğuma 
bir villa girişinden 
hangi sokağa dalsam 
peşimde adımlarım 
hangi eve yönelsem 
bir sürgü, bir hıçkırık 
bir ben varım dünyada 
sanki bir de yalnızlık 
ama güçsüz değilim 
ben şairim sevgilim

mico_minik_by.gif (906 bytes)