EBU-L BEKA


EBU-L BEKA SALİH BİN ŞERİF VE ENDÜLÜS MERSİYESİ.

Milâdın 15., Hicretin 8. yüzyılındayız. Haçlı seferleri,
Cengiz ordularının akını, Doğu Napolyonu Timurun yürüyü-
şü, İslâm ülkelerini kökünden sarsmış, harap etmiş, yarala-
mıştır. Rüyaların bile hülyasına cesaret edemiyeceği O ca-
nım, güzelim, o büyük medeniyet yakılıp yıkılmıştır. Ruh
ve fikrin en canlı ve en doğurgan olduğu ilk vakitlerden de
oldukça uzaklaşmış bulunuyoruz. Her yanda, bir kavgadan
yeni çıkmış bir insanın durumu gibi sızlayan yaralar... Daha
yeni, yaralar sarılıyor, ülkeler onarılıyor. İslâm Âlemi yeni-
den kuruluyor. Yeniden kuruluşun inşaat şartları. Ne yapı-
lırsa yapılsın, ne olursa olsun ölüme yenilmeyen müslüman-
lar, yer yer, küçük küçük de olsa, devletlerini kuruyorlar,
onarıyorlar. Bunların içinde yalnız bir tanesi vardır ki, en
kısa zamanda, Timurun öldürücü vuruşunu da tattığı hal-
de, dünyanın en büyük devleti olmuş ve olma yolunda : Os-
manlı Devleti. Ama, o da, henüz islâm dünyasının merkez
çatısını kurmaya çalışıyor ve denizaşın ülkelere büyük çap-
ta ve sonucu değiştirecek ölçüde yardım etmek imkânından
veya zamanından mahrum. Başta Sultan II. Bayazıt, Fatih
hareketini sabitleştiriyor, toprağın derinliğine işliyor. Her
taarruzla, her fetihle kazanılan, bir tedbirle, bir ihtiyatla
korunur. Bu tedbir ve bu ihtiyat, yeni taarruz ve fetihlerin
hazırlanış dönemidir de. Bayazıt'ın önemi küçümsenemez.
Çünkü Onunladır ki, Fatihle gelen gitmemiş, kalmıştır. Ve
Onunladır ki, Yavuz ve Kanuniyle gelen gelebilmiştir. Bir
de ortalıktaki sulh ve sükûn ihtiyacı hesaba katılsın. Ve
Cem'in, talihsiz, büyük şartların kurbanı şehzadenin Devlet
başına açtığı iş düşünülsün. ,
İşte, İslâmın merkez alanı bu durumdayken, parlak is-
lâm medeniyetinin en seçkin dönemlerinden biri, en kanlı
bir akşamın son levhalanndan biri gibi, tarihte örneksiz bir
facianın son günlerindedir. Eşya ve ruhun birbirine en ya-
kın olduğu, birinin öbürünün diline en çok çevrilebildiği bir
nüanslar, incelikler, zariflikler medeniyeti olan Endülüsün
son dakikaları, hatta son saniyeleridir. Kanlı hıristiyan, kı-
zıl inkâr, onmaz barbarlığın mahv ettiği Endülüsün... Kur-
tuba, Belensiye, Mursiyeden. eser yok. İslâm Endülüste,
kendi üstüne katlana katlana, kendi içine sığışa sığışa, ken-
di içine çekile çekile, kendine doğru çekile çekile, Gırnata-
dan ibaret kalmıştır. İşte, onun da kapılan, Korkunç Fer-
dinandın omuzları, ordusuyla zorlanmaktadır. Artık, sağ, sol,
ön, arka, dört yan düşmandır. Avrupada merhamet. Afrika-
dan ümit yoktur. Endülüs İslâm Devleti yıkıldıktan sonra,
kalan beylikler, kendilerini bekleyen korkunç sonu hiç dü-
şünmeksizin, küçük hesaplar, kıskançlıkiar içinde, birbirle-
rini yiyip bitirmişler, bundan faydalanan hıristiyan kırallık-
lar herbirini teker teker almış, eşsiz medeniyeti imha etmiş,
sarayları, medreseleri, kütüphaneleri, evleri, yuvaları yık-
mıştı. Kitapları ateşe vermiş, insanları ateşe vermişti. Koca
Endülüsten geriye, bir toz toprak bulutu içinde çığlık atan
kadınlar ve çocuklar, kaçışan hayaletler ve çağın kulağında
çınlayan, asırlarca çınlayan feryatlar uğultusu kalmıştı. Ve
daha insanı acıdan boğan nice gerçekler, nice fâcialar... Ka-
lan son şehir Gırnatanın hükümdarı bir elçiyle, Sultan Ba-
yazıttan yardım istemişti. İstanbul'a gönderilen elçi ve he-
yetin Padişaha sunduğu Kaside de, işte, Endülüsün o tra-
jik çağ şairlerinin en büyüklerinden Elbülbeka Salih Bin Şe-
rifin Endülüs Mersiyesidir. Fakat yukarıda söylenen sebep-
ler ve o zaman deniz gücümüzün henüz yeteri kadar geliş-.
memiş olması yüzünden yeteri kadar yardım yapılamamış
ve Gırnata da sırtlana taş çıkartan kan düşkünü Ferdinand
ve isterik İzabel'in eline geçti. Artık onların işlediği cina-
yet, anlaşmalara aykırılık, yakıp yıkmayı düşünmek, bir ta-
rih kitabında, en soğuk bir ışık altında okumak bile insanı
küle çevirebilir. Ancak daha sonra ve Barbarosun çalışma- .
sıyladır ki, birçok müslümanı kurtararak Afrikaya taşıya-
bilmişizdir.

İşte bu Kaside, o günlerin bir medeniyetin mersiyesi-
dir. Muhteşem bir medeniyet ki, son sayfasını bu üstün ka-
side teşkil etmektedir. Son yaprağı budur. O medeniyeti göz-
den geçiren bir insan, bu kasideyi de okur ve kitabı kapar.
Böyle bir medeniyete lâyık anıt bir mezartaşıdır bu.
Bu kaside, ateşle pişen bir çelik gibi yüce ve sağlam. Bu
kaside, bu acı deneyi geçirenlerin büründüğü tevekkül için-
de zamanın ve tantananın, her türlü fâni saadetin geçicili-
ğini dile getiriyor ve Endülüsün başına gelenleri anlatarak
iyi durumda bulunanları uyarıyor, çağırıyor. Endülüs örne-
ğinde bir tarih felsefesi modeli gibi gelecekleri haber veri-
yor. Hatta denebilir ki, Endülüsün kurtarılma vaktinin geç-
tiğini görüyor da, sadece bir ibret dersi veriyor. Hatta yal-
nız müslümanlara değil, bütün insanlara. Evet, bütün gele-
cekleri haber veriyor.

Ne yazık ki, o gelecekler birkaç kere daha geldi.
Sezai Karakoç