Arif Nihat Asya

SİNAN.


Kendi köprüsünden geçen,
Kendi sebîlinden içen
Açınca kanadlarını
Kendi kubbesinden uçan

Yerde altın eden,
Gökte gümüş hilâli
Eliyle göklere yazan,
Lâfza-i Celâl’i ,

Kendi şadırvanında abdest alan
Kendi mihrâbında namaz kılan,

Taşı, billûru, kurşunu
-Üslûb ûslüb konuşturmak
Geçmişler elinden tutup
Geleceklere kavuşturmuş,

Serhadleri bekleyen,
Kalesinin burçlarından,
Mu’cizeler dökülen,
Parmak uçlarından

Kurduğu, ocaklar, hesaplansa,
Bir şehir tutacak,

Yükselttiği bacalardan
Ebede kadar, şükran tütecek,
Şâheserlerin bir teki,
Kırk sanatçıya yetecek,

Taşa toprağa ezberleten,
Sûreleri,
Kesip kesip kubbe yapan,
Küreleri,

Nice nice imâretten, Dârûşşifâdan,
Asırlar boyu, dûa almış,
Şimdi, öbür dünyadan
Eserlerini seyre dalmış,

Sarnıçlar, cedveller, çeşmeler,
Şadırvanlar, kemerler, sebiller yere
Alemler, kubbelere,
Göğe hediyesi,

Adı, “Süleymân”ın akla
İlk gelen kafiyesi…

İmânından harc katan,
Yapılara…
Kapılara diye bakabilmiş,
Nice kapılara…
Burada mührü tuğlası,
Orda imzası…
Adları gökten indiğine şâhid
Minareler adının ma’nâsı…

Kendi şerefelerinden ezanlar duyan
Kendi yaptığı beşikte -mışıl mışıl- uyuyan,
Büyük mi’mâr,
Sinan!

Göstermediler diye senin kerametini
Esirgeme torunlarından
Şefâatini.
Yaptıkları kabuk kubbeyi
-Parça parça- yerde bulanların,
Seni düşündükçe
Yüzü yerde olanların
Hepsi, dikkatli çocuklarındır…inan.

Hesabına, günlerce eğildiler,
Yoktu en küçük kusurları…
Yalnız, Sinan değildiler

Nesiller, hâlâ sanatını heceliyor…
Ölüm gününde eserlerinin
Gözyaşını bulutlar siliyor.

Uzat mübarek ellerini:
Yine dünkü kadar tâze, dünkü kadar yeni
Pırıltıları –Hâlâ-
Sedef sedef, altın, gümüş gümüş
Minareler, minberler, sütunlar,
Köprüler, kapılar, mihraplar yola düşmüş…
Ellerinden öpmeye geliyor..

MİÇO TASARIM