Vitrindeki Kitaplar-Ali BÜYÜKÇAPAR

 

İslami Mücadelede Güç İrade ve Eylem
Cevdet Said, Pınar Yayınları, İstanbul

        Müslüman toplumların kendi sosyal yapılarından çıkardıkları düşünce biçimlerinin dini hareketleri etkilememesi gözardı edilemez.
        Son yüzyılda genelde dünya üzerinde yaşayan ümmet, İslâm varoluşlarını tanımlamada farklı metotlar içeren çalışmalar üretmekle beraber aksiyoner alanda müsbet örnekler ortaya koyamamıştır. İslâm’ı tebliğ metodlarında bölgesel farklılıklar kadar o harekete sahip çıkan topluluğun kültür seviyesi arasında düzenli ilişkiler vardır. Batıcılık, hegomanyacılık, İslâmcılık akımları hâlâ temsilcileri vasıtası ile fikir üretmeye devam etmektedir. Bugün geldiğimiz noktada hangi eylemin nerede başlayıp nasıl sona ereceğini kestirmek mümkün görülmemektedir. Değişik İslâm toplumları farklı İslâm modelleri oluşturmaya çalışadursun Ortadoğu bölgesinin yaşadığı toplumsal sarsıntı ve yıkım burada yaşayan entellektüel insana farklı tecrübeler sunmuştur. Yıkılan Osmanlı devletinin vilayetlerinde ülke devletçikleri kurulurken buralarda yaşayan insanlar, olanlar karşısında ne yapacaklarını tam olarak kestirememişlerdir.
        Cevdet Said günümüz İslâm düşünürlerindendir. 1931 yılında dünyaya gelmiş ilk, orta ve yüksek tahsilini Ezher’de tamamlamıştır. Cevdet Said’in “Bireysel Toplumsal Değişmenin Yasaları” isimli kitabı 1984 yılında yayınlandığında oldukça ilgi görmüştü. ”İslâmi mücadelede GÜÇ, İRADE ve EYLEM” kitabı Cevdet Said’in yeni kitabının ismi. Bu kitap tebliğ metotlarının ele alınmasında farklı boyutları yakalayan bir çalışma. “Bu kitabın ele aldığı sorun, İslâm ümmetinde derinlemesine kök salmış bir sorundur; onun için masaya koyup uzun uzadıya tartışılması gerekmektedir. Doğrusu, İslâm dünyasında bir değişimin gerekliliğini savunanların benimsedikleri üslup ve metodlar sağlıklı olmamıştır. Onu için İslâmi eylemin üslubunda köklü bir değişimi sağlamamız gerekir ki, eylem tesir yasalarıyla ve kainatta varolan dengeyle uyum arzetsin. Bunun için haklar esasına değil de görev ve sorumluluklar esasına dayalı eylem geliştirmek; idareye talip olmadan önce toplumu ıslah etmek ve kaba zorbalık metodu yerine eğitim ve ikna metodunu benimsemek gerekmektedir.” (Sh. 233)
        Cevdet Said’in “GÜÇ İRADE VE EYLEM” kitabının ülkemizin girdiği 28 Şubat sürecinden sonra daha ufuk açıcı olduğuna inanıyorum. Bu kitap aynı zamanda değişik yazım biçimi ile de okurları beklemektedir.
        İslâmî Mücadelede GÜÇ İRADE VE EYLEM, Cevdet Said, Pınar Yayınları, İstanbul.

 

Şem ve Pervane
Mehmet Kanar, İnsan Yayınları, İstanbul.
        Tasavvuf kaynağına ulaşan bilgi hikmet ateşinde pişiyor, o bilgi sahipleri ise varoluş hazzı ile yaşamanın erdemine kanıyorlar.
        Onlarca kitap ile kültür dünyamıza damgasını vuran İnsan Yayınları “İrfan Dizisi” adı altında kitaplar yayınladı. İşte onlardan birisi de ŞEM VE PERVANE. “Şem kelimesi “bal mumu, çerağ, kandil, aydınlanmak için yakılan herşey, yıldızlar anlamında kullanılmaktadır. Sufiler nezdinde şem, “nûr-i ilâhi” demektir. Yine, sâlikin gönlünü yakan nûr-i ilahi ve şuhûd sahibinin gönlünde parlayıp, onun gönlünü aydınlatan irfân nûruna işarettir. Sufiler, Kur’ana “şem-i ilahi” de derler. Mürşidi Kâmile de ”Şem-i Hak” ve “Şem-i Hüda” denilmektedir. “Pervane” kelimesi “kelebek” için kullanılan bir kelimedir. Şu anlamları da vardır; “öncü asker, çerağa aşık olan ve geceleri kendini mum alevine atan böcek, padişah fermanı, ulak, rehber, berat, havâle, izin.”
“Şem” ve “pervane” sembolleri tasavvuf alanında sık sık işlenmiş; “pervane” tasavvuf yolunda ilerleyen, makamdan makama geçen, ama vuslata ermek, bir başka deyişle, fenâfillah mertebesine ulaşmak için çeşitli engellerle karşılaşan sâlike benzetilmiştir. “Pervane”nin mum etrafında döndükten sonra kendini aleve atarak yok etmesi ve vuslata ermesi, ikilikten kurtulup vahdete ulaşması sûfi şairler için orijinal bir konu teşkil etmiştir. Günümüz dünyasının getirdiği karamsar tablonun canlı tabiat öğeleri ile değiştirilmesi zorunludur. Topraktan uzaklaştıkça varlık boyutundaki evreleri unutan insanın kendi mihverini bulması tabiatla barışmaktan geçecektir. Sesler duyup bunları yorumlamak bilgi birikimi sayesinde olur. Yeni eserler eskimez klasik kitaplardan tat taşımıyorlarsa kalıcı olamamaktadır.
        Şem ve Pervane kitabında bu alanda şöhret yapmış iki değerli yazarın eserlerini buluyoruz. Bunlar Fehmi ve Şebisteridir.          Eserlerin muhtevası için şu dizeleri dikkatlerinize sunuyorum:
        “Ey vesveselerle dolu saçma sapan gönül! Ne zamana kadar vesveseler içinde kalacaksın?
        Dostça sana birkaç şey söyleyeyim, dinle:
        Kulak ver bana, söz dinle. Benden birkaç harf dinle...
        Varlığın bir tehlikedir sana; bir nefestir; at dışarı
        Ne zamana kadar vardı yoktu davası olacak? Bedenin ve canın dert ve gamdan çürüdü.
        Yüzbinlerce yıldır dünya vardı. Senden yoktu ne bir isim, ne bir iz” (Sh. 102)
        Üç ayların bereketi, gönül ferahlığı bu gibi eserleri daha da anlaşılır kılacaktır.
        ŞEM VE PERVANE, Mehmet Kanar, İnsan Yayınları, İstanbul.

Yaratılış ve Gayelilik
Prof. Dr. Hüseyin Aydın, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara.

        Kitaplarda neler olduğunu anlamak zor değilse de bu bilgileri hayatla kesiştirmek düşünüldüğünden çok zahmetlidir.
Çocukluk döneminin karmaşası bitti. Gençlik heyecanlarından tatlı hatıralar kaldı, olgunluk yaşlarında dünden yarınlara taşıdığımız bilgilerimiz kâfi gelmemeye başladı. Bilgiye mi güvenmeli, salih amelin olmayışına mı üzülmeli, yoksa imanın hazzı ile tevekkül kapılarını mı aralamalı? YARATILIŞ VE GAYELİLİK (teleoloji) kitabını bu kaygılarla okudum. Konunun ilim, felsefe ve din açısından ele alınmasını kendi açımdan olumlu buldum. “Çünkü ilimler, varlığı kendi aralarında parçalayarak ele alırlar ve varlık hakkında toplu bir görüş ve açıklama ortaya koyabilmek için ulaşmış oldukları sonuçları yine kendi aralarında bir araya getiremezler. Bu görevi felsefe üstlenir. İlimlerin ortaya koymuş olduğu halis başarıları birleştirip varlık hakkında genel bir tasavvur, kâinat hakkında âlem-şümul bir açıklama ortaya koymağa çalışır. Felsefe bu görevi yerine getirirken, ilmi başarıların yol göstericiliğinin sona erdiği, gözlenebilen olayların tükendiği yerden sonra, değerlendirmelerde bulunur, spekülasyonlar yapar, teoriler ileri sürer. Bu safhada ilmin ve felsefenin imkânlarının sona erdiği yerde din devreye girer. Din bir bilgi kaynağı, semavi kitaplar da referans imkânı olarak karşımıza çıkar.
        YARATILIŞ VE GAYELİLİK kitabının hacminin çok ideal olduğunu belirteyim. Kitabın dizilişinde kullanılan harf karakteri gözü yormuyor. Sayın Hüseyin Aydın’ın kitabı yazma amacında gözönünde bulundurduğu kaygıları okur olarak hissettim. Kainatın gerçeği nedir sorusunun daha kitabın giriş bölümünün başına alınmış olması hayli enteresan.
Yazarın kitabın yedinci sayfasında yer alan “çalışma ve incelemede yaratılış ve gayeliliğe bir açıklama getirmeğe çalışırken tercihim İslâm imanıdır” biçimindeki ifadeleri’nin altını çizdim.
        Birinci bölümde Kainatın yaratılışı anlatılırken Hinduizmde yaratılış, Yunanda yaratılış, yaratılış modeli, ilk madde su, yoktan yaratma, yaratmanın oluşu, ikinci bölümde; organik varlıktan biyolojik varlığa geçiş, insanın yaratılışı, üçüncü bölümde; gayelilik (kainatın varoluşun sistematiği,düzeni, proğramı), İslâm’ın hedeflediği insan anlatılarak bugünlerde etrafımızı saran karabasanlara çözüm üretilmeye çalışılmış. Kitabın yüzaltmışdokuzuncu sayfalarında yer alan bilgilerin çok önemli olduğunu belirterek bu bölümün altbaşlığını buraya yazıyorum; “Şuur haline gelmiş Tanrı-İnsan ilişkisi.”
        YARATILIŞ VE GAYELİLİK kitabının kış gecelerini aydınlatıp, ısıtacağına inanıyorum.
        YARATILIŞ VE GAYELİLİK, Prof. Dr. Hüseyin Aydın, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara.

Son Hutbede
Okunan ÂYET’İN ESRARI

İsmail Çetin, DilaraYayınları.
        Kur’an’ı Kerim içerdiği konular, gösterdiği ufuklar ile düşünen insanları bilgilendirirken, tefekkür sahibi olmayanları da uyarmaktadır.
        Ahlak, nasihat ve tavsiyeler, ilmi gerçekler, kıssalar ve dualarla zengin bir muhtevaya sahib olan Kur’an’ı Kerim’in öyle ayetleri vardır ki bütün bu saydığımız alanları tek başına kapsar. Nahl Suresinin doksanıncı ayeti “şüphesiz ALLAH Teala adaleti, iyiliği, akrabaya yardımı emreder. Münkeri, zulm ve tekebbürü yasaklar. Size öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız” der. Bu ayetleri siz de hemen hatırlayıvermişinizdir. Cuma günü hutbeden sonra bir ara verilir. Hocaefendi duadan bu ayetlere geçtiğinde cematte toparlanma görülür, zira birazdan namaz başlayacaktır.
        Sayın İsmail Çetin “Son hutbede okunan AYETİN ESRARI” isimli kitabının önsözünde “cumada hutbede, merak ettiğim, son hutbede okunan En-Nahl suresinin 90’ncı ayeti...
        İmamdan dinlerken tüylerim ürperdi.
        Ne için bu ayet her hutbenin sonunda okunur diye aklıma bir soru geldi, acaba halk anlıyor mu, benim gibi merak eden oldu mu, diye düşündüm.
        Bu soru bir ramazan boyu kafamı kurcalayıp durdu. Ne diyor bu ayet? Ne bildiriyor?” diye soruyor Sayın Çetin ve ekliyor: “Kur’an-ı Hâkim’den parlayan bu ayet insanın beynini hayrete sevk edebilecek ve bir çok ibretler gösterecek bir yıldırım” (sh.3) Sayın Çetin’in bu ifadeleriyle duygularını paylaştığı çalışması değişik konu başlıkları altında yüzelli sayfa sürmüş. Kitabı değişik tefsir çalışmaları için örnek alabiliriz, bir ayetin ele alındığı kitap tasavvufi meseleleri edeb dairesinde değerlendirmesiyle de takdire şayan.
        “Ayetin Esrarı”nda insanın esrarlı dünyasına çok farklı açılardan bakılarak tüm insanlara müslümanca yaşamanın önemi vurgulanmaya çalışılmış. Kitapta yer alan ahlak düsturları günümüz insanı için aydınlık yol olmaya devam ediyor. Kitabın sonunda Şeyh Abdülkadir Geylâninin salâtı şerifesi de yer alıyor.

Son Hutbede Okunan AYETİN ESRARI, İsmail Çetin, DilaraYayınları.