İslam ve İnsanlığın Geleceği* 


       
   Roger Garaudy

   

İslâm bugün, doruğa ulaştığı dönemlerdekinden çok daha büyük yayılma imkân ve ufkuna sahiptir. Çünkü, Amerikan modeli ile Rus modelinin çifte ve kesin iflâsı karşısında, bu başarısızlıktan ötürü, hayatta kalması tehlikeye girmiş bir dünyaya İslâm yeniden umut verebilir. Kendisini çare bulunmaz bir çöküşe mahkûm eden, kısırlaştırıcı bütün “ictihat” redlerinin ötesine taşıp, bir zamanlarki ihtişamını sağlamış olan hayat verici prensiplere tekrar kavuşmasını bilirse, İslâm bunu başarabilir. 
Yeni gözlerle okunan Kur’ân, o zaman bütün gerçek azametiyle son vahiy olarak kendisini gösterir. Son vahyin bu azameti, bunu kendi dilleriyle almış olanların “kendini yeter görme” ve “muhteşem yalnızlık”larını parlak bir üslûpla ifade etmelerinden kaynaklanmıyor. Aksine bütün önceki bilgeliklerin ve vahiylerin bu Son Vahye yönelmiş olmasından ileri geliyor.  
Bu Son Vahiy’de Allah’ın yüceliğini haber veren bütün mesajlar özetlenmiştir. Evet, bu Son Vahiy’de, tabiatın bütün determinizmlerine karşılık, insanın ilâhî boyutunu ve insanların bütün düşüncelerine, bütün aşklarına, bütün tasarılarına ve bütün eylemlerine karşılık da Allah’ın yüceliğini ilân eden bütün mesajlar özetlenmiştir. 
Biz bu dini hiç de bugünkü haliyle değil, aksine onu insanın insanlaşmasına yaptığı katkı bakımından ele alıyoruz. Ayrıca bu dinin, diriltici ve yön verici sadakatinin, geleneklerinin on asırlık can sıkıcı ve onur kırıcı lâfızcılığında değil de, ilk vahyinin dinamizminde arayacak olursak, tekrar bu insanlaşmaya katkıda bulunabileceğine inanıyoruz. 
Kur’ân’ın 1400 yıldan beri hep seçilegelmiş aynı bölümlerinin tekrarıyla yetinilmeyip, bu Son Vahiy organik ve canlı bütünlüğü içinde yeniden okunursa... 
Allah kelâmı olan Kur’ân, insan sözüyle karıştırılmazsa... 
Her âyetin, tarihinin bir anında, bir halkın karşısına çıkmış somut sorunlara cevap vermek için “inmiş” olduğu, bu âyetlerin ebedî değerinin kesinlikle soyut bir formül olmasından değil de, canlı bir soruya canlı bir cevap niteliği taşımasından ileri geldiği ve her âyetin, bizi kendisinden hareketle günümüzün canlı sorularına canlı bir cevap bulmaya çağıran ebedî sorgulama değerini bizim için, ondört asır sonra dahi, muhafaza ettiği unutulmazsa... 
Kur’ân âyetlerinin bize sık sık hatırlattıkları gibi, Yüce Allah’ın, bize önceden hazır bir hakikati vermek için değil de, bizim hakikat arayışımızı yönlendirmek için, insanların ifade tarzını aşan bir dille, yani ima yoluyla konuştuğunu unutmazsak... 
Hazreti Peygamber’in Arkadaşlarının, ilk Dört Büyük Halife’nin, geçmişin büyük fıkıhçı/hukukçularının, sorumlu araştırıcılar olarak, Medine Toplumu’ndan çok farklı olan kendi dönemlerindeki bir devletin içinde karşılaşılan yeni meselelere çözümler bulabildiklerini hatırlar ve onlara sâdık veya bağlı kalmanın, onların sözlerini tekrarlamak değil, aksine onların örneğini, onların yaratıcı ve sorumlu girişimini düşünürsek... Onların, kendi zamanlarının problemlerini, Allah’ın doğru yolundan ayrılmayarak, halletmesini bildiklerini, kısacası, o büyük insanların bize her yerde işe yarayan, bir çeşit maymuncuk reçeteler değil de, yenilikleri göğüslemek için bir metod bıraktıklarını aklımızdan çıkarmazsak... 
İşte ancak o zaman İslâm, tıpkı başlangıcında olduğu gibi, yeniden canlı, evrensel ve herkese açık hale gelecektir. 
Şayet bugün “açık” bir İslâm, Jaurès’in ifadesiyle, atalara sâdık kalmanın, ataların ocağından külü değil, alevi taşımak olduğunu ve bir nehrin ancak denize doğru giderek kaynağına sadık kaldığını hatırlayarak, geçmişinde donup kalmaz, aksine zamanımızın problemlerini Medine toplumunun ruhu içinde çözmesini bilirse, işte o zaman, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için, artık pozitivist bilimcilikle ve Batı bireyciliğiyle felce uğramamış, aksine Medine Toplumu’nun temel değerleriyle bereketlenip verimlenmiş bir toplumun umutlu geleceğinin kapıları açılabilir. Yani İlâhî boyuta ve ümmet bilincine kavuşmanın kapıları...  
İslam ve İnsanlığın Geleceği, Pınar Yay., sh. 182-184