.

.

.


Üç Muhammed
(Mustafa İSLAMOĞLU)

Hazırlayan: Mehmet Fatih ÖZKAN
mfozkan@patikalar.net


EĞER

 

Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, merak ediyorum neler yapacağınızı...

Biliyorum ama böylesine şerefli bir konuğa açacağınızı en güzel odanızı, ona sunacağınız yemeklerin en iyisi olacağını, ve inandırmaya çalışacağınızı, onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı; gerçekten evinizde ona hizmet etmekten alacağınız hazzı.

 Fakat söyleyin bana, Efendimizi evinize doğru gelirken gördüğünüzde, Onu kapıda mı karşılayacaksınız? Yoksa onu içeri almadan önce, aceleyle, bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp Yerine Kur'an’ı mı koyacaksınız? Peki hala Amerikan filimlerini seyredecek misiniz televizyonda? Yoksa kapatmaya mı koşacaksınız aceleyle, o size kızmadan önce? 

Kim bilir? Belki de ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını mi dilerdiniz, hatırlayamadığınız en son çirkin kelimeyi...

Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız? Ve bunun yerine ortalığa, Kitaplığınızın raflarında tozlanmış, hadis kitapları mı çıkaracaksınız?

Hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz? Yoksa telaşla ne yapayım diyerek, Sağa sola mı koşturacaksınız?

Merak ediyorum: Eğer Peygamber Efendimiz, bir kaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa, yapmaya devam edecek misiniz, her zaman yaptığınız şeyleri?

Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı? Her yemekten sonra sofra duası etmeyi, yine zor mu bulacaksınız? Hiç yüzünüzü asmadan, oflayıp puflamadan, her vakit namazınızı kılacak mısınız? Ya sabah namazı için, sıcacık yatağınızdan, erkenden fırlayacak mısınız?

Peki ya yine mırıldanacak mısınız, her zaman söylediğiniz şarkıları? Ve okuyacak mısınız, her zaman okuduğunuz kitapları? Peki bilmesine izin verecek misiniz, aklınızın ve ruhunuzun beslendiği şeyleri? Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz? Şöyle diyelim ya da: Gideceğiniz her yere götürebilecek misiniz Peygamberi de?

Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız? Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadaşınızı onunla? Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız, peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?

Şimdi söyleyin açık yüreklilikle, onun kalmasını ister misiniz sizinle? Sonsuza dek, hep birlikte... Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız, ziyareti bitip gittiğinde? Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi?

Bilmek ve düşünmek, eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse yapacağımız şeyleri... Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, Merak ediyorum neler yapacağınızı ...

İbrahim Sadri

 

 

Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse,yalnızca birkaç günlüğüne aniden
çalsa kapınızı neler yapardık acaba?

Yukarıdaki soruyu ne zaman kendime yöneltsem garip bir duygu kaplar içimi. Bir gün çıkıp geliverse Allah’ın Resulü, ne yaparım, ne söylerim ona? Tahayyül ettikçe gerçekten çok heyecanlanıyorum.

Günümüzde televizyonlarda yapılan tartışmaları, dine şaşı bakan bir takım insanların din adına ahkam kesmelerini görünce karamsarlığa kapılıyorum. Ortalıkta din adına söylenen o kadar çok şey var ki? Ve savlarını ortaya döken herkes bu savlarını desteklemek için bir hadis veya bir ayet atıveriyor ortaya.

Belli bir zaman, bulunduğum toplantılarda bana doyurucu cevap vereceğini düşündüğüm pek çok kişiye “Kimin İslam'ı?” diye sorardım. Aldığım cevaplardan pek tatmin olduğum söylenemez. Bu kimselerden hemen hemen hepsi Kur’an ve onu bize ulaştıran Hz. Peygamber’in uygulamalarından teşekkül eden İslam'ın gerçek İslam olduğunu anlatıyorlardı. Ama bu herkesin ortak söylemi idi. Asıl sorun burada başlıyordu. Herkes bu ortak söylemden yola çıkıyor fakat farklı farklı davranışlar sergiliyordu.

Ne yapacağımı bilemeden karamsarlığa kapıldığım zamanlarda bilseniz ne kadar çok istiyorum bir gün Hz. Peygamber’in çıkıp gelmesini. İnsanların üzerine saatlerce konuştukları konuları bize teker teker anlatmasını ne kadar arzuluyorum. Aynı zamanda o din adına ahkam kesenlerin o geldiğinde neler yapacaklarını çok merak ediyorum. 

Ne güzel olurdu değil mi bir gün çıkıp gelse ve yaşanan tüm tartışmalara son noktayı koyuverse? İnsanların onun ve misyonunun hakkında söylediklerine açıklık getiriverse?

Ancak, maalesef tüm söylediklerimiz, içinde bulunduğumuz karamsar tablonun bizi sürüklediği fantezilerdir. O Allah'ın son peygamberiydi; geldi, aldığı mesajı iletti, insanlara doğru yolu gösterdi ve her beşer gibi ebedi aleme göçtü.

O vefat ettikten sonra milyonlarca insan onun getirdiği mesaja kulak verdi ve Müslüman oldu. Her milletten her renk ve ırktan insanlar İslam'a girdiler. İslam'a giren herkesin ortak istediği bir şey vardı: Hz. Peygamber gibi yaşamak. Onun gösterdiği yoldan gitmek. Aslında herkesin istediği bu olmasına rağmen insanlar çok farklı taraflara meylettiler. Bu karışıklık içerisinde ise onun misyonu ve görevi unutulmaya başlandı. O konuşan ve Müslümanların sorunlarını çözüme kavuşturan Allah’ın Resulü durumundan çıkıp her insanın kendi düşüncesini tasdik eden o insanın söylediklerine arka çıkacak hadis üreten biri konumuna düştü. Veyahut hiçbir şeye karışmayan bir problemle karşılaştığında bazı olağanüstülükler göstererek sorunları çözen bir “tasavvur”a büründü. Acaba gerçek olan peygamber düşüncesi neydi?

İşte bu sayıda ele alacağımız Mustafa İSLAMOĞLU’nun ÜÇ MUHAMMED –İki Tasavvur, Bir Gerçek- adlı kitabı gerçek peygamber anlayışını ortaya koymaya çalışıyor. Hz. Peygamber hakkındaki iki “tasavvur”u Kur’an ekseninde irdeleyerek gerçek Hz. Peygamber düşüncesini yakalamaya çalışmış.

Mustafa İSLAMOĞLU kitabın giriş bölümünde mevcut Peygamber anlayışını şu şekilde dile getiriyor:

“Şu bir gerçek ki, bir peygamber iki tür yaşar: Birincisi Fiziki varlığıyla, ikincisi misyonuyla. Bir peygamber iki kez öldürülebilir: Birincisi fiziki varlığını ortadan kaldırarak, ikincisi misyonunu ortadan kaldırarak.

Eğer peygamberin fiziki varlığı ortadan kaldırılmış fakat misyonu yaşıyorsa, o gerçekte yaşıyor demektir. Çünkü peygamberi peygamber yapan bedeni değil mesajıdır. Fakat, eğer ortadan kaldırılan misyonu ise, işte peygamber asıl o zaman ölmüş ve öldürülmüş demektir.

Birincisini genellikle peygamber düşmanları yapar, fakat ikincisini peygambere dost olduğunu söyleyenler yaparlar. Bu nasıl dostluktur ki, dost oldukları peygambere onun düşmanlarından daha beter fenalık ederler?”

Hemen ardından da kitabı kaleme alış sebebini dile getiriyor.

“ Bu kitabı kaleme almaktaki amacımız, Hz. Peygamber’in edebi risaletinin doğru anlaşılmasına kakıda bulunmaktır. Bunun için yapılması gereken ilk iş, mevcut peygamber anlayışlarını Kur’an ekseninde sorgulamaktı. Bu sorgulama yapıldığında ortaya çıkan manzara , ne yazık ki hiç de iç açıcı görünmüyor. Zaten bu gerçek, ona ümmet olma iddiasındaki dev bir kitlenin mevcut halinden de anlaşılabilir.

O, tarihin ender şahit olduğu insanlık hamlelerinden birini gerçekleştirmişti. Onun misyonunu sürdürme yükümlülüğü ise, İslam Ümmeti’ne ait bir yükümlülüktü. Fakat İslam Ümmeti, mevcut durumuyla bu sorumluluktan ne kadar da uzak görünmektedir! Bu tür çabaların bu uzaklığı bir nebze de olsa gidermeye yardımcı olması, en büyük temennimizdir.”

Kitabın ilerki sayfalarında derin bir çalışma ve çabanın ürünü olan yazılara rastlamaktayız. Öncelikle aşırı yüceltmeci peygamber tasavvurunu ele alan yazar hemen ardından da indirgemeci peygamber tasavvuru üzerinde duruyor. Bu iki tasavvuru açıkladıktan sonra ise Kur’an’ın peygamberini açıklamaya çalışıyor.

Eğer bir Hz. Peygamber çıkıp gelse onu layıkıyla ağırlamamız, şimdi söylediklerimizi o gelince de yüzüne rahatlıkla söyleyebilmemiz, “İyi ki geldin ya Resulullah!” diyebilmemiz için onu ve misyonunu çok iyi idrak etmemiz gerekiyor. İşte Mustafa İSLAMOĞLU’nun bu kitabı Hz. Peygambere bakışımızı sağlamlaştırması veya düzeltmesi açısından çok önemli olduğu kanısındayım.

***

 


PATİKALAR

TASARIM

e-posta
patikalar@patikalar.net