HER AYIN YAZARI: NURİ PAKDİL

MUSTAFA IŞIK
(Ekim-2001)

Nuri Pakdil, yeni nesil müslüman kuşağın fazla aşina olmadığı bir isim. Kuşkusuz bunun; medyada görünmeyişi, kullandığı dilin ağırlığı gibi birçok sebebi olmakla birlikte en önemli sebep olarak on üç yıl süren suskunluğunu gösterebiliriz. Pakdil bu suskunluğunu 1997 şubatında bozdu ve art arda kitaplar yayınlamaya başladı. Tekrar ve ilk baskılarla birlikte şu an piyasada olan kitap sayısı 15. Alıntılar yapmak suretiyle bu kitapları -Arap Şiiri (Güldeste) I ve II hariç- kısaca tanıtmak istiyoruz.

Sükût Sûretinde: Yayımlanış tarihi Şubat 1997 (İki mısarlık şiirler)

Sabrın bittiği yerde
El değmemiş o sabır
*
Arkadaş kıl tartan terazi misin
Artıyor katsayısı direnişin
*
Sükût sûretinde
Çok koyu düşer ses


Derviş Hüneri: Yayımlanış tarihi Mart 1997 (Günlük)

'Kitap paketleri dışında evde ne var ne yok hepsi' dediğimde, inandırıcılığımı mı yitiriyorum acaba söze başlarken? Ama, anlatmak istediğimin özü de bu değil mi? Yanılıyorum belki de; bilmiyorum.
Birbirlerinden duyarak da gelenler var ya da birlikte çalışıyorlar da ben öyle sanıyorum.
Onu da satılık sanmasınlar, diye deve tabanını iyice yaklaştırdım pencereye.
Tülekler bir de, çabuk cayıcılar: 'Verdim peki.' dediğimde, 'Şöyle bir ayaklayalım hele de; burdasın sen, nasıl olsa.' deyiverip uzaklaşıveriyorlar.
Neyse ki söylemleri nefis: 'Şunu veririm.' yerine, daha çok, 'Bu şu eder, öteki şu eder, beriki şu eder.'

... ... ... ...

dünyada en güzel seslerden biri de -ilk 5'e girer- bir yazarın yazı makinesinin sesidir; hele de tuşları kağıdın üzerine düşerken YARADANA YAKINLARSA.

... ... ... ...

Sessiz bir mekân özlemi, doğrusu, bütün özlemlerden önce geliyor. Zihnimizin, tüm boyutlarıyla, derinliğiyle derlenip toparlanabilmesi, yoğunlaşabilmesi ve kendini yeniden üretebilmesi başka türlü mümkün mü?


Batı Notları: Yayımlanış tarihi Mart 1997 (Gezi),

Kahveler psikolojidir Paris'te. Kahve, bir mekân adı olmaktan çok, bir konumu belirtir. Paris'in sinir sistemi. Kimi yerde, bu sinirler kalın halatlara dönüşür. Kimi yerde nazik bir burjuva kadar incelir. Belleville Bulvarındakilerse, boğum boğum; kara kan damarları. Yoksul Afrikalılar bu damarların karayuvarları. Mairie D'lssy'deki kahvelere gelince, bunlar, bir çocuk öksürüğü kadar hafiftir.

Batı toplumunu çürümüşlüğünü, göze çarpan belirtileriyle görüyoruz kahvelerde. Bu, bir alkol toplumudur. Alkolün basıncı, insanın içinden dışarı kovuyor utanma duygusunu. Bir ülke, utanma duygusunu yitirmişlerle dolunca, sürgünler ülkesi olur. Utanma duygusunu yitiren, kendi kendisini yitirmiş bir sürgündür.

Masalların yanında da, bir köpek görebilirsiniz. Sahiplerinin kolları yoruluyor iplerini tutmaktan. Köpekleri getirip masaların yanında tutmakla bozmuş oluyorlar konumunu doğanın. Kırın ve kentin konumudur bozulan.

Çünkü köpek kıra aittir.

... ... ... ...

Türkiye'ye dönerken dört gün kaldığım Roma: Put kuyusu.


Arap Saati: Yayımlanış tarihi Mayıs 1997

Ekmek gibi geçerli gıda: Mirâc; günlük temasımızın özü, hayatın yaslandığı gerçeklik. Herşey o zaman kımıldar: kaslarını gerer varlık: damar ve kan ırkçılığın değil, inancın simgesidir DİN'DE.
MİRÂC, IRKÇILIĞA İNDİRİLMİŞ KESİN DARBEDİR:


Umut: Yayımlanış tarihi Haziran 1997 (Tiyatro)

BAY - (Sahneyi enine boyuna arşınlamaya koyulur. Durur. Seyircilere bakar) Çocuk bizden önde. (Bayan'ın yanına gelir) Bütünlenmemiş düşünceleri toplayarak.. (Dalar) bir gün.. (Sessizlik) bir çocuk.. (Coşkulu) hepimiz adına düşünebilir (Zoraki ve acı bir kahkaha atarak) Bu kentte de olabilir kuşkusuz. (Bir ân) Umut.

SORUŞTURMACI - (Pencereden bakar. Katılaşmıştır. Çözülür) Ülkelerde insanlar kaçıyorlar.. (Cümlesini tamamlamadan Bay ile Bayan'ın yanlarına gelir) düşünceden. (Aceleyle otururlar) Hiç getirmiyorlar uslarına... (Dalar) bir mahşer olgusunu. (Güler) Donuk donuk ölüyorlar. (Sessizlik) Gördüm yığıyorlar eşyalarını. (Bir ân) Başları çevrilmiyor Göğe. (Dalar) Söylediklerinde gerçek yok. (Tutkulu bir sesle) Tehlike burada.


Ahid Kulesi: Yayımlanış tarihi Haziran 1997 (İki mısralık şiirler)

Kutsal inadı olanlar gerekli
Bir kalbi daha olanlar gerekli
*
Mülkiyetini yakan
Kökleri kalbe takan


Korku: Yayımlanış tarihi Ağustos 1997 (Tiyatro)

YORUMCU - (Ayağının kaymaması için âdeta sakınarak basmaktadır yere. Kayanın önünde durur. İlgiyle bakar dağlara)
Arayalım bir kezliğine düşünmenin yolunu. Çok iz olmalı alnımızda ona dair. Hiç iz yok şimdikizaman insanının alnında. Hangi iz? Kütük sanki! Dağlarda o izi görüyorum da insanlarda göremiyorum. Özenle irdelenmeli. Zorlukla geldim buraya. Yollar çok kaygan. Bir deneme yapıyorum içimi dinlemek için. Başaracak mıyım? Ben başarırsam hepimiz başaracağız. Duraklayan yitirir bu deneyde. Ateşlenmemiş roketlerini bekleyen bir uzay içimiz. Ateşlesek mi bu roketleri? Bulgulamadık daha iyice içimizi.

... ... ... ...

YORUMCU - ... Öğrenmeliyiz gürbüz sözcüklerle seslenmeyi birbirimize... Sözcük de, bir yük taşımak için varoldu başlangıçta. İNSANdan önce. Bir yükü İNSANa taşımak, İNSANdan aldığı bir yükü de geldiği yere ulaştırmak için. Şimdi öyle mi? Evrensel bir yük taşıyor mu şimdi sözcük? Günde kaç sözcük inip çıkıyor göğe?... Kanını içiyoruz birbirimizin. Gene bir araya geliyorlar, gene konuşuyorlar, gene sinemalara gidiyorlar; ama, hepsi de ölü. (Elleriyle dağları gösterir) Ne yapsın dağlar? Taş kesilmiş hepsi. (Bağırır) Kahırlarından. (Durur) Bir kezliğine, ama erinç içinde, bakabiliyor musunuz birbirinize? Yapay bir el sıkma, yapay bir boyun bükme geçerli aranızda. (Sahnenin önüne gelir. Ağır ağır) Değil mi öyle? Elinizi götürünüz kalbinizin olduğu yere. Bomba mı taşıyorsunuz, aşk mı? Yumuşak bir yere mi dokunuyorsunuz, yoksa çok sert bir taş parçasına mı? Ama onun özgörevi çok yumuşak kalmaktı. (Boşlukta bir noktaya bakar) Gürbüz sözcükler dolaşmalı içimizde...


Klas Duruş: Yayımlanış tarihi Ekim 1997 (Günlük)

... bildiğim herşeyden sorumlu olmazsam, nasıl hak edebilirim yaşamayı?

... ... ... ...

Güvenine, inanına lâyık olmaktır aşk... hergün and içeceksin, bir engeli daha aşmaya: yazıyı yüreğine götürüp götürüp pişirmek demektir bu da. Aşkta kavrul ki yazı da kavrulsun okunur: yapıt, insana, omuriliğinden de yakın olmalıdır... cümlenin başından hiç uzaklaşmayacaksın. O, mütemadiyen nar şerbeti ister. Dünyanın tüm çiçeklerinin adlarını yaz; uzaktan oku, yakından da; hiçbirinin adı, bir kitabınki kadar güzel olamaz: hâli başka emeğin; heybeti çöktüğünde üzerine; güneş, hele de şıp şıp terletti mi...

... ... ... ...

Aklımızla irdelenecek mülkiyetin temize çıkması olanaksız bence tek başına. Bir de, daha köklü irdelenmesi gerekiyor mülkiyetin: vicdanımızla.


Kalem Kalesi: Yayımlanış tarihi Ekim 1998

... biriyle birlikteyken o kucaklaşışın taşı, kayayı ve dağı eritebileceği hissedilebilinirse, işte aşktır bunun adı. Gökyüzüne çok sık bakalım, ne varsa orda var: kendine özgü göz kamaştırıcılığı olağanüstünün daha da ötesinde... Bir de kalemi her elime alışımda bir KÖKe tutunduğumu, bana ileriyi bu KÖKün gösterdiğini anlıyorum.

... ... ... ...

Üç yüz altmış dereceyi algılamadan yola çıkanın uzun süre dayanabileceğini sanmıyorum: yazmak, Ağrı'dan daha da ağır bir dağı yüklenmektir.

... ... ... ...

Militanlığı yedirmek adımlara; ve sonra, daha bir yeni soluk icat edip yürümek, yürümek... yüreklilik olmaksızın, zâten, ne yapılabilinir ki?
Yazı durgun sularda kokuşur.

... ... ... ...

İnsanın, bugün insanlığını hissedebilmesi, ancak sorumluluk alanını elden geldiğince genişletmesiyle mümkündür diyorum, yanlış mı bu düşüncem?
Öfkenin yüce duygular çerçevesinde dışavurumudur bence sorumluluk. Hemen, birinci mektubumdan bir alıntı yapacağım buraya: 'Öfkemizin çarçabuk geçivermesine de tanıklık yapmak istiyoruz. Cürmümüzün tanığıyız yani.' ... sorumluluk duymayan insan cürüm işlemektedir. Yani: câni.


Bir Yazarın Notları I: Yayımlanış tarihi Mart 1999

Ne güzeldir sabahları erken kalkmak! Daha gün doğmadan kalkmak.

Dokunmak güneşe; yorulmamış, günboyu dönüp durmamış güneşe dokunmak: doğanın tılsımını da, çokça, sabahları hissederiz + çünkü, taze deri en çok sabahları görülür insanda.

... ... ... ...

Çok ilerisini görür gibi oluyorum: alınterinin evrensel ısısını duydukça. Belki de sâdece 'emek', kavrulmadan çıkabilecektir yarına. İçimizdeki insanî gerilimi dimdik ayakta tutmaya çalışıyorum; alınteri, emek besliyor bu gerilimi. İnsanı da, onun tüm edimlerini de, bu denektaşlarıyla algılamaya çalışmalıyız. İnsan için tek korunak, kendi emeği olabilecektir: Büyük Sorgu Gününde. Dışımızdaki tüm güçler, korunağımızı yıkmak için uğraşsa da, insan, gene de, yaratılışındaki olağanüstü bilgelikle, korumasını bilecektir korunağını: tek değerin emek olduğunu yani, bir gün mutlaka. Gerçek yazar, tüm hayatını, insana içindeki bu bilgeliği hissettirmeye adamış yazardır: sömürücülerin sanattan, edebiyattan ürkmeleri de burdan gelmiyor mu zâten?

... ... ... ...

Ev giysisiyle oturamam masaya; hemen dışarı çıkacakmışım gibi giyinirim. Çalışamıyorum böyle yapmadım mı; denedim. Tıraş da olurum. Kendinize bir çekidüzen verdiniz mi, büyüyor yazı yazmanın sorumluluğu; birbakıma, daha ciddî bulmaya başlıyorsunuz işinizi.

... ... ... ...

Şimdilerde; İstanbul nokta, Paris virgül yazılarımda. Çoğunluk (ve) kullanmadığımdan anmıyorum Roma'yı.

Kudüs'se iki noktadır: (:).

Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Bizim için, daha da özel bir konumu vardır: Kudüs'ü savunmak gerçek bağımsızlığı savunmaktır.

... ... ... ...

İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!

Çünkü, başka çâremiz kalmamıştır: Tarihimizin içinden, ileriye doğru, tutunmalıyız birbirimize. Gelecekteki devinimlere insan başka türlü hazırlıklı olabilir mi? Gerçekte, insanın bastığı çizgi, çok keskin bir bıçağın ağzıdır. Acayip bir manyetik alanda, bıçakların ağzı açılmış duruyor: insan da, ağzı açık, bakıyor bıçaklara! Titizlikle gözlendiğinde, aşağıyukarı durum aynı sayılır ülkelerde.

İnsan, tehlikeli bir konumdadır.

Birbirimize tutundukça bıçakların ağzı kapanacak.


Osmanlı Simitçiler Kasîdesi: Yayımlanış tarihi Temmuz 1999 (İki mısralık şiirler)

Akmaya başladılar mı yıldızlar ellerine
Oturup Kudüs'ü çağır ağır ağır kalbini
*
Mukavemet atlası tüm renklerde örüldü
Tam dört mevsim siperde bir gerilla görüldü
*
Çok yakın bir Devrim kokan ellerin
Aşk daha güzel düşmez ki kağıda
*
Ve gülle kurşunla korunur ömür
Ve izini KİTABIN hiç durma sür


Çarpışan Sesler: Yayımlanış tarihi Aralık 1999

Hayatın çekirdeğinde olağanüstü romantizm vardır: ne durumda olunursa olunsun rüzgârların kanatlarına oturmalı, yıldızlarla şakalaşmalı, başımızda takke varsa eğer havalara uçurmalı, kadınların saçları bulutlara dolaşmalı falan filan.

... ... ... ...

Fethe çıkan insan tek bir cümleyi bile, kolay kolay ele geçiremeyeceğini bilmelidir: has yazar, masada yerini alıralmaz ilk elde as kare buldum diye şişinmez.

... ... ... ...

İçimizde çok kurulu cümleler olmalı: yedekte bekleyen. İnsanoğlu kapsamlı karşıkoyuşunu kendi kendine sınamalı: yorganı ya da battaniyeyi başına çektiği zaman; her gece, bir film gibi izlenebilir bu da: başaktör à vicdan; figüranları içinizin kabartıları: kuzuların, ağlayan çocuklara rastlamadan geçirildiği yer gibi.

... ... ... ...

Hemen hemen bir aydır, sabah saatlerini buruşturmadan defterin sayfalarına serpiştirdim: yolda yürürken, çantamdan direnti kokusu geliyor burnuma, bir de tatlı ki.


Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada: Yayımlanış tarihi Mayıs 2000

Meşrûiyetini direnişlerinden alan cümlelerle tamamlanabilmiş günler yaşanabilirse...: işiten kulak da kutludur, söyleyen ağız da: hele hele: kağıtlara yapıştırılabilinmişse cayır cayır yanıp duran sâniyeler... Ne olur o zaman?

İnsanlık Şövalyeleri şefkatle tek tek ellerinizi sıkarlar.

... ... ... ...

İblis karşısında İnsan Derinliğini yücelten bir konumlanışla kimliğimizin kapsama alanını genişletmeye bakmalıyız.

İnsanla, evrensel pozisyonlarda, tüm zulümleri, tüm sömürüleri ortadan kaldırabilmenin olanakları da, koşulları da bu kapsama alanının genişlemesiyle belirmeyecek midir, ortaya çıkmayacak mıdır?

... ... ... ...

Her cümlenin vebâli ağırdır.

Kapsama alanına tüm insanlık girmektedir.

İnsan; sağlam düşünüyorsa; doğru düşünüyorsa; alınterinin süzgecinden geçire geçire düşünüyorsa; putsuz yeryüzü kararlılığı yüreğinde tamsa, eksiksizse; kuşkum yok, o insan taşın içinde yürümeye başlamış demektir.