Sedat CERECI’nin Amerika Gezi Notlari...

 ALTINOLUK Dergisi

Kasim 1997

 

 Bir Dünya Minyatürü

Ürettigi pek çok sey gibi kendisi de bugünün ve gelecegin efsanesi: “aya ilk adim” efsanesi, Kennedy efsanesi, Vietnam efsanesi, Hollywood efsaneleri, Elvis Presley efsanesi ve hepsi bir arada Amerika Efsanesi. Amerika Birlesik Devletleri de Eski Misir gibi, Antik Yunan gibi, Roma gibi, Büyük Britanya gibi ismini binlerce yil ötesine tasiyabilecek. Bundan hiç kimsenin süphesi olamaz.

Amerika bir kitanin adi. Ama bugün herkes bu adi, bir devleti kastederek kullaniyor. O devlet kitadan daha büyük çünkü. Amerika Birlesik Devletleri sadece bir kitayi degil, neredeyse bütün dünyayi topraklari üzerinde yogunlastirip yogurmus. Yeryüzünün bütün insanlari, bütün renkleri, dilleri, sesleri, ezgileri, inançlari, yapilari, lezzetleri var orada. Belki bu yüzden de bir dünya minyatürü Amerika.

Amerika bir rüya. Kimilerinin, hârika görüntülerle dolu hayaller dünyasi; kimilerinin, karabasan misali kabus olarak gördügü bir rüya bu. Yerkürede, Amerika’da peyda olup da her yani kasip kavuran rüzgârlardan etkilenmeyen, esinlenmeyen, reaksiyon vermeyen bir toprak parçasi ve toplum kalmadi neredeyse. Amerikan rüyasi herkesin ruhunu, zihnini ve muhayyilesini bir sekilde sarip kusatti. Amerika bu rüyayi bazan cebren gördürdü. Fakat çogu zaman da baskalari bu tilsimli rüyayi görmek için can atti. Çünkü o hakikaten de dünyada görülebilecek en büyüleyici rüyalardan biriydi.

 

Nöbetçiler Çok Siki

Amerika Birlesik Devletleri’ne giden yollar önce siki bir kontrol setiyle basliyor. Vize almak çok zor degil, ama siki bir takibat var. Tipinizden mesleginize, daha önce nerelere gittiginize kadar her sey soruluyor. Amerika yolculari havaalanlarinda birer birer özel güvenlik masalarina çagriliyor, kendileriyle yaklasik onbes dakika süren bir mülâkât yapiliyor. Bu kez de çanta hazirlamayi bilip bilmediginzden özel hayatiniza kadar pek çok sorunun muhatabi oluyorsunuz.

Savas planlari hazirlama ve terör olaylarini yönlendirme konusundaki mahareti tartisma götürmeyen Amerikan devleti, atesin bir parçasi da kendi basina düsünce paçalari tutusmus. Dünya Ticaret Merkezi, Oklahoma ve Atlanta Olimpiyat Oyunlarindaki terörist eylemlerden sonra isi epeyce ciddiye almislar. Amerika artik terörden korktugu kadar hiçbir seyden korkmuyor. Sunu çok iyi biliyorlar ki, ülkede terörün kivilcimlari aleve dönüsmeye basladiginda yanginin önünü alabilmek mümkün olmayacak.

 

Yiyen Ülke

Amerika’ya indiginiz anda alicilarinizin algiladigi ilk sey, kocaman bir mutfaktan yayilan kokular. Amerika bastan asagi mutfak. Bütün ülke sos, kizarmis köfte ve et kokuyor. Herkes yirmidört saat yiyor içiyor. Küçücük bir benzin istasyonundan Amerikan Kongre binasina kadar her mekanin içinde, her yol boyunda, her köse basinda mutlaka bir kafeterya ya da fast food salonu var. Sanki bütün Amerikan halki bir agiz ve bir mideden ibaret. Tepsiler dolusu patates, sebil halinde kazanlara yigilmis mayonezler, ketçaplar, masrapalarla içilen kolalar, devenin bale pabucu kadar sandviçler... Sokakta yürüyen insanlardan masalari basinda görev yapan memurlara, polislere kadar herkesin bir elinde dev kola bardaklari diger elinde kocaman bir patates kutusu ya da sandviç. Kapitalizmin efendisi olmak buymus meger. Bir ömür yemek gerekiyormus.

Amireka dev bir ülke. Bütün ülçüler normalin üzerinde. Amerikan halkinin yaklasik dörtte biri 100 kilonun üzerinde. Fast food kültürü ülkenin kasalarini oldugu gibi insanlarini da devlestirmis. Bu kocaman insanlar elbette bizler için normal ölçülerdeki otomobillere binecek degiller. Onlar tipki kendileri gibi kocaman arabalarla seyahat ediyorlar. 10 metrelik Cadillac’lari, 15 metrelik Limuzin’leri gördügünde insan bir devler ülkesine geldigini hissediyor. Tren katarlari gibi tirlar, daglarin zirvelerine nisbet yapan gökdelenler, havaalani pisti gibi sokaklar...

 

Lunapark

Amerika’nin genel görüntüsü bir lunaparki andiriyor. Her sey alisageldigimiz görüntülerden çok farkli, ancak muhayyilemizde canlandirabilecegimiz rengârenk bir âlem. Her biri farkli mimari tarzda çalisilmis binalar, pembe, yesil, mavi saçli, sari, mor, eflatun elbiseli, ebruli tenli insanlar, sürekli hareket eden yollar, merdivenler, gökdelenlerin içisira çaglayan selaleler, anitlar, gün boyu yanip sönen isiklar, hayatla içiçe geçmis türlü türlü oyunlar...

Amerikali için bütün siradan seyler hayatin disinda kalmis. Onlar yeknesak gerçekleri yasamaktan sikilmis artik. Klasik esyalardan, geleneksel davranislardan, klise sloganlardan, demode sözlerden bikmislar. Dünya dar gelmis Amerikaliya. Bu yüzden bir rüya âlemine, bir lunaparka dönüstürmüs ülkesini. Mars, Jüpiter, günes ve diger galaksiler daha fazla prim yapiyor Amerikalinin hayatinda. Bir tek dünyanin degil, birçok galaksilerin yörüngelerinde dönmeyi arzuluyorlar. Iyice basi dönsün, sarhos olsun, uçsun istiyorlar. Halkin geneli ülke ekonomisinin durumu, dolarin degeri, meyve sebze üretimi, kongrenin çalismalariyla ilgilenmek istemiyor. Bunlari küçük bir azinliga birakmayi yegliyor. Bunlar siradanligin da altina düsmüs onlar için. Gözler ve arzular hep baska dünyalarda. Baska bir arzi, baska bir gezegeni, baska bir atmosferi ariyor Amerikali. Bu yüzden de hep beyninin sanirlarini zorlayarak yeni âlemlerin kesfi ya da tesisi için çalisiyor.

Ve iste Amerikalinin özlemlerini, hayallerini, heyecanini dünya ölçülerinde maddelestirdigi, ayni zamanda da projelerini ortaya koydugu, bir anlamda da aklinin dibini gösterdigi ihtisamli ülke: Magic Kingdom: Sihir Kralligi. Amerika’nin efendiligini dünyaya hakim kilma oyununda basrol oynayan aktörlerden birinin, Walt Disney’in harikalar dünyasi. Amerika, insan beyninin ulastigi son noktalari ve gelecekte içinde yasamak istedigi modelleri burada sergiliyor. Iste tam burada da herkesin aklini oynatacak kadar ileri gitmis sihrini mutantan bir gösteriye dönüstürüp kendisini alkislatiyor.

Uzaktan her sey bir oyun gibi görünüyor. Disney World bu dünyadan çok uzakta bir dünya. Hiçbir seyi yeryüzündekine benzemiyor. Her seyden önce teknolojinin, dolayisiyla insan aklinin zirvesini simgeliyor bu ülke. 360 derecelik silindirik perdelerinde, kendinizi maceranin tam ortasinda bularak izlediginiz filmler; izleyici koltuklarinin tren sekline dönüsüp farkli mekanlara tasinmasini saglayan sinema salonlari, perdeden disari firlayip izleyiciyi ham diye yutan canavarlar; sahnelerinde aktör yerine robot oyuncularin kullanildigi tiyatrolar; insani, dev bir küre içinde danseden raylarla önce tarihin baslangicina, sonra da uzayin derinliklerine götüren büyülü arabalar; uzayda soylece bir gezinti ve oradaki yasama modelleri... Gerçekten de bir sihir mi diye düsünüyor insan. Ama degil. Hepsine dokunabiliyorsunuz. Hatta hepsinin teknigi, incelikleri uzmanlar tarafindan anlatiliyor. Sihir yapilmadan önce formülü açik açik veriliyor.

 

Parayla Dönen Gezegen

Dünyada parayi ilk kullanan milletin Lidyalilar oldugu söylenir. Parayi en iyi kullanan milletin de Amerikalilar oldugundan hiç kimsenin süphesi olamaz. Amerika’da bütün çarklar parayla dönüyor, bütün irmaklar parayla akiyor, bütün moleküller parayla hareket ediyor. Para Amerika için hayatin temel materyali. Bu, Amerikali’nin parayi çok sevdigi anlamina gelmiyor. Ama o parayi kullanmayi çok iyi biliyor, bu isin seytani olmus.

Ülkede, gökdelenlerden olusan sehir merkezlerinin en önemli bölümünü bankalar teskil ediyor. Amerikan ticaret hayatinda her gün milyarlarca dolar dönüyor. Paraniz olmadan hiçbir sey yapamiyorusnuz bu ülkede. Ama bir de paraniz varsa, rüyanizda bile açilmayan kapilar Amerika’da açiliyor.

Ve Amerikali her seyi paraya tahvil etmeyi çok iyi beceriyor. Her olay, her konu hemen ticari bir proje ya da ürün haline düstürülüyor. Bir modacinin ölümü, bir basketbolcunun ask hayati, çizgi film kahramanlari, savaslar, seçimler , skandallar, mahkeme kararlari daha olayin cereyan ettigi anda hemen para kazandirmaya basliyor. Her sey öncelikle bir tisort ya da bir maskot üzerinde sembolleserek piyasalara dagiliveriyor. Sonra daha büyük projeler geliyor gündeme. Kampanyalar, filmler, sergiler, panayirlar, müzeler...

 

Bir taraftan her seyi paraya tahvil etmeyi becerebilmenin, bir yandan da büyük ülke olmanin sonucu olsa gerek, Amerika nesi var nesi yoksa sergiliyor. Amerikali en egzantrik objelerin, en ucube konularin dahi müzesini açmis: Çocuk müzesi, posta müzesi, uzay müzesi, zenci müzesi, su müzesi, metal müzesi, alkol müzesi, eklembacaklilar müzesi, üç ayakli masalar müzesi, sirttan fermuarli elbise müzesi, iskence müzesi... Hani adamin adi çikar da, cümle âlem adamin iç çamasirlarini bile görmek için can atar; Amerika da öyle iste. Her gün binlerce kisi geziyor müzeleri. Milyonlarca dolar para birakiyorlar buralara. Her müzenin, teshir salonlarindan daha genis bir de alisveris bölümünün oldugunu söylemeye gerek bile yok. Maksat sergi mergi degil zaten, para. Amerika’nin müzeleri darphanelerinden daha fazla para basiyor. Bu arada Amerikan Kongresi’nin, NASA’nin bazi bölümleri de ziyarete açik. Parasiyla elbette. Universal film sirketi sadece ziyaretçilerin gezebilmeleri için binlerce metrekare alana özel stüdyolar insa etmis. Burada bir yandan klasiklesmis Amerikan filmlerinin çekim teknikleri, film hileleri, orijinal sahneler sergilenirken bir yandan yine büyülü animasyonlar hazirlanmis. Küçük bir tekne yolculugunda Jaws’la savasma, kendinizi King Kong’un avucunda bulma, E.T. ile uzayin derinliklerinde kaybolma ya da Deprem’in dehsetini yasama imkanlari tesis edilmis. Yine sasiriyor insan, hayretlere düsüyor ve alkislamadan edemiyor. Amerika, akli zorlayan akillarin ülkesi olarak yer ediyor beyinlerde.

 

Beyazlar Biraz Out, Siyahlar Daha Çok In

Amerika sokaklarinda insan dogal olarak beyaz irkin siyah irki ezdigi, beyazlarin sultan kostümleriyle dolasip siyahlarin paçavralar içinde gezdigi iddialarinin delillerini ariyor. Muhayyilemizde Kökler filmiyle capcanli duran beyaz efendi zenci köle imajinin gerçegiyle karsilasmayi umuyor. Hani beyazlar hep kötü ve zalim, zenciler hep iyi ve mazlumdur ya. Hani beyaz efendi, hiçbir özgürlükten nasiplenmemis zenci köleyi hayvan gibi çalistirir ya... Ama gerçek görüntüler insani asla bu hayalin yanina yaklastirmiyor. Hatta insan zaman zaman Amerika’nin beyazlarin degil zencilerin ülkesi oldugu zannina bile kapilabiliyor. Sokaklarda beyaz adamdan çok zenci görüyorsunuz. Hem de ne zenciler... Yürümek için degil, resmen resm-i geçit yapmak için ortaliga çikmis siyahlar. Hayir hayir, burada asla sefil bir halde köse baslarinda oturan, dilenen, çöpçülük yapan zenciler yok. Var da, e o kadar beyaz da var. O ne resm-i geçit öyle. Sikir sikir giyinmis, saçlarini arslan yeleleri gibi kabartmis, limuzinlerle dolasan, ticaret merkezlerinin koridorlarinda kosusturan siyah derili seli. Sanki asrin müzikalini oynuyorlar. Kendilerini hâlâ ikinci sinif vatandas olarak degerlendirip, Harlem gibi gettolarda yasayan bir grubun disinda zenciler Amerikan toplumunun önemli dinamiklerinden biri olarak görünüyor.

Zencilerin yogun olarak yasadiklari bölgelerdeki duvar afisleri çok ilginç. Diger bölgelerde, ayni ürünlerin tanitildigi afislerde beyaz tenli fotomodeller kullanilirken, zengi mahallelerindeki afislerde siyah tenliler kullanilmis. Amerikali isini biliyor. Nabza göre serbet veriyor.

 

O Kadar da Degil

Amerika pek çok özelliginin yani sira dünyada en fazla suç islenen ülke olarak da anilir. Dakikada su kadar tecavüz, gasp, cinayet vs. diye dillere sakiz olmustur. Amerikan filmlerindeki vazgeçilmez sahnelerden birisi, sirenleriyle caddeleri jet hiziyla kateden polis arabalaridir. Dogrusu yüzeysel görüntü, o kadar da yogun bir suç ülkesi olmadigi izlenemini veriyor. Gerek gece gerek gündüz sokaklarda olaganüstü bir disiplin göze çarpiyor. Bu büyük ihtimalle, pek çok suç için Amerikan yasalarinda öngörülen çok agir cezalara bagli. Amerikan yönetimi ülkede dirlik düzenligi saglamak için çok ciddi bir kontrol ve ceza mekanizmasi gelistirmis. Ancak bu, suçun belli bölgelere ya da sokaklara tasinmasini ve oralarda yogunlasmasini engelleyememis.

Amerika’da trafik, fön çekilmis Iskandinavyali saçi gibi. Hani bizde Arap saçi gibi ya. Yollar kaymak mi kaymak, intizam mükemmel mi mükemmel. Kurallar ferman gibi. Çigneyenin vay haline. Bütün malina mülküne haciz gelmekten müebbet hapse kadar gidiyor. Eger bir kitle ulasim aracinda yolcu iseniz ve adam gibi yerinizde oturmuyorsaniz, soförün size darp uygulama hakki var.

Amerikan yönetimi sigara konusunda tam bir askeri zihniyet içinde. Ülkenin neredeyse hiçbir yerinde sigara içilmiyor. Eger sigara içiyorsaniz, bayagi asagilik bir yaratik muamelesi görüyorsunuz. Dünyanin her yerine sigara pazarlayip içilmesini tesvik eden Amerika, kendi ülkesinde tam aksi bir politika uyguluyor. Yasak alanlarda sigara içenler hemen mahkemeye sevkediliyor. Cezalar korkunç. Sigara fiyatlari ise astronomik.

Ülkenin pek çok eyaletinde alenen içki içilmesinin ve kumar oynanmasinin yasak olmasi ise epeyce sasirtici.

 

Yeni Model

Yirmibirinci yüzyilin Amerikalisi artik inziva hayati yasamak istiyor. Hayatin hizlica ve gerilimle yasandigi gökdelen sehirler artik yalnizca disaridan gelenlerin ilgisini çekiyor. Amerikali için Manhattan modeli çoktan demode olmus.

Amerikalinin yeni sehir modeli daha toprakla içiçe, tabiatla kucak kucaga. Sehrin ortasindaki birkaç gökdelenden olusan is merkezinin haricinde hayat, çevreye dogru kocaman koruluklar içine yayilmis meskenlerde geçiyor. Birkaç yüzyillik hareketli yasam Amerikaliyi epeyce yormus. Simdi dinlenerek yasamak istiyorlar.

Amerika, karsiladigi gibi ugurlamiyor insani. Emperyalizm ve kapitalizmin devlestirdigi bu rüya ülkeye biraz önyargiyla biraz antipatiyle hatta bazan nefretle gelenler zorunlu olarak biraz hayranlik ve takdirle ayriliyorlar. Amerika rüyasi sadece Amerikaliyi degil onlari da ilgilendiriyor çünkü. Insan beyninin zirvedeki ürünleriyle karsilasmak yalnizca Amerikaliya degil digerlerine de haz veriyor.

Fitrî Bir Çiglik

Dünyada dine yönelik artan bir ilginin varligi herkes tarafindan kabul ediliyor. Bunalan insanlik çikis yolu olarak dine sariliyor. Dini içerikli hareketler hemen revaç buluyor ve kisa zamanda Sözünde Duranlar Cemaati örneginde oldugu gibi sayilari milyonlarla ifade edilir hale geliyor. Geçen ay Amerika’da, Washington meydaninda topladigi 700.000 kisi ile bir anda dikkatleri üzerine çeken Sözünde Duranlar Cemaati (promisekeeperes) dine yönelisin tipik bir örnegi olarak dikkat çekiyor. Amerikan toplumundaki diger sayisiz dini cemaatlerden sadece birisi olan Sözünde Duranlar Cemaati 1992’de eski bir futbol koçu olan Bill McCartney tarafindan kurulmus. Toplumda günahin kontrolden çiktigini ve dini hassasiyetin kayboldugunu savunan cemaat toplumu sarsan sorunlarin asilmasinda yeniden dini dönüsü gerekli görüyor.

1.1 milyon üyeye sahip bu cemaatin en ilginç özelligi mensuplarinin sadece erkeklerden olusmasi. Çünkü cemaat mensuplari Incil’i referans alarak ailede ve toplumda liderligi sadece erkeklerin yapabilecegini iddia ediyorlar. Erkeklerin ahlaki ve ruhi bir krizle karsi karsiya olduklarini, toplumda islenen suçlarin büyük bir kisminin erkekler tarafindan islendigini, dolayisiyla öncelikle erkeklerin islah edilmesi gerektigini ifade ediyorlar. Bu ayni zamanda kendilerine feministler tarafindan yöneltilen ‘erkek egemen’ bir kültürü yeniden canlandirma suçlamasina da bir cevap niteligi tasiyor. Zira es, baba, agabey veya bekar olarak erkeklerin düzelmesinin en çok kadinlari rahatlatacagini düsünüyorlar.

Kürtaja karsi olan promisekeepers mensuplari her türlü cinsel sapikligin da karsisinda. ‘Cinsel temizlik’ sloganiyla her türlü fitri sapmaya karsi olan bu hareket ayni zamanda irk ayirimciligina da karsi çikiyor. Buna göre Amerika’yi uçuruma sürükleyen irkçilik sorunu ancak dinî sevgi ile asilabilir.

 

Muhalifleri tarafindan siyasal sagin bir uzantisi olarak kabul edilen promisekeepers hareketi politik bir amaçtan çok dini bir ihya hareketi görünümü veriyor. Hiçbir kiliseye bagli olmayan hareket kilisenin islah edilmesi gerektigini savunuyor. Özelde Amerikan toplumunun genelde tüm insanligin içine düstügü durumla ilgili önemli tespitlerde bulunan bu hareket insan fitratinin bir çigligi gibi gözüküyor: Asiriliklara, sapkinliklara ve çilginliklara karsi yükselen ve özünü arayan bir çiglik bu...