İSLAM'DA GELİR VE SERVET DAĞILIM-3
Prof. M.A.Mannan

İslâmda sermaye teorisi :
İslâm, sermayeyi ve üretim prosesindeki
rolünü kabul etmektedir. Kattığı değer ölçüsün-
de ulusal gelirden alacağı payı da kabul et-
mektedir. Ancak burada, sermayenin payı, ser-
mayenin sabit yüzdesi olarak değil, sermaye-
nin değişken yüzdesi, kâr olarak saptanır. Bir
bakıma, İslâm, üretim ve tasarruf konusunda
klâsik görüşü ve Keynes'in nakit tercihi görü-
şünü doğrulamaktadır. Çünkü İslâm'da serma-
ye üretkendir. Şöyle ki : Sermaye ile destekle-
nen emek, sermayesiz emekten daha çok mal
ve hizmet üretmektedir. Kişiyi tasarrufa ve ya-
tırıma özendiren kâr güdüsüdür. Bundan do-
layı bugünkü tüketme olanağını geleceğe erte-
lemektedir. İslâmın sermaye teorisi daha ger--
çekçi, daha kuşatıcı ve daha ahlâksaldır. Da-
ha gerçekçidir : Çünkü sermayenin üretkenliği,
dinamik bir büyüme yapısı içinde değişken
olan üretimin gerçek durumuna bağlıdır. Daha
kuşatıcıdır : Çünkü sürüm, nüfus; buluş alış-
kanlık, beğeni, yaşam düzeyi ve zaman yeter-
sizliği gibi bir çok değişkeni içermektedir. Da-
ha ahlâksaldır : Çünkü sermayenın ulusal ge-
lir içerisindeki değişken payı, İslâm devletin-
de, adil ve insaflı olmak ve ulusal gelire katkı-
da bulunan öteki üretim etkenlerini sömürmüş
olmamak zorundadır. Bunun için, İslâmın sos-
yal yapısında ekonomi üzerindeki zararlı et-
kisini işletmesine izin verilmez, başka bir de-
yişle, İslam, faizsiz bir ekonomi sistemini öner-
mektedir. Bu noktada faizsiz bir ekonominin
olup olmama sorunu ortaya çıkmaktadır. Şu
soruyu cevaplamaya çalışalım :

Faizsiz bir ekonomi olanağı:
Bugünkü müslüman ülkeler, İslâmın eko-
nomik değerlerini yeterince uygulama alanına
koymamışlardır. Bu bir gerçektir. Ama İslâm
zamanın geçmesiyle inandırıcı gücünden hiç
bir şey yitirmemiştir. Çünkü o, zamana bağlı
değildir. Şöyle ki, İslâmın temel ekonomi de-
ğerleri her çağ için geçerlidir. Süreyle sınırlı
değildir. Ayrıntılâr, içtihad kanalının işletilme-
siyle değişebilir. Ben faizsiz bir ekonomik ya-
pının mümkün bulunduğuna ve sosyalist ve
kapitalist ekonomiden daha üstün, daha iyi, da-
ha yararlı olacağına inanıyorum. Bir yandan
faizsiz İslâm ekonomisi, kâr motifi ile ça-
lışmayı özendirerek, üretimi en üst düzeye çı-
kartmakta, esas özelliklerinden birini muhafa-
za etmekte; öte yandan, faizi yasaklamakla
toplumda kapitalist sınıfın büyümesine izin ver-
memekte ve böylece sosyalist sistemin iste-
diği ulusal gelirin âdil, insaflı ve hakkaniyete
uygun bir biçimde dağılımını sağlamaktadır.
İslâm ekonomisi, yalnızca iki aşırı ekonomik
sistemin ortasında yer alan, uzlaştırıcı bir eko-
nomi sistemi değildir. Bundan daha öte bir
anlam taşır. Şöyle ki; İslâm ekonomisi, insanı,
«ekonomik bir yaratık» olarak değil, «toplum-
sal-manevî» bir yaratık olarak görür. Kişinin,
maddî ve manevî alanda başarı sağlaması için
tutarlı, düzenli, uyumlu bir sistem kurar. Ki-
şilerin yürekten bağlanmaları ve kendilerini
adamaları yüzünden, birbirlerine taban tabana
zıt olmasına rağmen, kapitalist ve sosyalist
ekonomiler varlıklarını sürdürmektedirler. Yi-
ne aynı nedenden dolayı, Pakistanlılar, ekono-
mik olmayan olguları ekonomik bir varlığa
dönüştürerek insanın kavrayış gücünü yansıt-
mışlardır. İslâma kendini adamada ve yürek-
ten bağlanmada son derece gevşek olmaların-
dan ötürü, hiç bir müslüman ülke, İslâmın fa-
izsiz ekonomi sistemini denemeye çalışmamış-
tır. Bir çok müslüman ülkenin faize yasaların-
da yer vermesi, şu veya bu anlamda kapitaliz-
min kötü etkisi altında olduklarını göstermek-
tedir. Gerçek şudur ki, faizsiz bir ekonomi top-
lumun, bunun gereğine içten inandırılması
ile başarılı olacaktır, dış zorlamalarla değil.
Bu yüzden İslâmî değerlerle insanların eğitil-
mesi için açık kalplilik ve içtenlikle uğraşmak
zorundayız. Çünkü, her sistem, belirli bir süre-
de yaşayan insanların fikir ve anlayışını yan-
sıtır. Bu durumda, kişileri İslâm ruhuyla şart-
lamadan, faizsiz ekonomi sisteminin ilkelerini
kurulu düzende uygulamaya başlamak ahmak-
ça işlenmiş en büyük bir hata olacaktır. Bu,
tıpkı öğretmenler için, herhangi bir hazırlık
yapmaksızın dev bir üniversite binası yapma-
ya benzer. Bir kez, bir müslüman devlet, felse-
fesini insanlara aşılamaya dursun, faizsiz eko-
nomi sistemi uygulaması da kendiliğinden ge-
lecektir.

Faizsiz ekonominin üstünlük nedenlerini
açıklamak gerekmektedir. Bu konuyu şu baş-
lıklar altında incelemeyi uygun buluyorum :
a) Faiz ve kapitalizm.
b) Faiz ve tasarruf-yatırım ilişkisi.
c) Faiz ve işsizlik.
d) Faiz ve ekonomik durgunluk.
e) Faiz ve kıt kaynaklar.
f) Faiz ve borçlanma sorunu.
g) Faiz ve gelişmemiş ülkeler.
h) Faiz ve dünya barışı.

a) Faiz ve kapitalizm :
Toplumda, kapitalistlerin şişmesinden so-
rumlu olan faizdir. Sosyalist ekonomide faiz
sorunu yoktur. Çünkü bütün tasarruflar, gelir-
ler, işçilere dağıtılmadan önce, devletin yap-
tığı kollektif tasarruflardan oluşur. Ama plân-
sız kapitalist ekonomide, sermayenin, kişi, or-
taklık veya devlet elinde toplanması için tasar-
ruflara, faizin etkisiyle, akışkanlık verilir. Bu
kapitalist bireylerin ortaya çıkış kaynağı, ta-
rihî raslantılara dayanmış gibi görünüyor. Ba-
zı ekonomik faaliyetleri, ilk kez, başlatmış, ba-
şarıya da ulaşmışlardır. Ve sonra karışık bir
yapı gösteren ekonomik büyüme projesi, ileri-
de kendi kendine çoğalacak şekilde parayı iş-
letmeye başlamışlardır. Bu güçlü kapitalist
zümre, paralarını, kendi dışındakilerin para-
larıyla birleştirerek yatırım yaptığı zaman,
üretimin aslan payını kendilerine ayırmışlardır.
Gerçek para sahiplerini kefalet ve çok az bir
faizle hoşnut ettikten sonra, kapitalist serma-
yenin kullanma yetkisini eline almış ve bu ser-
mayeden sağladığı tüm geliri cebine indirmiş-
tir. Bu üretim prosesinde kapitalist sınıf öylesi-
ne güçlendi ki, hayatın her alanında ege-
men oldu. İnsanı, bencil, kendini beğenen bir
varlığa dönüştürerek toplum yaşamını bozdu.
Her harekette tek güdücü öğe para oldu. Eko-
nomik yaşam da kapitalistler tarafından bozul-
du. Çünkü, üretim aracı ellerinde olduğu için,
âzami çıkar sağlamak amacıyla, sigara, alkol
vs. gibi son derece zararlı malları üreterek
sun'i talep yaratmakla kalmadılar, rekabeti
önlemek için tekel ve karteller de kurdular.
Politikacılar, toplumun büyük baskısı altında,
değişik tedbirlerle, gelir büyüklüğüne göre ka-
zancı vergileme yoluna gittikleri zaman, kapi-
talistler de vergi kaçakçılığına, istifçiliğe, ka-
raborsacılığa, yaşam için zorunlu mallara bile
daha ucuz katkı maddeleri karıştırarak üreti-
min kalitesini bozmaya başladılar. Böylece, ka-
pitalistler ekonomik alandaki etkinlikleriyle po-
litik hayatı da bozmuşlardır. Bu gün kapita-
list ülkelerde, seçim harcamaları çok büyük
sayılara ulaşıyor. Halkın baskısına karşın, poli-
tikacı, kapitalistlerin çıkarlarını savunmak, on-
larla işbirliği yapmak zorundadır. Böyle bir dü-
zende, yalnız kapitalist veya onun desteklediği
biri, seçim yarışlarına katılabilir ve politik yer-
leri bir tutsak gibi elinde tutabilir. Bundan dola-
yı, mutsuz ve yoksul çoğunluk, insan onuru-
nu yakışmayan bir sefalet içinde yaşamını sür-
dürür ve tamamen kâpitalistlerin acımasına
terkedilir.

Kapitalist ekonomi düzeni altında aşağı-
lanan insanın acılarını yok etmek, onun yara-
larını sarmak için tek çözümdür İslamın faiz
siz ekonomi sistemi. çünkü İslami ekonomik
yapıda, ekonominin büyük bir bölümü devlet
tarafından planlanacak ve tasarrufların büyük
çoğunluğu, özellikle halkın refahı için, devlet
elinde olacaktır. Kapitalin payı normal karlar-
la saptanacaktır. Yapmacık kapitalist sınıfını
ortadan kaldırmanın yolu budur. Sosyal, politik
ve ekonomik yaşam, işbirliği ve iyi niyetli, bu
şekilde, kirlilikten arınabilir.

b) Faiz ve tasarruf-yatırım ilişkisi :
Faiz olmadan, tasarrufların, sermaye biri-
kimi için herekete geçirilemeyeceği, sanayi ve
ticaret kesimindeki büyük gelişmelerle birlikte
sermayeyi sürüklemek için faizin kaçınılmaz
olduğu tezi ileri sürülmektedir. Bu müdafaaya
karşı en etkin saldırı, «tasarrufun, faiz biçimin-
de bir özendiriciyi gerektirmediğini» savunan
Keynesden gelmiştir. Tasarrufların çoğu isteğe
bağlı bir nitelik göstermemekte, bu yüzden, ta-
sarruf faiz gibi herhangi özel bir özendiriciyi
gerektirmektedir. Faiz oranının marjinal ta-
sarruf üzerinde etkisi olduğu kabul edilse bi-
le, yeni kläsik teorinin müdafaaları sabit gelir
varsayımı ile tutarsızlaşmaktadır. Keynes, ta-
sarrufun yatırıma eşit olduğunu ispata çalış-
mıştır. Bu eşitlik, sonunda, gelir düzeylerinde
görülen değişmelerden ileri gelmektedir.
Faizle özendirilmese bile, daha çok tasar-
ruf ve yatırım yapma ve bunun sonucu olarak
da daha çok gelir sağlama olasılığı vardır. İki
neden sayılabilir bunun için: Yüksek kar payı
ve daha az tehlike. Halkın üretimi doğrudan
doğruya katılmasıyla yatırımları sağlanan ka-
zançlar, böylece, daha adil olacak, üretimin as-
lan payı kapitalist sömürüden kurtulacaktır.
Bu tür bir uygulamada yanlış ve hesapsız yatı-
rımlar, sayı olarak, azalacak, bunun sonucu ola
rak zarar etme tehlikesi asgariye indirilecektir.
Bundan başka, kişilerin birlikte çalışması esa-
sına dayanan devletçe yapılacak uygun bir
planlamada sosyal yararlar da gözönüne alı-
nacağından hizmet ve mal üretimi, kapitalist,
sistemden olduğu gibi tutumsuzluğa yol açan-
denetimsiz bir üretimden daha iyi olacaktır.

c) Faiz ve işsizlik :
Kafası kapitalist verilerle dolu bu günkü
düşünürlere garip gelecek; faizin, kaynakların
tam olarak kullanılmasına engel olduğunu ve
dolayısıyle işsizliğin artışına yol açtığını ileri
sürmek. Faiz, yatırılabilir fonların hem arz,
hem de talep yönünden iş alanını kısıtlamakta-
dır. Olumlu bir faiz oranının (yüzde 5 diye-
lim) marjinal biriktiriciyi tasarrufa ittiği ka-
bul edilse bile, bu, faiz güdüsüyle hareket eden
bu tür biriktiricilerin cari faiz oranının altın-
da % 5 bir kazanç sağlayan ekonomik faa-
liyetlere katılacağı anlamını taşımamaktadır.
Kapitalist bir ekonomide faiz oranından do-
layı üretim prosesine katılmayı düşünmeyen
bir ekonomi düzeninde, bu biriktirici sınıfın
tasarruflarından yararlanma olanağı yoktur.
Aynı şekilde, sermaye talebini, faiz oranı-
na bağlı olarak yatırımların kârlılığı ayarlar.
Elindeki olanaklara baktıktan sonra, her giri-
şimci, asgarî bir kar payına varıncaya kadar
sermayeyi yatırıma sürecektir. Bu kar marjı be-
lirli sabit bir nakte değil, her muhtemel yatı-
rım için ortaya çıkan ve birbirini kesen çizgiler-
den oluşan bir sınıf eğrisidir. Girişimci, daha
fazla sermaye elde etmek için, ödenen faiz yüz
desinin altında gelir getiren yatırımlara giriş-
miyecektir. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Fa-
iz yâtırımları üretimden çekmekte ve serma-
yenin bizzat marjinal verimliliği faiz oranıyla
düşürülmektedir. «Genel Teori» adlı kitabında
haklı olarak şöyle der, Keynes: «Öyle görünü-
yor ki faiz, istihdam düzeyini sınırlamakta ken-
dine özgü bir rol oynamaktadır. Çünkü ser-
mayenin marjinal verimliliğini düşürmektedir.»

d) Faiz ve Ekonomik durgunluk :
Üretime kendinden bir katkıda bulunmak-
sızın, kapitalist sınıf, sadece öteki üretim et-
kenlerinin değil, yoksul tüketicinin de za-
rarına olarak, kendi çıkarına bakmakta ve bol-
luk içerisinde yaşamaktadır. Bu kazanılmamış
gelirdir işçiyi yan gözle baktıran, emeğinin ürün-
lerinden bir kısmının elinden alındığını düşün-
düren. Tüketici de sömürülmektedir. Çünkü
faiz, üretim maüyetlerine girmekte ve ekono-
mik durgunluk, ticareti, alış verişi, sanayii sars-
tığı zaman ekonominin kendi kendini toparla-
ması gecikmektedir. Vebiens'in eserlerini de-
ğerlendirirken, W. C. Mitchels, kapitalist düzen-
de faizin ekonomiyi bunalıma sürüklemekte na-
sıl hayati bir rol oynadığını ustalıkla açıkla-
maktadır.

Şu noktalara değinir Mitcheis : «Durum iyi
olduğu zaman fiyatlar artar; kar payı yükse-
lir. iş adamı bol bol borç alır ve üretimini art-
tırır. Ne ki, böylesine bir bolluk kendi kendini
bozacak şekilde işler. Borçlanmanın gerisinde
yatan sağlam dayanak, cari faiz yüzdesi için
sermayeye çevrilen gelecekteki net gelirlerdir.
Faiz oranı arttığı zaman, ki bolluk zamanında
böyledir, belirli, az güvenilir hale gelmektedir.
Bundan başka, net gelirler, fiyatların birden bi-
re fırladığı iyimser günlerde umut edilenden da-
ha az olmuştur. Fiyatlar sürekli artırılamaz.
Maliyetler artar ve bu artış, karı, olumsuz ola-
rak etkiler. Banka rezervleri azalır ve ek kâr
sağlanması güçleşir. Gittikçe azalan kârlara
bir de yüksek faiz eklenince, alacaklı, endişe
lenmeye, ürkmeye başlar. Böylesine gergin bir
ortamda, hafif bir sıkıntı,. dıştan etkilenebilir
görünen dengesiz ekonomik yapıyı sarsacak.
nakit ihtiyacı başgösterecek ve ivedilikle iş a-
lanlarına yayılacaktır. Ödemeleri zorlayacak ve
borçluya borcunu ödemesi için baskı yapa-
caktır. Böylece bolluk, ekonomik durgunluğun
izlediği bir krizle son bulacaktır.

e) Faiz ve kıt kaynaklar :
Faiz ödemeyi zorunlu kılan nedenlerden
biri olarak, kaynakların yeteri kadar bol ol-
mayışı gösterilmektedir. Çünkü sermayenin bir
çeşit üretimde kullanılması, başka bir üretim
çeşidinden vaz geçmeyi gerektirir. Bu yüzden
faizin, sosyalist bir devlette bile tamamen fay-
dasız olmadığı ileri sürülür.

Bu konudaki görüşlerin hepsi de aldatıcı-
dır. Çünkü İslâm, üretimde sermayenin payı-
na yer vermektedir. İslâm, katkısına bakmak-
sızın, sermayenin getirdiği sabit gelire karşı-
dır. Kaynaklar yeteri kadar bol olmadığından,
İslâm devleti, toplam kaynaklarını çeşitli alan-
lardaki yatırım projelerine, kârlılık derecesine
göre, tahsis edecektir.

En fazla gelir sağlayan projeler ilk sırayı
alacaktır. Geride kalan kaynaklar. kârlılıkta
ikinci sırayı alan projelere ayrılacaktır. Kuş-
kusuz, sıradaki tüm projelerin gerçekleşmesine
kaynaklar yetmiyecektir. Böyle bir ekonomide,
kaynaklardan azamî ölçüde yararlanma olana-
ğı vardır ve de azami istihdam sağlanabilir. Ger-
çek şudur ki, bir toplum, kaynaklarını tam ta-
mına kullanmasından ötürü zenginleşiyorsa,
nüfus artışı, sabit kalıyor veya azalıyorsa,
böyle bir toplumda, büyük bir olasılıkla, tüke-
tim, düşme eğilimi gösterecektir. Tüketime har-
canan gelir oranı azalacak ve toplam gelir de
arttığı için tasarruf oranı artacaktır. Bu du-
rum, yatırımlara karşı olduğu kadar, tüketime
karşı da, talebi, olumsuz yönde etkileyecektir.
Bundan dolayı tam örgütlenmiş bir toplumda fa-
iz oranı sıfıra düşebilecektir. Böyle bir eko-
nomide, kuşkusuz, girişimci için para kazanma
alanları vardır. Keynes, bu konuya şöyle deği-
nir: "Faizci ortadan kalkmış olsa da yine üze-
rinde farklı görüşlerin alacağı" geleceğe dönük
gelir tahminlerinde usta ve atak müteşebbise
yeteri kadar yer kalacaktır. Yukarda belirti-
lenler yalnız faiz oranı ile ilgilidir. Risk için ay-
rılan yedekler, yatırımın kârı ve benzerleri, ke-
nu dışında bırokılmıştır. Bunun için, faiz oranı
sıfırın altına düşmedikçe -ki böyle bir şey dü-
şünülemez- riski yüklenmeğe karşı bir isteksiz-
lik olsa da yatırımlardan yeteri kadar gelir
sağlanacaktır. Şüphe götüren projelerde bile,
yatırımın toplam hasılası belirli bir süre sonra
pozitif olacaktır. Fakat böyle bir ortamda ka-
zanma isteği o dereceye çıkar ki, bu, sonunda
zarara yol açabilir. Daha önce de değinmiştik.
Îslâmi ilkelerin yürürlükte olduğu faizsiz bir
toplumda zarar etme olasılığı asgariye indiril-
miştir. Çünkü ekonominin her kesiminde her-
kes birbirine yardımda hazırdır. Herkes bir or-
tak çaba içerisindedir.

f) Faiz ve borçlanma sorunu :
Faiz oranının daha iyi bir kalkınmanın yo-
lunu kestiğini göstermek güç değildir. Ulus-
lararası borçlanma sorunu. Pakistan, Hindis-
tan, Uzak Doğu ülkeleri gibi kalkınmakta o-
lan ülkelerde hâlâ bir bilmece olarak durmak-
tadır. Dış borç ve yardımların tüm gelişmemiş
ülkelerin ekonomik kalkınmasında oynadığı ö-
nemli rol kabul edilmektedir. Ama, sonuç ola-
rak dış borçlar, borç alan ülkenin ana para ile
faiz toplamı kadar kaynak ihracını gerektirmek
tedir. Sonunda, dış kredi sorunu, borçlanan ül-
kenin ihraç kapasitesinde gelip düğümlenmek-
tedir.

Yüksek faiz oranı borcun fiyatını oluştur-
maktadır. Borçlanan ülkeler gördüler ki, yük-
sek faiz oranı, elde edebildikleri finansmanla-
rın tümünü yutmaktadır. Örneğin, Pakistan.
1967-68 yıllarında, konsorsiyum üyelerine faiz
olarak 109 milyon dolar ödemiştir ki, bu kon-
sorsiyumdan alınan paranın yüzde yirmibeşini
oluşturmaktadır.

Büyük dış borçlar içinde olan Hindistan,
borçlanma potansiyelini mevcut borçları tak-
sidine harcama gibi bir tehlikeye düşebilir. Ye-
rinde saymak için çok zorlanmaktadır Hindistan.
Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde her sene borç-
ların tutarı biraz daha artmaktadır. Bu yüzden,
borçlanma sorunu, kalkınması büyük ölçüde
uluslararası yardımlara bağlı olan Pakistan gi-
bi gelişmekte olan ülkeleri yakından ilgilendir-
mektedir. Faizsiz kalkınma kredileri dünyanın
bu günkü ticaret, üretim ve işbirliği yapısında
kesin ve olumlu gelişmelere yol açacaktır. Bu-
nun sonucu olarak, gelişmemiş ülkelerin eko-
nomik durumu önemli ölçüde düzelecektir. Çün-
kü bütün faizsiz kalkınma kredileri, uzun süre-
de, borçlanan ülkenin üretim ve ihraç potansi-
yelini artıracak ve dünya piyasasında bu ma-
mullerin yer almasını sağlayacaktır. Yardımlaş-
ma ve işbirliğine dayalı yeni yatırım ve dış tica-
ret modeli, daha sonraki dönemlerde, kalkın-
makta olan ülkelerin ödemeler dengesinin dü-
zelmesine, «yardım alan ülke» olmaktan çıkıp
«yardım eden ülke» olmasına yol açacaktır.
Böylece, tüm insanlık, Allah'ın bir bağışı olan
doğal kaynakları en verimli bir biçimde kullan-
mış olmaktan ötürü bu kaynaklardan en geniş
ölçüde yararlanacaktır.

g) Faiz ve geri kalmış ülkeler :
Genel olarak, kalkınmamış ülkeler, özellik-
le müslüman ülkeler, finansman kurumları ge-
lişmiş, birbirine sıkı sıkıya bağlı olmadığı için,
faizsiz bir ekonomi sistemine dönüşebilirler.
Plânlanan yatırım programına uygun olarak
fonların çeşitli kanallara dağılımı, başarılı bir
uygulama için, özel olarak geliştirilmiş finans-
man kurumlarını gerektirir. Bu, herkesin bildi-
ği bir gerçektir. Nitekim gelişmemiş müslü-
man ülkelerde faiz politikası çok sınırlı bir rol
oynamaktadır. Çünkü bu ülkelerde faizin etki-
li olabilmesi için gerekli ortam ya oluşmamış-
ya da yeteri kadar gelişmemiştir. Para yö-
netimi yönünden gelişmiş bir sistemde, tüke-
tim masraflarındaki küçük bir artış, yatırım
masraflarında oldukça büyük artışlara yol aç-
maktadır. Özellikle yatırım masraflarındaki bü-
yük oynamalar, kazancın yön ve hızının saptan-
masında para otoritelerine yol gösterici olu-
yor. Faiz oranı üzerinde dolaylı bir denetimin
kurulması, tüketim ve yatırım harcamaları ara-
sındaki bu duyarlığı bir dereceye kadar azalt-
maktadır. Ama gelişmemiş ülkelerde tüketim
ve yatırım harcamaları arasında böylesine bir
duyarlık söz konusu değildir. Bu bakımdan, faiz
oranı politikası, bir denetim aracı olarak öne-
mini yitirmektedir. Bu durumda yapılması ge-
rekli olan, üretimden dağılıma kadar tüm mal-
ların doğrudan doğruya kontrolüdür. Ancak bu
şekilde fiatlarda istikrar ve yatırımcılar için ge-
reken finansman sağlanmış olur. İslâm ülke-
leri, ekonomik yönden gelişmiş ülkeleri körü-
körüne izlemek yerine sosyo-ekonomik sorunla-
rın kökenine inmek zorundadır. Ancak bu şe-
kilde İslamın ekonomi anlayışına dayalı, ken-
dilerine özgü bir sistem geliştirilebilir ve çağın
ekonomik bunalımlarına iyi bir çözüm getirile-
bilir.

h) Faiz ve dünya barışı :
Şimdiye dek konuya yalnız ekonomik açı-
dan bakarak, faiz politikasının ekonomik büyü-
mede etkisizliğini tartıştık. Şimdi de faizin da-
ha iyi bir dünya ve daha iyi bir yaşam için ge-
tirdiği engelleri tartışacağız.

Esas olarak, borç veya borçlanma gereği
yokluktan gelmektedir. Yalnız varlıklı bir top-
lum, yoksul bir topluma borç verebilir. Bu yüz-
den, ana para üzerine bir de faiz yüklenerek, ev-
rensel kardeşlik ve yardımlaşma ilkesine ters -
düşmektedir. Tüm insanlığın materyalizm ba-
taklığında boğulduğunu su yüzüne çıkaran bir
ğerçektir bu. Faiz, insanın varoluş temelini tam
kökünden yıkmakta, karşılıklı yardım, sevgi ve
şefkati yok etmekte ve bencil bir insan türü tü-
retmektedir. Böyle bir toplumda yaşayanların
tümü yalnızca para kazanma uğraşı içerisin-
de erimek zorundadır. Bu, hem ulus için geçer-
lidir, hem de uluslararası iliskilerde. Günümüz-
de, kredi veren ulusların, borçlananları, yüksek
faizlerle kendilerine ne denli esir ettiklerini açık
ça görmekteyiz. Birinci dünya savaşından beri
uluslar topluluğu kredi komitesince dolaylı ve
dolaysız denetilen uluslararası kredilerin, bal-
kan ülkelerine ayırdığı tarihsel bir gerçektir.
Faiz ödemeleri bu ülkelerin yoksulluğunu ve a-
cısını bir kat daha artırdı. Hepsi değilse bile ço-
ğu borçlarının tamamını veya bir bölümünü ö-
deyemediler. Buna rağmen kredi veren ülkele-
rin yaptığı bir incelemede borçlanan ülkelere
karşı ekonomik ilişkilerini yeniden düzenleme-
leri gerektiği, eski borçların çabuk ödenmesini
sağlamak için de borçlu ülkelere kendi ülke-
lerinde vergi yükünün arttırılması önerildi. Bu,
varlıklı olanakların, yoksulları, ekonomik yön-
den sömürmesi değil de nedir? Böylece ülke
içinde olsun, ülkelerarası olsun, faiz, sömürü-
cülere daha da üstünlük sağlayacak ve gide gi-
de dünya barışını tehdit eden başlıca unsur ha-
line gelecektir.

Bu incelemeden sonra, faiz ortadan kaldı-
rılırsa, çok daha iyi bir sosyo-ekonomik düze-
nin kurulacağını güvençle söyleyebiliriz.

Kâr ve Faiz :
Bu son bölümle incalememizin son bölümü
olan «faiz-kâr farkı» konusuna girmiş oluyo-
ruz. Konuya girmeden önce İslâm'ın izin verdiği
kâr konusu üzerinde kısaca durmak gereğini
duyuyorum. İslâm'ın kâr anlayışı farklıdır ve
kâr sınırlıdır. Kapitalistlerin sağladığı sınırsız
ve anormal kârlar açıkça toplumun sömürül-
mesini hedef almıştır. Bu tür kârlar kapitalist
ekonominin ana özelliklerinden olan tekel ve
kartellerin bir sonucudur. Ama İslâm, tekeli
malın biriktirilmesini, fiyatların yükseltilmesini
beklemek amacıyla üretimi piyasaya sürmeyip
stokta bekletmeyi tümcek yasaklamıştır. Çün-
kü kapitalist ekonomide çok yaygın olan bu
tür davranışlar iyilikle, bağışla, yardımlaşma
duygusuyla ve toplum yararıyla taban tabana
zıttır. İslâm, normal bir kârâ izin vermektedir.
Normal kârı şöylece tanımlıyabiliriz: Yeni ku-
ruluşun belirli bir üretim veya hizmete başla-
mak, eski bir kuruluşun da ayrılmak eğilimini
göstermediği gelir düzeyi. Bu eğilim de yeterli
değildir. Unutulmaması gerekli temel ilke top-
lumda hiç bir kişinin üretim projesinde haket-
tiği paydan yoksun bırakılmamasıdır.

İslâm normal kârı kabul ederken faizi ya-
saklamaktadır. Dikkatle gözden geçirilirse gö-
rülür ki, kâr ve faizde, kazanç ve muamele, ya-
pı bakımından, birbirinden farklıdır. Faizde, ö-
dünç veren ana para ve faizi sağlama bağla-
dıktan sonra paranın kullanımına karışmamak-
tadır. Kârda ise, firma sahibi paranın kullan-
ma yeri ve şekli ile doğrudan doğruya ilgilidir.
Buradan şu sonuç çıkmaktadır: Faiz, üretken
bir uğraşın sonucu değildir. Oysa kâr, üretken
bir uğraş sonunda sağlanmaktadır. Faizde ö-
dünç verenin üretken bir uğraşı olmadığından
girişimci etkeni eksiktir. Oysa kârda bu etken
tüm üretim ve pazarlama boyuncâ canlılığını
korumaktadır. Şöyle ki; Faiz durumunda, ser-
maye sahibi, üretim işlemiyle ilgili değildir.
Halbuki kâr durumunda, sermaye sahibi, ser-
mayesinin ekonomik olarak kullanma yeri ve
tarzını kendisi saptamaktadır. Burada, girişim-
ci, kârını artırmak amacıyla yeni buluşlara gide-
bilir ve gereksinmeleri karşılamak için yeni
ürünlerin ortaya çıkmasını sağlıyabilir. Böyle-
ce, kar gelişmeye yol açmakta ve bir bakıma
geliştirme çabalarının da bir karşılığı olmakta-
dır. Nihayet, faiz durumunda, zarar etkeni tüm-
cek yoktur. Çünkü faiz belirlidir, sabittir. Oysa
kâr, girişimcinin yüklendiği riskin bir karşılığı
dır. Nihayet, faiz durumunda, zarar etkeni tüm
Kâr belirsizdir. Çünkü fizik ve zihni yetenekle-
ri yönünden üstün olanlar daha yüksek kâr sağ-
lıyabilirler. Bu çok yönlü farklardan ötürü, İs-
lâm, faizi yasaklamış ve kâra izin vermiştir
Kuskusuz "AIIah ticarete izin verdi ve faizi ya-
sakladı."

Prof. M.A.Mannan
(Tercüme- Bahri Zengin , Tevfik Ömeroğlu )