İSLAM'DA GELİR VE SERVET DAĞILIM-1
Prof. M.A.Mannan
1. GİRİŞ
2. İSLÂM'DA KİRA VE ÜCRET
"...Ta ki (bu mallar), içinizden (yalnız) zen-
ginler arasında dolaşan bir devlet olmasın.»
(K. LIX; 7)
"...Vücudunun teri kurumadan işçiye ücre-
ti ödenmelidir." Hz. Muhammed (S.A.V.)»

1. GİRİŞ
Millî gelir dağılımı, günümüzdeki demokra-
tik ülkelerde her sınıf insan arasında en çok
ve en sert tartışmalara konu olmuştur. Çünkü
çoğunluğun ekonomik refahı, toplam ulusal ge-
lirin kişiler arasında dağılımıyla sıkı sıkıya il-
gilidir. Sağ duyu, gelir dağılımı teorisinin, ulu-
sal gelirin farklı sınıflar arasında dağıtılması so-
runuyla uğraşması gerektiği tezini ileri sür-
mektedir. Özet olarak, teorinin, çoğunluk yok-
sul düşerken, küçük bir azınlığın çok zengin
olması olayını açıklaması gerekir. Ne yazık ki,
geleneksel olarak, bugünkü ekonomistler, soru-
nu, ferdî gelir dağılımı biçiminde değil, fonk-
siyonel dağılım biçiminde ele almaktadır
Bu günkü gelir dağılımı teorisi, üretken
hizmetlere değer biçme teorisldir. Bu teori, çe-
şitli üretim etkenlerinin hizmet değerlerini orta-
ya çıkarmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, ge-
lir dağılımı teorisi, gene) fiyat teorisinin bir
uzantısından başka bir şey değildir. Kişisel ge-
lir dağıtımı sorunu, üretim faktörleri içerisinde
mülkiyetin yerinin araştırılmasından sonra en
iyi bir biçimde çözülebilir. Faktörel veya fonksi-
yonel gelir ,dağılımı teorisi, çeşitli üretim etken-
lerinin hizmete dönüşen değerlerini saptamak-
ta bizlere yardımcı olacaktır.ıı

Kapitalist ekonomide, kişi, kira (rant) ala-
bilir. İşçi olarak ücret, sermayedar olarak fa-
iz, iş adamı olarak da kâr alır. İslâm ekonomi-
sinde kişinin çeşitli kaynaklardan hangi yolla
gelir sağladığını inceliyelim. İlk olarak toprağın
gelirini (rant) ve emeğin gelirini (ücret) analiz
edelim.

2. İSLAM'DA KİRA VE ÜCRET
Blldiğim kadarıyla, Hz. Peygamber döne-
minde, bugünkü anlamda bir kira kavramı ol-
duğunu gösteren bir belge yoktur. O zamanda
bir toprak kıtlığı söz konusu değildi, belki de
ondan. Fakat Suriye, İran, Irak ve Mısır'ın fet-
hinden sonra, Hz. Ömer zamanında, sürekli ve
tutarlı bir toprak sistemi gereği duyuldu. Ka-
nımca, Hz. Ömer'in yalnızca fethedilen yerler-
de toprak satınalmayı müslümanlara yasakla-
ması hususundaki girişimi ile değil, fethedilen
toprakların müslümanlar arasında dağıtılması-
nı durdurmasıyla da kaba hatlarıyla kira kav-
ramını geliştirdi. Topraklar haraç ve cizye kar-
şılığında önceki köylülere bırakıldı.

Fakat zihinleri karıştıran asıl nokta Hz.
Ömer döneminde veya daha sonraki dönemler-
de kira kavramının tanımlanıp tanımlanmama-
sı sorunu değildir. Sabit faizle eş anlamlı gibi
görünen kiranın İslâm'daki yeridir, üzerinde tar-
tışılması gereken asıl sorun. Soruya bir cevap
aramadan önce günümüz ekonomisindeki ki-
ra kavramını kısaca incelemek yerinde olacak-
tır. Ricardo'ya göre kira, toprağa özgü hassala-
rı kullanma karşılığında mal sahibine ödenen,
topraktan elde edilen ürünlerin bir parçasıdır.
Kira, iki ayrı nitelik farkından doğan bir artık-
tır. Bu, üstün nitelikteki toprak verimi ile düşük
nitelikteki toprak verimi arasındaki farktır. Kira,
talebe oranla, toprağın yetersiz olmasının da
bir sonucu olabilir. Prof. Marshall, haklı olarak,
nitelik farkından doğan kira ile kıtlık etkeninin
yalnız iki yaklaşım farkı olduğunu söyler. Aynı
araçların kullanıldığı iki ayrı nitelikteki topra-
ğin ürünleri karşılaştırılırsa, ranta, nitelik far-
kından doğan artık kazanç alarak bakılabilir.
Öte yandan talebe oranla yetersizliği söz ko-
nusu ise «toprak kıtlığından doğan artık ka-
zanç» olarak yorumlanabilir. İyi toprak daha çok
aranır. Bundan dolayı rant da yüksektir. Talep
yüksek olduğu için, burada rantı saptayan, kıt-
lık etkenidir. Öte yandan iyi toprağın marjinal
ürünsel geliri yüksek olduğu için, iyi toprakta
«fark» etkeni de yüksektir. Gerçekte rant, top-
rağın kendi kendine işler hale gelmesini özen-
dirmek için gerekli görülen asgarî kazancın üs-
tünde özel üretim faktörü biriminin sağladığı bir
artık kazanç kavramından başka bir şey değil-
dir. Kelime kökü ve tarihçesi yönünden, bu an-
layışın «yaratıcının bedava armağanı» fikri ile
yakın ilişkisi vardır. Ekonomistler, yaratıcının bu
armağanını «toprak» deyimiyle ötekilerden ayı-
rırlar. Toprağın varlığı insan çabasına bağlı de-
ğildir. Ve de yaratıcının bu bağışı, var olması-
nı özendirmek için bir karşılık ödenmesini ge-
rektirmez. Bunun için tüm toprak gelirleri, eko-
nomik anlamda «rant» olarak adlandırılabilir.
Rantın yalnız toprağa ilişkin olduğunu dü
şünmek için bir neden yoktur ortada. Bir ras-
lantı olarak, üretim faktörü emek sermaye, gi-
rişim - faktörü halihazırda işgal ettiği yerde tut-
mak için gereken asgarî tutarın üzerinde bir
gelir sağlarsa, ranta dönüşebilir.

Kira ve faiz
Kira ile faiz arasındaki fark sorununa dö-
nelim. Kiraya ilişkin açık bir ifade olmadığı için
bu konu ile ilgili sorunlar, İslâmî yasaların
tarih süreci içersinde uygulanışı incelenerek çö-
zümlenecektir. İslâmî yasalar açısından soruna
bakılırsa, kira ödemenin İslâm'ın ana ekonomik
ilkeleri ile uzlaşmaz bir yanının olmadığı görü-
lür. Çünkü kira ile faiz arasında çok büyük fark
vardır. Ama dıştan, iyice incelemeden soruna
bakılırsa faiz kiranın birbirinden farklı olmadı-
ğı sanılabilir. Denilebilir ki, kira, toprak veya
malın sağladığı bir kazançtır. Buna karşılık fa-
iz de, mal veya aktife dönüştürülme potansiyeli
olan sermayenin sağladığı bir gelirdir. Buna
karşılık şu tez ileri sürülüyor: «Toprağa sahip
olma hakkı, kiraya vermek konusunda, toprak
sahibine sınırsız haklar vermediği gibi, para sa-
hibi olma hakkı da para sahibine onu tefecilik-
te kullanma hakkını vermez. Benzer görünü-
me rağmen bir çok yönden, hem muamele hem
gelir bakımından kira ile faiz birbirinden ayrı-
lırlar.

İlk önce, kira, bir girişimin, atılmış olan ilk
adımın sonucudur. Belirli bir değer yaratma iş-
lemi sonrasının ürünüdür kira. Mal sahibi, ki-
raya verdikten sonra, malı ile ilişkisini sürdür-
mekte ve kira süresince kiracının malı kullan-
masıyla ilgilenmektedir. Fakat faiz konusunda
durum farklıdır. Burada, ödünç veren, paranın
kullanılma tarzı ve yeti ile ilgilenmez. Onun için
önemli olan, ana paranın, ipotek ve faizin, ke-
faletle, sağlama bağlanmasıdır.

İkinci husus şudur: Kira durumunda bir
değer kazanmak için üretken bir çaba harca-
mak zorunludur. Çünkü para sahibi parasını ma
la çevirmek veya aktifleştirmekle ekonomik bir
çaba göstermektedir. Böylece, teşebbüs fak-
törü, bir mal ve hizmet üretiminde olduğu ka-
dar, canlı ve hareketlidir. Ama faizde durum
böyle değildir. Hatta kimi zaman değer yara-
tan bir işlemi geciktirmektedir.

Üçüncü husus: Kira durumunda, kiraya ve-
receği malın konusunu, büyüklüğünü ve yarar-
lılığını sermaye sahibi saptamaktadır. Bu yüz-
den, malın kullanım yeri ve amacı belirlidir. Hal-
buki faizde durum böyle değildir. Paranın asıl
sahibi, parasının, ekonomik olarak, yararlı bir
alanda kullanıp kullanılmamasıyla ilgilenmemek
tedir. Bu yüzden sermaye, kötüye kullanılabil-
mektedir.

Dördüncü husus: Bir bakıma kira, maliyet
fiatına katılmamaktadır. " Buğday fiatı, kira ö-
dendiği için yüksek değil, tersine fiat yüksek
olduğu için kira ödenir. " Faizse fiata katılmak-
ta, üretim prosesini geciktirmekte ve tüketici-
yi büyük bir sarsıntıya uğratmaktadır.

Beşinci husus: Kirada kâr olasılığı kadar za
rar etme olasılığı da vardır. Bu bakımdan, ser-
mayenin kira getirici işlerde kullanılması, za-
manını boşuna harcayan aylak bir sınıfı ortaya
çıkarmaz. Faizde ise zarar etme olasılığı yok-
sul yapan bir öğedir bu, ve de toplumda para-
zit bir sınıfın ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Son bir nokta da şudur: «Sermayenin mal
veya aktife çevrilmesi ve çevrilebilirliği doğru
bir saptamadır. Ne var ki, bu işlem, kullanıcının
isteğine bırakılmaktadır. Yani üretim aracı pa-
ra, faizle, ödünç alanın eline veriliyor. Halbu-
ki kira durumunda sermayenin kullanım yetki-
si -mala çevirme- para sahibindedir, aktifle-
şen malı kullananda değildir. Sorunun özünde
yatan gerçek şudur: Mal veya aktifler üzerin-
den alınan kira ile, daha çok, ücret, maaş ve
kâr arasında bir benzerlik vardır. Sermaye üze-
rinden alınan faizle hiç benzerliği yoktur ki-
ranın.

islâm'da ücret
Şimdi İslâm'da ücret sorununu incelemeye
çalışalım. Ücret nedir? Emeğin karşılığı olduğu
söylenir ücretin. Parasal ücret ve parasal ol-
mayan ücret olarak iki açıdan bakabiliriz ücret
sorununa. Belirli bir süre içerisinde, diyelim bir
ay, bir hafta, bir günde kazanılan parasal tuta-
ra nominal ücret denir. Gerçek ücret -ki para-
nın alış gücü, parasal ücret tutarı gibi bir çok
etkenlere bağlıdır- yapılan iş karşılığında işçi-
nin gerçekten kazandığı zorunlu .gereksinmeler
miktarıdır. Kişi, emeğinin nominal fiyatlara gö-
re değil, gerçek fiyatlara oranla, zengin veya
yoksuldur; düşük veya yüksek ücret alır.» (A-
dam Smith). .

Ücret konusunda genellikle kabul gören
teori «marjinal üretim teorisidir». Bu teoriye
göre, ücreti, arz ve talep arasındaki denge sap-
tamaktadır. Kapitalist bir toplum düzeninde ta-
lep, işverenden gelmektedir. Emeğin net üretim
değeri işçiye ödenen ücret tutarından yüksek
olduğu sürece, işveren daha çok emek birimini
kullanmaya devam edecektir. İşveren, emeğin
maliyetinin toplam üretime kattığı değerden
yüksek veya eşit olduğu noktada, iş verme işle-
mini durduracaktır. Belirli bir arz karşısında tüm
işverenlerin istemidir piyasada işçi ücretlerini ve
emeğin sağladığı marjinal üretimi saptayan.
Çok yönlü eleştirilere konu olan, ücretin
marjinal üretkenlik teorisi doğru kabul edilse
bile, ancak tam rekabet şartları altında geçerli
olacaktır. Ama gerçek yaşamda rekabet, hiç
bir zaman tam ve yetkin olmamıştır. İşverenler
arasında rekabet eksik olabilir. Biliyoruz, tüm
yararlı şeyler içerisinde en çok harcanmaya yat-
kın olan, emektir. Öte yandan, işverenin daha
üstün bir durumu vardır. Profesör Marshall'ın
hatırlattığı gibi, «bin kişiyi çalıştıran bir iş ada-
mı, çalıştırdığı işçi sayısı ölçüsünde, işçi piya-
sasındaki alıcılarla kesin, kati bir uzlaşma içe-
risindedir.» Pazarlık gücünün zayıf olmasından
ötürü, kapitalist düzende, işçi marjinal üretken
liğin çok altında bir ücret almaktadır.

İşverenin bu emek sömürücülüğü İslâm i-
nancına yabancıdır. Hz. Peygamber'in burada
bir sözünü anmak bizi yüreklendiriyor: «Allah'-
ın payı olmayan bir şeyde, insanın da payı yok-
tur. Allah'ın payı,, onun herkese hakkını verme
ve başkasına ait olana saldırmama buyruğu-
dur.» Hz. Peygamber, bir başka Hadîste şöyle
der: «İşçinin ücreti, vücudunun teri kurumadan
ödenmelidir.» Öte yandan, İbni Mace, bir baş-
ka Hadîsinden söz eder Peygamber'in: «İşve-
ren, işçilerinden, ancak, kendisinin kolaylıkla
yapabildiği bir işi istiyebilir. Yukarda anlatıldı-
ğı gibi, işçilerin sağlığına zarar verecek bir işi
yüklememelidir.» Şu bir gerçektir: İslâm top-
lumunda insan onuruna yaraşır bir ücret, ayrı-
calık değil, tersine, devletin var gücüyle yeri-
ne getirmeğe çalıştığı bir temel haktır. Bir kez,
devlet, duyguda, inançta, düşüncede ve dav-
ranışta kendine yeni bir yön çizmede başarıya
ulaşınca, gerçek ücret ve üretkenliği sapta-
mak, doğru karar verme konusu olacaktır.

Müslüman ülkelerde, grev, adil ücret, sosyal
güvenlik ve kârdan pay hakkı gibi herkesçe ta-
nınan işçi haklarının kabulüne, işçilere ilişkin
yasalara yön veren düşüncelerin doğrulanma-
sına son derece ihtiyaç vardır. Bu hakların ta-
nınması, işçilere, her şeyi yapmakta sınırsız
bir özgürlük verildiği anlamına gelmez. İslâm,
haksız mal kazancını hor görmüş ve yasakla-
mıştır. İşverenin malını zimmete geçirmek ve-
ya onur kırıcı yollarla bir kısmını almak da ya-
saklanmıştır. Hz. Peygamberin bu konuda sözü
şöyle: «En iyi kazanç, işini titizlikle yapan ve
işverene karşı saygılı olan işçinin kazancıdır.»
İslâm devleti, işçilerden gelecek, toplumun za-
rarına dönük her türlü eyleme gem vurma yet-
kisine sahiptir. Gerçekte, İslâm, dengeli bir
toplumsal kalkınmanın yanındadır. Bunun için
sermaye - emek uzlaşmasını zorunlu bir ön
şart olarak görür. Biz şuna inanıyoruz: İşçi ve
işveren, İslâmi değerlerle şartlanırsa, lokavt ve
grev yasaklamasına gerek kalmıyacak,
iki kutbun birbirine karşı kullandığı bu
savunma, çoğu kez saldırı silâhı önemini yiti-
recektir. İslâm devletlerinin temel sorunu, grev-
leri yasaklama veya sınırlama yollarını aramak
değil, bugünkü emek - sermaye ilişkisine İslâ-
mi değerleri enjekte etmenin çarelerini, yolla-
rını aramaktır.

Ücretlerde farklılık sorunu :
Bu noktada İslâmın farklı ücret sorununa
bakışını incelemek zorunlu gibi görünüyor.
Çünkü şimdiye dek, üstü kapalı olarak, bütün
işçilere aynı ücretin ödeneceği varsayımı ya-
pıldı. Ama gerçek hayatta çok farklı ücretlerle
karşılaşmaktayız. Ücretlerdeki farklılıklara yol
açan bir çok etken vardır. Cairnes, işçiler ara-
sında rekabet olanağı olmayan bir gruplaşma-
nın varlığına bağlar bu farklılığı. Beyin işçisi
ile el işçisi arasında, usta işçi ile düz işçi
arasında geniş bir ayırım vardır. İki tür iş ara-
sında işçi mobilitesi oldukça azdır. Bundan şu
sonuç çıkmaktadır ki, bu, rekabet olanağı ol-
mayan her gurup için ücret düzeyi, her gurup
için farklılık gösteren talep ve arzla saptana-
caktır.

Parasal olmayan avantajların farklı olma-
sından ötürü de ücretlerde farklılıklar olabilir.
Kimi iş daha rahattır veya en azından ötekiler-
den daha az yorucudur. Eğitim masraflarında-
ki farklılıklar, çoğu kez, farklı ücretlere yol aç-
maktadır. Katıksız bir ilgisizlik ve durgunluk
da ücretlerin farklı olmasının bir nedeni ola-
bilir. Bununla birlikte, bir anlamda, farklı bö-
lümdeki işçiler arasında ücret farklılığını onay-
lamaktadır İslâm. Çünkü Kur'an'da farklı be-
ceri ve yeteneklerin farklı kazançlara yol açtı-
ğı gerçeği yer almaktadır (1). İslâm, gelir ve
(1) Bak.
Kur'an : 4; 33.
servet dağılımında ölü bir eşitliğe inanmaz
Çünkü, deyimin gerçek anlamıyla, sosyal yön-
den ilerleme; becerilerin, yeteneklerin gelişimi
için fırsatların noksansız olarak sağlanmasını
gerektirir ki, bu, dönerek ücretlerdeki farklılığı
Hem Kur'an, hem de Hadîste belirtildiği gibi,
onamaya götürür bizleri. Yetenekler ve bece-
riler gözönüne alınarak ücretlerin saptanması-
na ilişkin İslâmî yaklaşım, uygarlığın gelişimi
yönünde yapılan en önemli katkılardan biridir.
bu konuda temel ilke, işverenin, yaptığı hizmet
karşılığında işçiye tam hakkını vermesi ve iş-
çinin de sözünde durarak dürüstçe işini yap-
ması ve tüm yeteneklerini kullanmasıdır. Bu iç
şartların savsatılması hem işçi yönünden, hem
de işveren yönünden manevi başarısızlık ola-
rak ortaya çıkacak, su yüzüne çıkmayan içsel
davranıştan ötürü, Allah'a karşı her iki taraf-
ta sorumlu olacaktır. Kapitalist bir toplumda
ise, kişi, bu tür içsel yargılarından ötürü hiç
kimseye karşı sorumlu değildir. Burada yine
İslâm, devlet işlerinin yürütülmesinde kapita-
lizme ve laisizme karşı üstünlüğünü bir kez
daha ispat etmektedir.

Prof. M.A.Mannan
(Tercüme- Bahri Zengin , Tevfik Ömeroğlu )

mico_minik_by.gif (906 bytes)