Mustafa SiBAi (1915-1964)
    1915'te Suriye'nin Humus kentinde dünyaya gelen Mustafa Sibai, soylu ve ilmi bakımdan zengin bir aileye mensuptu. Babası ve dedeleri nesiller boyu büyük camide hatiplik yapagelmişlerdir. Mustafa Sıbai yetişme esnasında ilk etkilenmeyi alim ve mücahid bir hatip olan babası "Hasaneyn es-Sıbai"den almıştı. Babası ülke düşmanlarının gözünde çok önemli bir konuma sahipti. Suriye'de emperyalistlere karşı verilen istiklal hareketini benimseyenlerin ve destekleyenlerin başında geliyordu. Hatta bu yolda mücahidleri yönlendirmede ve Fransızlara karşı silahlı mücadelede Mustafa Sibai'nin babasının oldukça büyük payı vardı. Tağutlara, dikta rejimlere ve emperyalistlere karşı silahlı mücadeleler vermişti. Hasaneyn Sıbai diğer yandan hayır cemiyetlerine yardımda, fakirlere ve ihtiyaçlılara destek olmada da hizmetler verdi. Babasının bu yönleri Mustafa Sıbai'ye yetişmesinde çok tesirli olmuştu. Mustafa Sibai'nin yetiştiği zor şartlar onun daha ilk senelerden itibaren vatan için fedekarlıklara katlanmasına, Allah'ın dini uğruna cihada atılarak, düşmanlarla savaşmasına sebep olmuştu. Bu mücadeleli hayatı hiç bir zaman onu ilmi çalışmalar yapmaktan alıkoymamış, aksine ilim tahsiline de çok önem vermişti. Babasıyla birlikte devamlı olarak alimlerin oluşturduğu ilim meclislerine gider ve onların ilmi birikimlerinden istifade ederdi.

MUSTAFA SIBAİ'NİN TAHSİLİ
     Mustafa Sibai tahsil hayatına Kur'an-ı Kerim'i ezberlemekle başlayarak ilkokul çağına kadar babasının yanında temel bilgileri aldıktan sonra "Mesudiye" medresesine girer. İlk tahsilini üstün bir başarıyla tamamladıktan sonra 1930'da liseden parlak bir talebe olarak mezun oldu. Hocaları onun çok büyük bir alim olacağını bekliyorlardı. Büyük bir zekaya sahipti. Çok uyanık ve hazır cevap olduğu için hocaları, akrabaları ve onu tanıyan herkesi hayrete düşürüyordu. Okuldaki derslerinde en ufak bir aksatma yapmadığı gibi ayrıca çeşitli ilmi toplantılara da katılıyordu. O zaman bu gibi toplantıları Mustafa Sibai'nin babası Humus alimleriyle birlikte organize ediyordu. Bütün bunların dışında o Humus'un alimlerine giderek onlardan istifade ediyordu. Mesela Humus müftüsü Şeyh Tahir el-atasi derslerine devam ettiği üstadlarından biri oluyordu.

     Bunun yanında Zahit Atasi, Muhammed Yasin, Abdusselam ve Enes Kelalib'de yine ders aldığı üstadlarından bir kaçıydı. Derslerinin ve gittiği toplantıların yanısıra, okumaya ve araştırmaya da çok düşkündü. Talebeliği esnasında bir
çok defalar Büyük Camideki cuma hutbelerini o okurdu. Çünkü babası bu camide hatiplik yaptığı için o da babasının yerine bu hutbeleri okurdu. Mustafa Sibai ilmi olarak bu durumdayken yaşı daha onsekizdi. Ondaki güzel uslub, üstün zeka, olgun akıl, açık fıkri ve cesareti onu ülkesinde üstün bir dereceye yükseltmişti. İlmi olarak belirli bir noktadan sonra kendisini şeri ilimlerde daha fazla yetiştirmek için Mısır'a giderek Ezher üniversitesine giren Sıbai 1933'de bu üniversitenin Fıkıh bölümüne başlar. Ondaki ilmi olgunluk herkesi şaşırtmış ve adı artık arkadaşlarının ve hocalarının
dillerinde dolaşır olmuştu. Daha sonra bu bölümü bitirip "Usulid din"kısmına geçen Mustafa Sibai burasını da üstün bir dereceyle bitirdikten sonra doktoraya başlar. Doktorasını İslâm hukuku dalında yapan Sıbai 1949'da yazdığı kitabı Ezher'in ileri gelen hocaları önünde büyük bir ilmi cesaretle tartışarak doktor ünvanını alır. Konusunu dinleyen komisyon onun ilmi inceliğine ve tartıştığı konuya olan hakimiyetine hayran kalmışlardı. Çünkü bütün görüşlere ve müsteşriklerin ortaya atmış oldukları tüm şüphelere karşı ilmi cevaplar vererek peygamberin sünnetine karşı düşmanlık besleyenleri susturuyordu. Öyle ki Mustafa Sibai'nin doktora tezi olarak "Sünnetin İslâm Fıkhındaki Konumu" adıyla yazmış olduğu kitap, konusunda bir müracaat kaynağı olarak her araştırmacı, her alim ve her talebe için sünnetin İslâm fıkhındaki konumunu müdafada en etkili bir silah oluyordu.

SİBAİ'NİN ÇALIŞMA VE DERS VERME HAYATI
     Merhum ilmi yaygınlaştırdığı ve faziletli talebelerinin yetişmesine vesile olduğu için ders vermeye çok büyük rağbeti vardı. Çünkü mesuliyetini idrak edebilecek bir neslin yetişmesinin ancak eğitimle mümkün olabileceğini iyi biliyordu. Ancak böyle bir nesil ülkeyi emperyalistlerden ve onların bıraktığı kötü tesirlerden kurtarabilirdi. Bu mesuliyetlerin en başı ise Filistin'in kurtarılmasıydı ki her şeyden evvel geliyordu. İşte her şeyiyle iyi yetişmiş bu nesil toplumlarını sağlam ahlaki esaslara dayanan kaideler üzerine bina edebilirdi. Bütün bunları düşünen Sıbai ders okutmayı tercih ederek arapçanın gramer inceliklerini ve dini terbiye usullerini Humus medreselerinde okutmaya başlar. Daha sonra Şam'a intikal eden Sıbai, orada kendisine bağlı kardeşlerle birlikte bir medrese kurmaya başlayarak terbiye yolunda hedeflerini gerçekleştirmeyi planlar. Çünkü hükümete ait okulların proğramlarında bu
terbiyeyi verecek kapasiteyi görememektedir. Ustelik bu okullar gerçek terbiye usullerini de kaybetmişlerdi.
Bundan dolayı bir de Şam'da arapça dilinin inceliklerini hedef alan bir lise açar. Daha sonra İslâm Medeniyeti Cemiyeti de Üstad Sıbai'nin idaresine katılınca bu lisenin ismi "İslâmi Arap Lisesi" olarak değiştirilir. Bu lise günümüze kadar hala eğitimine devam etmektedir. Fakat şu anda belirli sebeplerden kurucusuyla hiç bir alakası yoktur. O zaman yalnız bu liseyle yetinmeyip çeşitli kazalara da bu lisenin şubelerini açmıştı. Üstad Sibai bu lisenin ilk müdürüydü. Onun zamanında bu liselerden bir çok talebe mezun olarak eğitim ve diğer görevlerde vazife yapmışlardı.

     Bu liseler ilmi ve ahlaki bakımdan mesuliyetini en iyi bir şekilde idrak edebilecek pek çok talebe yetiştererek ülkenin en hayırlı okulu durumuna gelmişti. Fakat üstadın üstün kabiliyeti ona bu lisedeki görevinden daha büyük bir mesuliyeti yükleyerek onu Şam üniversitesi Hukuk fakültesinde hocalık yapmaya zorlar. Böylece 1950'de üniversite hocalığına tayin edilen Sıbai ders vermede hocalar arasında en üstün seviyede birisiydi. Bu yeni görevide Üstad'ın
ilmi kudretini tam kaplıyamamıştı. Onun ülkeye karşı hissettiği mesuliyet duygusunun üstünlüğü, ilmi olgunluğu ve İslâmi çalışmalara olan düşkünlüğü ondan daha fazla işleri bekliyordu. Bu sefer üstad İslâmi ilimlere mahsus müstakil bir şeriat fakültesinin kurulmasını düşünmeye başladı. Bu fakülte tıpkı üniversitelerdeki diğer fakülteler gibi bağımsız olacak fakat İslâmi konularda alim yetiştirecekti. Bununla İslâm ümmetine ve tüm insanlığa asrımızda ve gelecekte ilerleme ve hayır takdim etmeyi istiyordu. Bütün engellemelere rağmen bu fakültenin açılışı 1955'de tamamlanmış Sıbai de ilk dekanı olmuştu. Dekanlığın yanı sıra yine hukuk fakültesindeki hocalık görevini ve diğer mesuliyetlerini sürdürüyordu. Üstad Sıbai şeriat Fakültesine dekan olduğu andan itibaren diğer üniversitelerde bu fakültenin düşüncesi paralelinde olan tüm hocalarla yardımlaşmış ve onlardan da bu konuda istifade etmişti.


ÖRGÜTSEL ÇALIŞMALARI
     Mayıs 1945 de Fransızlar ülkeye karşı düşmanlıklarını ve zulümlerini tekrar estirdiklerinde Sıbai'de Humus da silahlı mücahidlerin başında Fransız emperyalistlerine karşı cihad etmeye başlamıştı. Bu direnişte ilk mermiyi de Sıbai atarak kendisi ve adamlarının kahramanlıkları ve cesaretleri, Fransızların kalblerine korku salmış, onları yenilgiye uğratmıştı. Yirminci yüzyılın başlarına kadar Şam ülkeleri diye bilinen Suriye, Lübnan ve Filistin bölgelerinde İslâmi düşünce açık ve net olarak ortaya koyulmamış ve asrının kültürüyle İslâmi ilimleri birarada toplayacak bilgili İslâm davetçileri henüz yetiştirememişti. Sadce bazı dini bilgileri elde etmiş alimler, tarikat erbabları ve bazı cemiyetler
vardı. Onlar da çalışmalarını sadece İslâmın bazı yönlerini izaha ve yaşamaya hasretmişlerdi. Mesela İslâmın ahlaki yönüne davet ederler diğer yönlerine ihtimam göstermezlerdi. Ayrıca bu cemiyetler toplumun problemlerini çözmekten de çok uzaktaydılar. Diğer taraftan bu cemiyet ve tarikatlar davetleri esnasında dine sokulmuş bir çok hurafe, bidat ve sapıklıklara da çağırmaktan geri kalmıyorlardı. İşte bu durum İslâmı ve onun bazı yönlerini temsil edenleri toplumdan ve onların problemlerini çözmekten uzak tutuyordu. Bu durum karşısında Mustafa Sıbai İslâmi tüm yönleriyle anlayan, yaşayan ve ona samimi inanarak davet eden ve yeryüzünde kuvvet yerine hakkın hakim olmasını sağlayacak bir cemaatın varlığına ihtiyaç olduğuna inanarak böyle bir cemaatı oluşturmak için insanlara hedeflerini açıklamış ve onları bir bütün olarak İslâma davet etmeye başlamıştı.

     Mustafâ Sıbai'nin bu çağrısına bir çok topluluklar süratle iltifat ederek etrafında halkalanmışlardı. Ama ülkenin o zamanki şartları ona pek fırsat vermemişti. Suriye'de emperyalistler ve onların yerli uşakları bu davetin yolunu tutuklama, işkence ve hapislerle enğellemeye çalışıyorlardı. Onlar kuwetli bir İslâmi hareketi ortaya koyabilecek güçlü bir cemaatı hiç bir zaman istemiyorlardı. Fakat bütün bunlara rağmen Mustafa Sıbai ilk olarak bazı İslâmi cemiyetleri Humusta ve diğer mıntıkalarda açmâya başlamıştı bile. Kurduğu bu teşkilatların arasında Humus'ta "Rabıtatuddiniyye" Şam'da "Muhammedin Gençleri" ve "Müslüman Gençler"i sayabiliriz. Mustafa Sıbai Suriye'deki İslâmi çalışmalarını
1933 senesine kadar sürdürerek aynı yıl daha yüksek bir eğitim yapabilmek için Mısır'a gitmişti. Kahire'ye yerleşir yerleşmez hemen büyük islam davetçisi Hasan el-Benna ile irtibata geçti. Onunla görüşmeden önce Benna hakkında ve onun İslâmi cihadı konusunda çok şeyler duymuştu.

     Bu büyük davetçi; üstün liderliği ve samimi çalışmalarıyla İhvanı müslümini ortaya koymuş, her türlü zorluklara rağmen Mısır'da İslâmi düşüncenin boy salmasını sağlamıştı. Dr. Mustafa Sıbai, Suriye'ye döndükten sonra oradaki çalışmalarına öncekinden daha hızlı ve daha organizeli başladı. Hareketin bir halk hareketi olmaktan çıkartılıp aynı zamanda bir teşkilat hareketi de olması gerektiğine inanıyordu. Bunu gerçekleştirmek için ileri gelen üyelerin seçimiyle işe başlâyarak, Mısır'daki İslâmi hareketin ismiyle- yani "İhvan-ı Müslimin" adıyla Suriye'de bir teşkilat kuruyordu. 1945 yılında İhvan-ı Müslimin cemaatını resmen ilan eden Sıbai, kurucu heyet tarafından hayatı boyunca bu teşkilatın genel murakıbı olarak seçilmişti. Cemaat Sıbai'ye beyat ederek idareyi onun üstün hikmet ve derin ilmi selahiyetine teslim etmiş, o da en zor zamanlarda bile çok ustaca cemaatını yöneterek İslâmi hareketin Suriye'de kök salmasını başarmıştı. Özellikle gençleri akli ve ruhi yönden yetiştirmede çok önemli çalışmaları olmuş kendi ilmini ve tecrübesini aktararak onların her yönden olgunlaşmalarını sağlamıştı. Bir ara hastalanmasına ve iyice yaşlanmasınâ rağmen hiç aksatmadan değerli görüş ve tecrübeleriyle teşkilatı yönlendirmişti.

     1948 yılında Birleşmiş Milletler Filistin'in taksim edilmek suretiyle İsrail ve Filistin olarak iki ayrı devlet kurulması kararını onaylamış, en büyük cürümünü işlemişti. Üstelik Kudüs'ü de İsrail'e düşen kısma bırakarak Filistinin yarısından fazlasında İsrail devletin'ın resmen kurulması kararını almıştı. Böylece yahudi, gasbettiği topraklarda bir gasip değil de sanki meşru bir hak sahibiymiş gibi devlet kurma hakkını Birleşmiş Milletler nazarında elde etmiş oluyordu. Her türlü hak ve adalet ölçülerinin çiğnenmesine rağmen Yahudi Filistin topraklarında haklılık rollerine bürünmüş, müslümanların varlıklarını ve haklarını bilmemezlikten gelmişti.  Bu durum karşısında Arap devletleri ve tüm müslüman halk ayağa kalkarak yahudiye karşı savaşa girmek için Filistin'e gitmeye can attılar. Mustafa Sıbai Suriye'de müslümanların en basında gelen biri olarak Filistin'i kurtarmak ve kardeşlerinin ğasbedilmiş haklarını geri almak için Suriye'nin şehir ve köylerinde Filistin için gönüllü toplamaya başladı. Güneyinden Filistin'de yakın huduttan, kuzeyde Türkiye hududuna, doğudan Irak sınırından batıda Suriye sahillerine kadar tüm ülkeyi dolaşarak Suriyeli gençleri yahudiye karşı cihada çağırır. Müminlere mukaddes topraklarda cennetin kapılarının açıldığını müjdeleyerek, onların aşkını arttırıyordu. Filistin'e gidince de en ön saflarda bizzat kendi yetiştirdiği İhvan-ı Müslimine ait gençlerin komutanlığını üstlenmişti. Bu gençleri "Allah yolunda ölmek en büyük temennimizdir" ölçüsüne göre yetiştirerek cihad için hazırlamıştı. Beytül Mukaddesi savunmak maksadıyla Kudüs'ün kalbi olan mıntıkayı kendisine merkez edinen Sıbai
mücahidleriyle beraber savaş meydanına dalarak, müslümanların ilk kıblesi olan ve şu anda üç mukaddes mescidin üçüncüsü olan mescidi Aksayı korumak için can alıyor ve can veriyordu. Savaş evden eve caddeden caddeye kıyasıya devam ederken Sıbai ve mücahitleri de kâhramanlık örnekleri gösteriyorlardı. Bu mukaddes cihadda Sıbai'nin etrafındaki yüzlerce mücahid şehid düşerek Allah için yaşamanın hedefıne ulaşıyorlardı.

SIBAİ'NİN GAZETECİLİKTEKİ ÇALIŞMALARI
     Mustafa Sıbai çok enerjik ve hareketli birisiydi. Her türlü İslâmi çalışmayı yapabilecek bir kabiliyeti olduğu için hemen hemen her alanda hayırlı çalışmaları başlatmış ve büyük başarılar elde etmişti. Onun yapamayacağı ve üstesinden gelemeyeceği bir iş yoktu. Normal çalışmalarını sürdürürken basın ve yayının kamuoyunu oluşturmada
ve teşkilat elemanlarını yetiştirmede çok tesirli bir silah olduğunu hissederek 1947`de "El Menar" adında bir gazete çıkartarak bu silahtan İslâmın lehine istifade etmişti. Fakat çıkartılan bu gazete 1949 da Suriye'de gerçekleşen inkılaba kadar devam edebilmişti. İnkılaptan sonra yayını durdurulan "El-Menar" 1955 yılına kadar bir daha
çıkartılamamıştı. Bu tarihten sonra Suriye'nin siyasi atmosferi normale dönünce Üstad Sıbai'de "Eş Şihab" adında haftalık ve siyasi bir başka gazete çıkartarak bu gazetenin hem yazı işlerinden ve hem de genel siyasetinden sorumlu olarak müslümanlara hizmet vermeye başlar. Bu gazete de 1958 Mısır-Suriye birleşmesine kadar devam ettikten sonra bu tarihten itibaren yayınına müsade edilmez. Üç.sene yayınını sürdüren "Eş-Şihab''in bu zaman içerisinde müslümanlara çok büyük hizmetleri olmuştu. Üstad Sıbai'nin gazetedeki fikri, ,siyasi, ahlaki, sosyal ve tarihi yazıları ise ayrı bir kıymet taşıyordu. Üstad Sıbai 1955 de Eş-Şihab'ı çıkartırken aynı yıl "El-Müslimun" adında bir de dergi çıkarmaya başlamış ve 1958'e kadar onun da yazı işleri müdürlüğünü yürütmüştü. Daha sonra bu derginin ismini değiştirmeyi uygun bularak "Hadaratül İslâm" (İslâm Medeniyeti) adıyla yayınını sürdürür. Üstad bu derginin bir İslâm medresesi olması için çok çalışmalar yapmış ve müslümanlara hedeflerini gösterebilecek bir işaret çizgisi oluşturarak fikri bir nitelik kazandırmıştı: Bunu yaparken de çok çekici bir uslub kullanıp, her türlü taassubu kaldırmayı planlamış, İslâmın ebedi ölçüleri içersinde davanın yürütülmesini sağlamıştı.


SÜVEYŞ SAVAŞINDAKİ MÜCADELESİ
     1952'de Mısır'da Süveyş Kanalı bölgesinde kanlı savaş başlamıştı. Çünkü emperyalist İngilizler Süveyşi kendileri için büyük bir üs edinerek Mısır halkı üzerinde hegomanyasını sürdürüyordu. Fakat Mısır gençliği harekete geçerek İngilizlerin askeri karargahlarına saldırılar düzenliyor, kurdukları askeri köprüleri havaya uçuruyor ve merkezlerine saldırılar düzenliyorlardı. Üniversitedeki müslüman gençler halkı İngilizleraleyhine hazırlıyor ve Süveyş kanalında cereyaneden savaşa gönüllü mücahidler yetiştiriyorlardı.Mustafa Sibai'de Suriye'de Mısır'daki kardeşlerine yardım edebilecek gönüllü mücahid toplamaya başlamıştı. Bu arada Mısır başbakanına da bir mektup göndererek Mısır'da Süveyş kanalı savaşına binlerce gönüllüyü takdim etmiş fakat Suriye idarecileri tarafından Sıbai ve hanımı yakalanarak dört ay tutuklanmışlardı. 1956'da Amerika, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist devletler tarafından Mısır, Süveyş kanalından dolayı tehdit edildiğinde üstad Sıbai Suriyeli müslümanların Mısır halkının yanında olması için çok gayretler sarfetmişti.

     Üniversitenin adete bir askeri kışla olmasında, hocaların ve talebelerin birer mücahid olarak emperyalistlere karşı direnmesinde üstadın çok büyük payı vardı. Olaylar esnasında üstad Sıbâi direnişin simegesi olan bir elbiseyi devamlı giymiş ve bu elbisenin halk arasında emperyalistlere karşı bir direniş simgesi olmasını sağlayarak onların da bu elbiseyi giyip sürekli emperyalistlere karşı bir direniş ve mücadele içinde olmalarını sağlamıştı.


SÜRGÜN EDİLİŞİ
1952 yılının sonlarında yeni Edip Şişkili'ninzamanında üstad çok sıkıştırılmış üniversitedeki tüm hareketi kontrol altında tutarak çalışma sahası iyice daraltılmıştı. Şişkili bununla da yetinmeyip üniversitelerin hocalarından ve ülkenin ileri gelenlerinden kendisine bağlılık yemini istemiş hatta bunu şart olarak ileri sürmüştü. Alimlerin bir çoğunun bu bağlılık yeminini etmesine karşılık, ömür boyu hür yaşamış ve hürriyet için mücadele etmiş olan üstad Sıbai, şeriatın cevaz
vermediği bir bağlılığı yapamayacağını bildirerek reddetmişti. Bunun üzerine Şişkili resmi bir yazıyla Sıbai'yi üniversiteden uzaklaştırmış ve kendisine gidebileceği bir ülke seçmesini istemişti. Bu durum karşısında Lübnan'a gitmeyi tercih eden üstad, Suriye'den ayrılarak Lübnan'a yerleşti. Orada etrafı üniversiteli ve kültürlü insanlar tarafından sarılarak kendisinden azami derecede istifade edilen Sıbai, daha sonra Lübnan'daki İslâmi hareketin başlatılmasında yine büyük gayretler göstermişti. Bu hareket hala çalışmalarını üstadın çizdiği proğram dahilinde yürütmektedir. Ustad, 1957'de Rusya'ya yapmış olduğu ilmi bir geziden döndüğünde şiddetli bir şekilde hastalanarak  hemen hemen hareketsiz kalmıştı. Fakat üstad durgunluktan ve beklemekten nefret ediyordu. Bu oturma hastalık yüzünden bile olsa, sevmiyor, devamlı hareket istiyordu. Bu durumda bile üniversitenin konferans salonunda ve çeşitli
yerlerde bir çok ilmi konferanslar vererek halkı ve gençliği İslâmi açıdan yönlendiriyordu. Verdiği konferanslarının arasında ilmi bakımından en meşhurları olarak "İslâm sosyalizmi" ve "fıkıhla kanun arasındaki kadın"ı zikredebiliriz. "İslâm Sosyalizmi" adlı konferansını yaklaşık olarak üç saatte vermiş, İslâmın sosyalizmle uzaktan yakından en ufak bir benzerliği olmadığını, İslâm sosyalizmi gibi isimlendirmelerin İslâmi bilmemek olduğunu çok net olarak ortaya
koymuştu.

    İkinci konferansı olan "Fıkıhla kanun arasındaki kadın" da birincisi gibi takriben üç saat sürmüştü. Bu iki konferans da daha sonra kitap haline getirilmiştir. Bu konferanslardan başka "İslâm medeniyeti" adlı dergisinde o günün problemlerini çözücü ve müslümanları fikri olarak yönlendirici bir çok da makaleleri yayınlanmıştı. Üstad bu çalışmalarını, bu hastalık döneminde gerçekleştirerek mesuliyetini idrak etmenin örneğini sunuyordu. Üstad'ın hastalığının sekiz sene gibi uzun bir müddet devam etmesine ve onu acılar içerisinde kıvrandırmasına rağmen hastalık dönemi onun en verimli dönemlerinden biri olmuştur. Üstad bu hastalıktan dolayı öyle acı çekiyordu ki, her insan o acıya katlanamazdı. Buna rağmen, büyük bir sabırla ve azimle hem acılara katlanıyor, hem de müslümanlara faydalı olabilmek için gayret sarfediyordu. Hatta "Hayat bana böyle öğretti" kitabının bir kısmını 1962 de hastahanede yazmıştı. Doktorlar okuma ve yazmadan uzuk durmasının zaruretini söylemelerine rağmen, o kağıt ve kalemini
doktorlardan gizler onların olmadığı zamanlar yazmaya başlardı. Üstad'ın bu eseri onun eserleri arasında, ilmi, tecrübi ve edebi yönden en değerlilerinden birisidir. Üstad bu kitabından başka "Sünnetin İslâm Fıkhındaki Konumu" ve "Faydalar Kolyesi" adında yazmış olduğu kitaplarını da yine bu hastalığı döneminde gerçekleştirmişti.

     Üstad bu hastalık döneminde çok sabretmişti. Öyleki sabırla ilgili ayetlerin onun halini ne kadar da güzel izah ettiğini görürdünüz. Allah'ın emrine teslimiyetin eseri olarak ağzından hamdetmekten başka bir söz çıkmazdı. Acılarından fırsat bulur bulmaz hemen kağıt ve kaleme sarılarak ilmini ve tecrübelerini İslâm ümmetine aktarmak için gayret sarfederdi. Sözün kısası Sıbai, gerçek bir İslâm kahramanıydı. Sağlığında da, hastalığında da, o hayatının her dönemini çok üstün bir şahsiyet olarak yaşamıştı.

SIBAİ'NİN VEFATI
    Yıl 1964, Eylülün üçü. Günlerden Cumârtesiydi. O büyük kalp susuyor ve nur parçası sönüyordu. O kılıç gibi olan kalem duruyor, o coşkulu hareket diniyordu. O gün binlerce insan rahmetli Sıbai'nin evine akın etmişti, belki haber yalandır diye. Fakat haber doğruydu. Allah'ın emri gelmişti. Elbette hiç kimse bu emrin önüne geçemezdi. İşte o uzun hayat ve asil yolculuk Allah'a varış durağına gelmişti. Arkasındaki nesillere bir tarih ve bir hazine bırakarak Rabbine kavuşmuştu. Kanıyla ve ruhuyla öyle ölümsüz sayfalar yazmıştı ki, onları kuşatmak çok zordu. Evet o, bu cihad sayfalarını inancı uğruna kanıyla, ruhuyla ve düşünceleriyle yazmıştı. Onun bu hali minarede bir nur ve yolda işaretler olarak kalacak ve Sıbai, İslâmi Cihad için mücahidlere bir örnek olacaktır. Hem de bir İslâm davetçisi, bir mücahid, bir mürşit, bir terbiyeci ve üstün bir lider olarak.

Üstad Mustafa Sıbai'nin eserlerinden bazıları
şunlardır:
1- Orucun Hükümleri ve Hikmetleri
2- Sosyal Ahlakımız
3- Sünnetin İslâm Fıkhındaki Konumu
4- Peygamber Efendimizin Hayatı
5- Fıkıh İle Kanun Arasındaki Kadın
6- Hayat Bana Böyle Öğretti
7- Tarihteki Büyüklerimiz
8- İslam Hukukunda sünnetin yeri - Işık akademi Y.
9- Hz. Muhammedi'in (SAV) hayatı  - Kitap dünyası Y.
10- Dersler ve İbretler - Ravda - Özgün Y.
11- İslamda Kadın - Akabe Y.
12- İslam sosyalizmi- Yeni Boyut Y.
13- Oryantalizm ve Oryantalistler Beyan Y.
14- Aile Ahlakımız Beka Y.
15- Hayatın bana öğrettikleri - Tekin Y.
16- İslam Medeniyetinden altın tablolar. - Uysal Y.
17- Günümüz meselerine islami çözüm - İklim Y.