VİZYON SAHİBİ BİR MÜSLÜMAN ALİM: 
MUHAMMED ESED
..: Hasan Zillur Rahim :..

Çev: M. Kübra ERSİN

Yazar, ABD'de yayınlanan IQRA Dergisinin editörüdür.
Yazı, Eylül 1995 yılında yayımlanmıştır.

Muhammed Esed, bir yazar, gezgin, diplomat, müslüman düşünür, Kur'an çevirmeni ve şimdiye kadar yazılmış otobiyografilerden en iyisi olan "Mekkeye Giden Yol"un yazarı olarak; müslümanlar arasında bile gerektiği kadar tanınmamaktadır. Ne yazıktır ki; 1992'de İspanya'daki ölümünün üzerinden 3 yıl geçmiş olmasına rağmen; Batıda hemen hemen hiç bilinmemekte ve sıradan Müslümanlar için de bir muamma olarak kalmaktadır.

Onu kitaplarından ve yazılarından tanıyanlar bilirler ki, günümüzde hiç kimse İslam'ı anlama ve Müslümanların uyanışına ne onun kadar katkıda bulunmuş, ne de Doğu-Batı arasında bir köprü kurmak için ondan çok çalışmıştır. 

Esed, Leopold Weiss olarak; 2 Temmuz 1900'de, o zamanlar Avusturya İmparatorluğunun bir parçası olan; şimdi ise Polonya'da bulunan "Lwow, Galicia" da doğdu. 1926'da İslam'la müşerref oldu ve Muhammed Esed adını aldı.

Onun İslam'a girişinden önceki yıllarının hikayesi, bir sığınak arayışı içinde olan, maceracı bir seyahat arzusu tarafından kuşatılmış ve İslam'ı benimseyene kadar huzursuz ruhunu teskin edememiş bir adamın ruhsal sergüzeştini yansıtır. 

Esed, 1. Dünya Savaşına katılmak üzere 14 yaşında evden kaçıp; Avusturya ordusuna katıldı. 1922'de, o zamanlar Avrupa'nın önde gelen gazetelerinden biri olan "Frankfurter Zeitung" un Yakın ve Uzakdoğu muhabiri olmuştu. Gazetecilik mesleği onu Filistin, Mısır, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Suudi Arabistan ve Afganistan'a kadar götürdü. Böylelikle, bu seyahatleri ona dünya meseleleri hakkında -özellikle Araplar ve Yahudilerle ilgili konularda- farklı bir bakış açısı kazandırdı. 

Kudüs'te amcasıyla kalırken, "Siyonist Eylem Komitesi" ile ilişkide bulundu ve onların Arapları aşağılayan davranışlarından rahatsız oldu.
"Yahudi asıllı olmama rağmen" diyordu Muhammed Esed Mekke'ye giden Yol da, "başlangıcından itibaren Siyonizme karşı güçlü bir muhalefet hissi duydum... Büyük bir dış güç tarafından desteklenen göçmenlerin Filistin'de çoğunluğu ele geçirmek amacıyla dışardan gelerek yerli insanları yurtlarından çıkarmaya çalışmalarını ahlaksızca buldum. Benim bu tavrım, bu süreç içinde karşılaştığım Yahudilerin neredeyse tümünün anlayışlarından farklı bir şeydi. Benim Araplarda ne bulduğumu anlayamıyorlardı. Arapların ne düşündükleriyle azıcık olsun ilgilenmiyorlardı; hemen hiç biri Arapça öğrenme zahmetine katlanmamıştı ve hepsi Filistin'in Yahudilerin haklı mirası olduğu genel yargısını sorgusuz sualsiz benimsemişti."

Burada Esed, Siyonist hareketin tartışmasız en önemli lideri olan Chaim Weizmann ile tanıştı ve onunla Siyonist felsefe üzerine ateşli tartışmalar yaptı. Bir gün; Dr. Weizmann, Yahudilerin ulusal yurduyla ilgili görüşlerini açıklarken, Esed ona; 
-Araplara ne olacak? diye sordu.
-Araplara ne mi olacak? dedi Weizmann.
-Arapların şiddetli muhalefetiyle karşı karşıya iken ve neticede onlar bu ülkede çoğunluğu oluşturmaktayken Filistin'i kendi ülkeniz yapmayı nasıl bekleyebiliyorsunuz? Dedi.
Siyonist lider omuzlarını silkti ve kuru bir ifade ile cevap verdi:
-Birkaç yıl sonra onların çoğunlukta olmayacaklarını umuyoruz.

ÜZÜCÜ BİR TECRÜBE

Bu tecrübe, Esed'i derinden sarsmıştı.
"Yahudiler gibi son derece yaratıcı zekaya sahip kişilerin Siyonist-Arap ihtilafını sadece Yahudi perspektifinden değerlendirmeleri nasıl mümkün olabilirdi. Yahudi adasının düşman Arap denizi içinde sonsuza dek kalabileceğini, yıkıcı politikalarının kendilerine getireceği mücadele ve acılarla dolu geleceği göremeyecek kadar umutsuz bir körlük içinde miydiler? 'Acılı sürgünlerle dolu geçmişinde çok fazla yanlışa kurban olmuş bir toplumun, şimdi kendi amacını gerçekleştirmek için bir başka ulusun üzerinde korkunç yanlışlar yapmaya hazır olması ne garip' diye düşündüm. Böyle bir olayın tarihte hiç bilinmeyen bir şey olmadığının farkındaydım; ama bunun gözlerimin önünde gerçekleştiğini görmek beni son derece üzmekteydi." 

Müslüman Dünyasında yaptığı seyahatler sırasında Esed'in İslam'a olan ilgisi arttı. Aynı zamanda Müslümanlar arasında gördüğü bozulmayı eleştirel bir şekilde incelemeye başladı. Arabistan, kabile savaşlarıyla boğuşuyordu. Yabancı güçler, Müslüman kuklaların da yardımıyla İslam topraklarını işgal ediyorlardı. Müslümanların çoğu nefs bataklığına saplanmışlardı. Entelektüel durgunluk içinde yüzüyorlar ve körü körüne Batıyı taklit ediyorlardı. 

Esed, Müslümanların kendilerini yeniden nasıl üretebileceklerini anlamak için kendine has bir yaklaşım benimsedi. Kendini, İslam'ın kaynağı olan Kuran'ı anlamaya adadı. Yoğun bir klasik Arapça öğrenimine girişerek Orta ve Doğu Arabistan'da bedevilerin arasında bir süre yaşadı. Bedevilerin konuşmaları ve dil yapıları, Kuran'ın indirilmeye başlandığı Hz. Muhammed zamanından beri esas olarak değişmeden muhafaza edilmişti. Bu, ona Kuran semantiğiyle ilgili olarak diğer Batılıların algılayamayacağı bir feraset kazandırdı. Ve sonradan Kuran'ı İngilizce'ye Kuran Mesajı adıyla çevirirken ona önemli katkılar sağladı. Kuran Mesajı, Arap olmayan okuyuculara Kutsal Kitabın anlamını ve ruhunu emsalsiz bir şekilde aktarmaktadır.

MÜSLÜMAN RÖNESANSI ESED'İN YAŞAM AMACI HALİNE GELDİ

Esed, Kuran etütleri sırasında İslam'ın; "Eyleme evet, pasifliğe hayır, canlılığa evet, dünyadan elini eteğini çekmeye hayır" dediğini keşfetti. Kuran sayfalarında yoğun bir Allah bilincinin işlendiğini fark etti. Ki bu bilinç, ruh ve beden ya da iman ve akıl arasında bir ayırıma meydan vermiyor, fakat manevi ihtiyaçlar ve sosyal talepler arasında uyumlu bir etkileşim içeriyordu. 

"Anladığım kadarıyla Müslümanların çöküşü, İslam'daki herhangi bir eksiklikten değil; onların İslâmî yaşantılarındaki başarısızlıklarından kaynaklanıyordu. İslam'ı yüce kılan Müslümanlar değil, bilakis; İslam'ın bizzat kendisiydi Müslümanları yücelten. Ama ne zaman ki imanları alışkanlığa dönüşerek bir yaşam programı olmaktan çıktı ve bilinçli olarak izlenmekten vazgeçildi; medeniyetlerinin temelinde yatan yaratıcı kuvvet zayıfladı, yerini yavaş yavaş tembellik, kısırlık ve kültürel yozlaşmaya bıraktı."

Bu noktadan itibaren 'Müslüman Rönesansı' Esed'in yaşam amacı haline geldi. Libya çöllerinden Pamir yaylalarına, Boğazlardan Arap denizine kadar seyahat ederek krallarla liderlerle ve sıradan insanlarla görüştü ve fikirlerini yazıya dökmeye başladı. İlk baskısı 1934 yılında yapılan İslam At The Cross Roads (Yolların Kavşak Noktasında İslam) adlı kitabı; Müslümanların gerilemeleri ile ilgili analizleri ve Batı teknolojisinin saldırıları altında güvensizlikten zayıf düşmüş İslam Dünyası'nın ihtiyacı olan özgüveni yerleştirmek için öngördüğü cesur reçete ile hala günümüz okuyucusunu derinden etkilemektedir. 

Fakat o sıralar Avrupa ufuklarında karabulutlar dolaşmaya başlamıştı. (1940ların sonlarına doğru Esed, anne ve babasının Nazi toplama kamplarında öldürüldüğünü öğrendi.) II. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Esed Hindistan'daydı. Orada Bağımsız Pakistan düşüncesinin fikir babası olan Muhammed İkballe dost olmuştu. İkbal, Esed'i Doğu Türkistan, Çin ve Endonezya'ya yapmayı planladığı seyahatlerden vazgeçmeye ve geleceğin İslam Devleti'nin entelektüel atmosferinin oluşmasına yardımcı olması konusunda onu ikna etti. Esed, savaşın sonunda Hindistan'da göz altına alındı. 

1947'de Pakistan Devleti doğduğunda Esed, Yakın Doğu işlerine bakan Dış İşleri Müsteşarlığı'na atandı. 1952'de Pakistan'ın Birleşmiş Milletler daimi temsilciliğine getirildi. Burada aynı yıl evlendiği Bostonlu bir bayan olan karısı Pola Hamida ile tanıştı. Yine burada eşsiz kitabı The Road To Mecca (Mekkeye Giden Yol, 1954) yi yazmaya başladı. Bu kitap hayatının ilk yarısını; 1926'da Müslüman oluşunu ve "1932 yaz sonunun soğuk günleri sırasında anlamaya başladıkça kalbim sılaya döndü" dediği yılları da kapsıyordu. 

New York'ta geçirdikleri iki yıldan sonra 1955'te Pakistan'a dönene kadar, Esed çifti yoğun seyahatlerini sürdürdü. Fakat çiftin huzursuz ruhları onları ilk önce Fas'a, oradan Portekiz'e ve son olarak da İspanya'ya sürükledi. 1961'de basılan Principles of State and Government in İslam adlı kitabında Esed, bir İslam Devleti'nin esaslarını tartışmaya yer vermeyecek şekilde Kur'an'î emirler ve Peygamberin sözlerine dayandırarak ortaya koymaya çalıştı. Kısaca iki tanımlayıcı kıstas şudur ki, bir İslam Devletinde gerçek egemenlik Allah'ındır ve inananlar devlete ve topluma ait olan tüm meseleleri karşılıklı istişare ile halletmelidirler. Bu çerçevede Esed, İslam Devleti'nin Amerikan Başkanlık sisteminin kurumları ve Anayasa Mahkemesi de dahil, Parlamenter Demokrasi ve Hukuk kurallarının özelliklerini içerebilecek esnekliğe sahip olduğuna işaret ediyordu.

Yazar bu kitapla, zamanımızın en hayati ihtiyaçlarından biri olan; İslam ideolojisinin gayrı-Müslim Batı tarafından daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamayı umuyordu. Bernard Lewis, Daniel Pipes, Steven Emerson ve diğerleri gibi oryantalistlerin, İslam araştırmacılarının, İslam Dünyası ve İslam hakkında çizdiği karamsar, kötümser tabloya bakacak olursak; üniversite çevrelerinin ve medyada yazan 'uzmanların' Esed'in bu kitabını okumalarında büyük yararlar vardır.

"Kuran Mesajı" 1980'de yayınlandı. Esed, meal ve tefsiri iki yılda tamamlamayı planlamıştı; fakat kitap, 17 yılda tamamlanabildi. Esed, "Mesaj"ı "düşünen insanlar"a ithaf etti. Kişinin ilahi metni anlamak için kendi melekelerini kullanmasının önemi Kuran'ın bizzat üstünde durduğu bir gerçek, Esed'in tekrar tekrar vurguladığı bir konuydu. 

Esed şuna inanıyordu ki, içtihat olmadan Müslümanlar, imkansız olmasa da, gerçek İslam'ı yaşamakta zorluk çekeceklerdi ve aslında kendileri geçmişin esiri olan ve modern dünyada İslam'ın dirilişini sağlamak için çok az katkısı olabilecek insanların entelektüel kölesi olacaklardı. Müslümanların büyümesini, insanoğlunun deneyimleri ve zamanın ihtiyaçları mucibince değişip gelişmesini, diğer taraftan da Kuran'a ve peygamberimiz Muhammed(a.s.)ın sünnetine sadık kalmalarını sağlayacak olan tek yol içtihattan geçiyordu. Bu, din alimlerinin önemini inkar etmek demek değildi; Müslümanlar, anlayışlarını geliştirmek için yardım istemeden önce, kendi Allah vergisi melekelerini kullanarak dinlerini en iyi bir şekilde anlamakla mükelleflerdi. Ölümünden birkaç yıl önce yaptığı bir röportajda şöyle diyordu: Her Müslüman şunu söyleyebilmelidir: "Kuran benim için indirilmiştir" 
O, peygamberin şu sözünü sıkça zikrederdi: 
"Eğer kendi reyini kullanır ve yanılırsan Allah yine de seni ödüllendirir; eğer doğruysan iki misli ödüllendirilirsin."

YERİNDELİK VE KALICILIK

1987'de Esed, "This Law of Ours and Other Essays" adlı eserini yayınladı. Bu kitap; Müslümanların dini siyasi düşünüş biçimi üzerine önceden yazdığı ve fakat yayınlamadığı, içinde 'İslam'ın Cevapları', 'Tüm Müslümanlara Çağrı' ve 'Bir Kudüs Vizyonu' başlıklı makalelerden oluşan bir derlemeydi. Aslında bu metinleri eski kağıtların arasından bulup çıkaran ve onların önemini kavrayarak basılması için ısrar eden karısı Pola Hamida'ydı. "İnanıyorum ki okuyucu da benim gibi etkilenecektir." Diyordu, kitap için yazdığı önsözde. "Sadece bu düşünceler ve öngörülerdeki olağan üstü yerindelik ve kalıcılıktan değil, aynı zamanda içerikteki tutarlılığından da."

Muhammed Esed'le mektuplaşma şansına sahip oldum. 1986'da "Mekkeye Giden Yol"u okuduğumda yazarın anlatımından o kadar etkilendim ki; bir şekilde yazarla iletişim kurmaya karar verdim. ( Üzerimde benzer bir etki bırakan bir diğer kitap da Malcom X'in otobiyografisiydi.) Ardından İngiltere'de basılan Arabia dergisinin editörüne bir mektup yazdım. Beni şaşırtacak şekilde Esed çok kısa bir süre sonra İspanya'dan cevap verdi."Dr. Fethi Osman aracılığıyla gönderdiğiniz mektup beni derinden etkiledi. Çalışmama gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Yazdıklarım sizin gibi insanlar içindir." diyordu. Mektubumda, "Mekkeye Giden Yol"da bıraktığı yerden hayat hikayesine devam etmesini umduğumu belirtmiştim. "Uzun zamandır bu konuda ısrar eden eşime anılarımı tamamlayacağıma dair söz verdim" şeklinde cevap verdi. "Bir sonraki çalışmam tam da bu olacaktır ve kuşkusuz bu çalışma Hindistan ve Pakistan'daki yıllarımı da kapsayacaktır. Lütfen bu çalışmayı tamamlayabilmem için Allah'a dua ediniz."

Haberleşmemiz Esed cevap veremeyecek kadar hastalanıncaya değin sürdü.

Esed 1922'de İspanya'da öldükten sonra, Pola Hamida Esed'e yazdım. Bana Mekkeye Giden Yol"un devamının sadece bir bölümünün Muhammed Esed tarafından tamamlandığını, II. Kısmını da kendisinin tamamlayacağını belirtti. Bu çalışmanın adı, "Homecoming of the Heart (Kalbin Yuvaya Dönüşü)" olacaktı. Bu kitap henüz Amerika'da bulunmamaktadır

Muhammed Esed, sıradışı İslam algısı ve İslama yapmış olduğu katkılar bakımından günümüz Müslümanları arasında yalnız kalmaktadır. İngiliz diline olan hakimiyeti, Yahudi tarihi ve toplumu hakkında olduğu kadar; Kitab-ı Mukaddes ve kaynakları üzerindeki bilgisiyle de tarihsel ve evrensel bağlamında İslam'ın özünü aktarmak konusunda Esed, Müslüman ve Müslüman olmayan okuyucularıyla iletişim kurmada diğer yazarlardan daha başarılı olmuştur.

Kelimeler ve kitapların ötesinde Esed, İslam'ın Modern dünyada hayata geçirilmiş bir yapıya kavuştuğunu görmek istedi. İslam Dünyası'nın üzücü durumundan ve tepkisel gündeminden muzdarip olmasına rağmen, rüyalarını gerçekleştirecek bir neslin yetişeceği konusunda iyimserliğini her zaman korudu.

Esed'in Amerikan Müslümanlarının, inançlarını korumada ve Amerikan toplumuna bir denge getirmede barışçıl fakat gayretli bir eylem içerisinde bulunmalarını tasvip ettiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Esed, aşırılığın, bütün biçimlerini reddeder. "ve biz sizin orta yolu tutan bir ümmet olmanızı arzu ettik" ayetini İslam'da "devrim"e değil, sadece "gelişim"e yer olduğunu açıklamak için sıkça zikretmektedir.

Esed, düşünen Müslümanların vicdanıydı. "İçtihat kapısı daima açık kalacaktır. Çünkü kimsenin onu kapatma yetkisi yoktur." İslam'ın Batıdaki gelişmesinin en kritik çağına girdiği şu sıralarda Esed'in vasiyeti, düşünen hiçbir Müslümanın görmezden gelemeyeceği bir aciliyet teşkil etmektedir.




 

 

 

 

 

 




Muhammed Esed'le mektuplaşma şansına sahip oldum. 1986'da "Mekkeye Giden Yol"u okuduğumda yazarın anlatımından o kadar etkilendim ki; bir şekilde yazarla iletişim kurmaya karar verdim. ( Üzerimde benzer bir etki bırakan bir diğer kitap da Malcom X'in otobiyografisiydi.) Ardından İngiltere'de basılan Arabia dergisinin editörüne bir mektup yazdım. Beni şaşırtacak şekilde Esed çok kısa bir süre sonra İspanya'dan cevap verdi."Dr. Fethi Osman aracılığıyla gönderdiğiniz mektup beni derinden etkiledi. Çalışmama gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Yazdıklarım sizin gibi insanlar içindir." diyordu. Mektubumda, "Mekkeye Giden Yol"da bıraktığı yerden hayat hikayesine devam etmesini umduğumu belirtmiştim. "Uzun zamandır bu konuda ısrar eden eşime anılarımı tamamlayacağıma dair söz verdim" şeklinde cevap verdi. "Bir sonraki çalışmam tam da bu olacaktır ve kuşkusuz bu çalışma Hindistan ve Pakistan'daki yıllarımı da kapsayacaktır. Lütfen bu çalışmayı tamamlayabilmem için Allah'a dua ediniz."

 

 

....:::...

 

 

 

Esed, düşünen Müslümanların vicdanıydı. "İçtihat kapısı daima açık kalacaktır. Çünkü kimsenin onu kapatma yetkisi yoktur." İslam'ın Batıdaki gelişmesinin en kritik çağına girdiği şu sıralarda Esed'in vasiyeti, düşünen hiçbir Müslümanın görmezden gelemeyeceği bir aciliyet teşkil etmektedir.

   










ANASAYFA

Patikalar © 2001
Fa
&aL Tasarım