* Zekeriya bin Muhammed El-Kazvini ( 1203-1283m. )
    Süleyman Feyyaz - Anka Yayınları

     KazviniKüçük Zekeriya, günbatımıyla birlikte, dağın eteklerinden eve
dönüyordu. Yanından hiç ayırmadığı Kur'ân, boynuna asılı
torbasındaydı. Diğer çobanlar gibi, onun da, dayandığı bir değne-
ği vardı. Yirmiye yakın küçükbaş hayvandan oluşan sürüsü, sağa
sola sapmadan onu izliyordu.

Eve vardığında, avlu kapısını açan Zekeriya, hayvanların birer
birer ağıla girmelerini bekledi. Hayvancıkların avluya girerken gös-
terdikleri telaş, belki de ağılda kendilerini bekleyen su
teknesine bir an önce kavuşmak içindi. Sabahtan beri otlayan hayvanlar,
ağıla döndüklerinde, iyice susamış oluyorlardı.

Zekeriya, babası ve annesiyle orta halli bir evde yaşıyordu. Av-
lu duvarları, dağdan getirildiği belli olan taşlardan örülmüştü.
Anne baba, akşamları, küçük oğullarının dönüşünü sabırsızlık-
la beklerlerdi. Zekeriya, sürüyü ağıla sokar sokmaz, yanlarına gide-
rek selâm verdi. Pabuçlarını çıkartıp yanlarına oturdu.
Hemen her gün, sabahtan akşama dek dışanda kalmak, Zeke-
riyâ nın tenini iyice esmerleştirmişti. Ama yanaklarında, çocuklara
özgü tatlı bir kırmızılık vardı. Boynundaki torbayı çıkartıp içindeki
Kurân'ı öptü ve odadaki tahta sandığın üzerine koydu. O sırada
annesi, tüm sevecenliğiyle seslendi:
-Sana sıcak bir çorba ve yiyecek bir şeyler hazırlayayım yav-
rum. Camiye daha sonra gidersiniz.
Zekeriya, nazik bir tonda karşılık verdi:
-Henüz acıkmadım anneciğim, önce bugün ezberlediğim âyet-
leri babama okumak istiyorum.
Bu yanıt, babasının hoşuna gitmiş olmalıydı ki, gülümseyerek
şöyle dedi:
-Allah izin verirse, ileride büyük bir hukuk bilgini olacaksın oğ-
lum. Tıpkı burada, Kûfe, Basra, Bağdat ve Medîne'de yaşamış hu-
kukçu dayıların ve amcaların gibi olacaksın. Şimdi, bugün ezberle-
diklerini oku bakalım. Ama kurallara dikkat et!
Henüz on yaşında olan Zekeriya, Enâm Sûresini okumaya
başladı. Bu sûreyi, gündüz hayvan otlatırken ezberlemişti. lyi bir
Kurân hâfızı olan baba, küçük oğlunun okuduklarını ezberinden
kontrol ediyor, Kur'ân'a bakma gereği duymuyordu.
Küçük Zekeriya, o gün ezberlediklerini, tek bir hata bile yap-
madan okumayı başarmıştı. Baba, oğlunun başını okşayarak şöyle
dedi:
-Aferin yavrum! Ne güzel ezberlemişsin! Haydi şimdi camiye
gidelim.

AKŞAM DERSİ
Küçük Zekeriyânın babası Muhammed, Kazvin şehrinin büyük
camilerinden birinde, vâiz olarak görev yapıyordu. Bu cami, bir za-
manların büyük hükümdarı Harûn er-Reşîd tarafından yaptırılmış-
tı. Muhammed, şehrin tanınmış bilginlerinden biriydi.
Küçük Zekeriya, akşam namazını babasının arkasında kıldı.
Cami cemaati çiftçiler, çobanlar, kumaş tüccarları, halı tacirleri ve
kabzımallardan oluşuyordu. Namazın ardından cemaat, vâizin çev-
resinde bir halka oluşturarak oturdu.

Baba Muhammed, o akşam için hazırladığı derse başladı. Der-
sin konusu, göklerin ve yerin yaratılışı ve canlıların özellikleriydi.
Küçük Zekeriya, babasının anlattıklarını dikkatle dinliyor, ara
sıra da cemaate bakıyordu. Cemaatte bulunanların hemen hepsini
tanıyor, mesleklerini biliyordu.

O gece, babasının anlattıkları, Zekeriyi'yı çok etkilemişti. Için-
de yeryüzünü, gökyüzünü ve bu ikisinde yaşayan canlıları öğren-
meye dönük büyük bir merak uyanmıştı.

Akşam dersi sona erince, müezzin, yatsı ezanını okumaya başla-
dı. Ezanın ardından, hep birlikte kalkarak yatsı namazına durdular.
Namaz bittikten sonra, baba oğul, camiden ayrılarak evlerinin
yolunu tuttular.

BÜYÜK DEDE
Aile akşam yemeği için sofraya oturdu. Yemeğin ardından ba-
baları, çocuklarına büyük dedeleri, Hz. Peygamber'in tanınmış
dostlarından Enes bin Mâlik'i anlatmaya başladı.

Enes, Hz. Muhammed'in Mekke'den Medîne'ye göç etmesin-
den yaklaşık on yıl önce doğmuştu. Medîne ye geldiğinde, annesi,
yetiştirmesi için, küçük oğlu Enes'i Peygamber'e teslim etmişti. Bü-
yük dedeleri Enes, Son Peygamber'in evinde büyümüş, gittiği her
yerde onun yanında bulunmuş; indirilen âyetleri ilk öğrenenlerden
biri olmuştu. Medine'deki dost ve yakınlarına yaptığı öğüt ve uya-
rıları ilk işitenlerden biri de yine oydu.

Baba, büyük dedeleri hakkında şöyle bir olay da anlattı:
-İnsanlar onu "Ebû Hamzâ' diye çağırırlardı. Büyük dedeniz
henüz çocuk yaşta bu lakap ile tanınmıştır. Bedir Savaşı'nda, he-
nüz çocuk yaşta olduğu hâlde, Hz. Muhammed, onu da yanında
götürmüştü. Olünceye kadar da, yanından hiç ayırmamıştı.

Muhammed biraz sustuktan sonra konuşmasını sürdürdü:
-Büyük halifeler döneminin son yıllarında yaşanan acı olaylar
sırasında, dedeniz Enes, Emevîlere karşı önce Hz. Aliye, ardından
da Zübeyirin oğlu Abdullah'a destek vermişti. Abdullah'ın yenilme-
sinden sonra, Basra kentine göçmüş, oraya yerleşmişti.

Baba susmuştu. Çocuklar, meraklı bakışlarla ona bakıyor, de-
vam etmesini istiyorlardı. Zekeriya, kendini tutamayarak sordu:
-Sonra.. Sonra ne oldu dedemize? Daha önce büyük dedemiz-
den hiç söz etmemiştin!

Baba Muhammed, kaldığı yerden devam etti:
-Büyük dedeniz seksen iki yaşına basmıştı ki, Vali Haccâc'a
karşı girişilen ayaklanma başladı. Büyük dedeniz, zorba Haccâc'a
karşı ayaklananları destekledi. Ancak ayaklanma sert bir biçimde
bastırılınca, dedeniz de diğerleriyle birlikte tutuklanarak Şam'a
götürüldü. Ama Halife Abdulmelik, onu güzelce ağırladıktan sonra
salıverdi. Basrâ ya döndü ve hayata gözlerini yumuncaya kadar
orada yaşadı.

O gece, babasının anlattıkları, küçük Zekeriyâ nın yaşamında
bir dönüm noktası olmuştu. Yemeğin ardından hemen yatağına uzandı
ve gözünü, pencereden görülen aya dikti. Bir yandan büyük dedesinin
yaşadıklarını anımsıyor, bir yandan da gökyüzünü dolduran yıldızları
seyrediyordu. Bir yandan Kazvin ile Hazar Denizi arasında uzanan
ulu Elburz dağlarını hayâl ediyor; bir yandan da babasının akşam
dersinde anlattıklarını düşünüyordu.

VERİMLİ OTLAKLAR
Zekeriya, ertesi sabah erkenden, küçük sürüsünü yeşil otların
bulunduğu otlağa götürmek üzere, yola çıktı. Annesinin hazırladı-
ğı azığı çıkınına doldurmuştu. Ekmek, zeytin, peynir, kavurma ve
birkaç meyveden oluşan azık, onun öğle yemeği olacaktı. İçinde
Kur'an bulunan torbası da boynundaydı.

Zekeriya, o gün de sürüsünü, bol ot bulunan otlağa götürecek-
ti. Otlağın bir yanında serin gölgeli büyük bir dut ağacı, yakında da
suyu soğuk ve tatlı bir pınar vardı.

Yakındaki dağların hemen hepsinde, buna benzer tatlı su kay-
nakları vardı. Kurşun rengine çalan ufukta asılı gibi duran yırtıcı
kuşlar uçardı. Şahinler, kartallar ve diğerleri... Daha aşağılarda ise
güvercinler ve serçeler uçuşurdu.

Otlağın bulunduğu dağ, Kazvin ile Hazar Denizi arasında uza-
nan sıradağların bir parçasıydı. Küçük Zekeriya, bu dağın doruğu-
na tırmanıp öbür tarafına bakmayı çok isterdi. Geceleri ise hayâl-
lerini, yıldızlarla gezegenler arasında uçabilmek süslerdi.

Yüreği, evrenin gizlerini öğrenme arzusuyla, yanıp tutuşuyordu.

SÖZ!
Zekeriya, iki yıl içinde, Kur'ân'ın tamamını ezberledi. Ardın-
dan, Hz. Muhammed'in, büyük din bilgini Mâlik'in "Muvattâ" adlı
kitabında toplanan hadislerini de ezberledi. Bu dev kitapta
bulunan hadisleri beynine kazıması, yalnızca bir yılını almıştı.

Bir gün babası, onu karşısına oturtarak şöyle dedi:
-Canım yavrum, artık çobanlık işini küçük kardeşine bırakma
zamanı geldi. Bundan sonra, bütün zamanını öğrenmeye ve ken-
dini yetiştirmeye ayıracaksın. Sana öncelikle Kur'ân ve hadis yoru-
mu ile hukuk ve dil bilimlerini öğreteceğim.
Zekeriya hemen atıldı:
-Peki Elburz dağının doruğuna tırmanıp Hazar Denizini seyret-
meme ne zaman izin vereceksin?
-Acele etme oğlum! Her şeyin bir vakti var. İleride şu an hayâl
bile edemediğin yerler göreceksin. Bir gün seninle, o dağı aşıp Ha-
zar kıyısına ineceğiz. Oradan da bir gemiye binip Hazar'ı geçece-
ğiz. O gezide Hazar Denizini ve çevresine kurulmuş birçok liman
kentini göreceksin. Kazvin'de görmediğin birçok yeni şey görecek,
hiç duymadığın dillerle karşılaşacaksın!
Bu sözler Zekeriyâ nın hayâl dünyasında çalkantılara yol açmış,
o günün özlemiyle tutuşmaya başlamıştı. Merakla sordu:
-Bütün bunlar ne zaman olacak babacığım?
-Nasip olursa üç yıl sonra oğlum. Dil ve din bilimlerini iyice öğ-
rendikten sonra...


KAZVİN KENTİ
Kazvin kenti, deniz seviyesinden 500 metre yüksekte geniş bir
ova üzerine kurulmuştu. Elburz Dağları'ndan çıkan irili ufaklı birçok
akarsu, kentten geçerdi. İlkbahar, sonbahar ve kış mevsimlerinde
inen yağmur suları, şehir çevresinde birikerek pirinç ekimine ola-
nak verirdi.

Kazvin'in çevresi ormanlarla kaplıydı. Dağların eteklerinde bu-
lunan verimli otlaklar, her türlü hayvan yetiştirmeye uygundu. Kü-
çükbaş hayvanlardan elde edilen yünler, kentte dokumacılık sana-
tının gelişmesini sağlamıştı. Bunun dışında hayvansal ürünler de
kentin ticaret hayatında önemli bir yer tutardı. Kenti çevreleyen
bağlarda bol miktarda bulunan dut ağaçları, ipek kozacılığının ge-
lişmesini sağlamış ve kentte ipekçiliğin büyümesine neden olmuştu.

Kazvin kentinin yünlü ve ipekli dokumaları, o dönemde her
yerde tutulur; Anadoludan gelen birçok tüccar, bu dokumaların ti-
caretiyle uğraşırdı.

Kent, bugün olduğu gibi, o dönemde de İran toprakları içinde
bulunuyordu. Kazvin, coğrafî olarak Rey şehrinin kuzeybatısına
düşer. Modern Tahran'ın güneybatısında bulunan kent, bugün ha-
yâlet şehir görünümündedir.

Kazvin halkı, hicrî birinci yüzyılda yapılan fetih hareketleri sıra-
sında İslâm dinine girmiş ve şehre yerleşen Arap ailelerinin katkı-
sıyla İslâm kültürü zenginleşmişti. Göçle gelen ailelerin çocukları,
şehrin yerlilerinden sanat öğrenirken, onlar da bu yeni insanlardan
İslâm dininin inceliklerini öğrenmişlerdi.

Babasının söz ettiği üç yıl çabucak geçmiş ve on altı yaşına ba-
san genç Zekeriya, din ve dil bilimlerinde önemli mesafeler almış-
tı. Baba, genç oğluna verdiği sözün bilinciyle, bir gün onu karşısı-
na alarak konuşmaya başladı:
-Oğlum, sana verdiğim sözü yerine getirmenin zamanı geldi.
Bu ilkbaharın başında, birlikte yola çıkacağız. Dağı aşıp Hazar kı-
yısına ineceğiz.

Bunu duyan genç adam, sabırsızlıkla ilkbaharın gelip karların
erimesini beklemeye koyuldu.

HAZAR DENİZİ
Karlar erimiş ve ilkbahar gelmişti. Genç Zekeriya, bir sabah
babası Muhammed'le birlikte, bazı yerlerde 5.600 metre yüksekli-
ğe ulaşan Elburz Dağlari nı aşmak üzere yola çıktı. Uzun bir yolcu-
luğun ardından dağı aşmış, Hazar sahillerine inmeye başlamışlar-
dı. Denizi ilk gördüklerinde Muhammed, genç oğluna dönerek
şöyle dedi:
-İşte oğlum, yıllardır özlemiyle yanıp tutuştuğun o büyük deniz!
Daha doğrusu, dünyanın en büyük gölü! Hazar, dört yanı karayla
çevrili en büyük su parçasıdır. Derinliği bazı yerlerde yirmi sekiz
metreye ulaşır. Çevresinde dilleri ve dinleri farklı birçok topluluk
yaşar.

Hazar'ın tuzluluk oranı en yüksek olan deniz ve alanının da
424.242 kilometre kare olduğunu, doğal olarak söylememişti.
Genç Zekeriya, babasıyla birlikte yük ve yolcu taşıyan bir ge-
miye bindi. Gemi, Hazar Denizi'nin Bakû, Astrakhan gibi limanla-
rı arasında sefer yapıyordu.

Meraklı genç, bu yolculuk sırasında, balıkçıların kurdukları ağ-
ları ve havyar üretiminde en çok yeğlenen balık türlerini gördü.
Ayrıca birçok küçük adayla birlikte, bu büyük denize dökülen dört
büyük nehri, yani Volga, Ural, Kora ve Türk nehirlerini de gördü.
Yolculuk sırasında en fazla yakındığı konu, yüksek ısı ve nem
oranıydı. Geceleri hayli zevkli geçen yolculuk, gündüzleri çekilmez
oluyordu.

Genç Zekeriya'nın bu ilk yolculuğu, sonbaharda, Reşt şehri
üzerinden Kazvine dönnıesiyle son buldu. Dönüş yolunda da do-
rukları karla kaplı Kafkas Dağları'nı görme olanağı bulmuştu.

KARAR
Muhammed, oğluyla birlikte yaptığı bu yolculuğun ardından,
geri dönüşü olmayacak bir karara vardı: Ailesiyle birlikte Kaz-
vin'den ayrılarak Bağdat'a yerleşmek. Çünkü Moğollar Afganistan,
Horasan, Türkistan, Harzem ve Güney İran'ı işgal etmişlerdi. Çok
yakında Hazar Denizini kuşatmaları kaçınılmazdı. Böylelikle Ha-
zar, bir Moğol denizine dönüşecekti. İşgalci Moğolların başkentle-
ri, Orta Asya'da bulunan Karakum şehriydi.
Baba, bu kararını açıkladığı zaman, ilk olarak oğlu Zekeriya
karşı çıktı. Doğup büyüdüğü bu güzel şehirden ayrılmak, genç ada-
mın hoşuna gitmemişti:
-Yola çıktığımızda Moğolların büyük lideri Cengiz Han ölmüş-
tü. Moğol tehlikesi kalmadı ki!
Bilgili ve deneyimli baba, genç oğluna karşılık verdi:
-Oğlum, boş umutlara kapılarak kendini kandırma. Birçok kim-
se de senin gibi düşünüyor. Ama şunu bil ki, Moğollar göçebe bir
topluluktur ve hâlâ çok güçlüler. Çekirge sürüsü gibi, her yeri ku-
şatacak ve her şeyi tüketecekler. Dağınık ve bölünmüş halde yaşa-
yan Müslüman devletler, onların ayakları altında ezilecektir. Azer-
baycan, Cürcan, Anadolu, hattâ Balkanlar bile bu saldırılardan
paylarına düşeni alacaklardır!

BAĞDAT'IN HÜZÜNLÜ YÜZÜ
Genç Zekeriyâ nın ailesi, babalarının kararına uyarak Bağdat'a
göçtü ve Rusafe mahallesine yerleşti. O dönemde Bağdat, çeşitli
uluslardan insanların yaşadığı çok kültürlü ve çok uluslu bir kentti.
Kent nüfusunu oluşturan ulusların başında Araplar, İranlılar, Türk-
ler, Hintliler, Ermeniler, Çerkezler ve Kürtler geliyordu.
Her ulus, doğal olarak kendi dilini konuştuğu için, kentte bir-
den çok dil konuşuluyordu. Bu çeşitliliğe bağlı olarak din ve mez-
hep bakımından da derin farklılıklar vardı. Sünnîler, Şiiler, Hristi-
yanlar ve bunların değişik mezhepleri, şehirde az veya çok sayıda
yaşam sürüyordu. Kent nüfusunun bu karışık yapısı, doğal olarak
sosyal çatışmaları da beraberinde getiriyordu.

Moğol zulmünden kaçanların sığındıkları en büyük merkez
Bağdat'tı. Kentin nüfusu giderek artıyordu. Gelenlerin hemen hep-
si, Abbasî hilafetine sığınarak Moğol zulmünden kurtulmak istiyor-
lardı. Ama dönemin Abbasî halifesi, Selçuklu ve Harzemli sultan-
ların elinde bir oyuncağa dönüşmüştü.

Bilim ve öğrenim yaşamı, bu gelişmelerden uzakta, bütün can-
lılığıyla sürüyordu. Kütüphanelere her gün yeni kitaplar ekleniyor-
du. Ama Bağdat, büyük bilginlerin ve şâirlerin yaşadığı bir kent ol-
maktan çıkmış, yenilikten çok eskinin tekrarıyla avunur olmuştu.
"Bilgi Evi'nin (Beytül-Hikme) kapıları bilim adamlarına ve öğ-
rencilere tamamen açıktı. Genç Zekeriya, aradığı huzuru orada
bulmuştu. Babası, Kazvin'de olduğu gibi, Bağdat'ta da vâizlik yapı-
yordu. Zekeriya ise kendini tamamen bilime vermiş, Bağdat'ta ka-
lan bilim adamlarından ve "Bilgi Evi"nin tozlu raflarını dolduran
kitaplardan yararlanmaya başlamıştı.

TANRI'NIN EVRENİ
Genç Zekeriya, Bağdat'ta "Kazvini" lakabıyla tanındı. Dört İs-
lâm mezhebinin kaynaklarını, temel din bilimlerini inceledikten
sonra, yirmi yaşında yargıç olmaya hak kazandı.
Ama Zekeriya, başka bilimlerin büyüsüne kapılmıştı. Yıldızbi-
lim, bitkibilim, yerbilim, metalbilim ve yaşambilim, bu
bilimlerin başını çekiyordu.

Genç adam, gece gündüz evren üzerinde düşünüyor, yeryüzü-
nün gizlerini ve derinliklerini merak ediyordu. Bütün dağları, ır-
makları, vâdileri ve denizleri, nehirlerin nerelerden doğup
nerelerde denize karıştıklarını görmek istiyordu. Yeryüzünde yaşayan top-
lumları, görmediği canlıları, kuşları, balıkları ve böcekleri incele-
mek istiyordu. Daha da ötesinde uzayın derinliklerini, yıldızları,
gezegenleri ve bulabileceği uzay taşlarını incelemek istiyordu.
Babasıyla baş başa kaldığı bir gün, içini kemiren bu özlemi di-
le getirdi. Anlayışlı babası gülümseyerek şöyle dedi:
-Oğlum, sözünü ettiğin bilimler, bugüne dek birçok bilginin
ulaşmaya çalışıp tam olarak çözemedikleri bilgiler olarak görünü-
yor. Evrende bulunan canlı cansız bütün varlıkların özelliklerini or-
taya koymak, bugüne dek birçok bilginin amacı olmuş; ama hiçbi-
ri bu amacına tam olarak ulaşamamıştır. Sen bütün bunları öğren-
mek istiyorsun. Yanılmıyorum değil mi?
-Evet baba, tam olarak bunu istiyorum!
-Öyleyse yapman gereken iki şey var: İlki, bütün bölgeleri kap-
sayan yolculuklara çıkman; ikincisi de, bu bilimlerle ilgili daha
önce yapılmış araştırmaları bir bir gözden geçirmen.
Doğal olarak bunun da bir şartı var: Evlenip yuva kurma konu-
sunda sabırlı olmak. Çünkü evlilik, belli bir yere bağlanmayı ve bir-
takım sorumluluklar üstlenmeyi gerektirir.
Genç adam, yeryüzünü ve onun gizlerini öğrenmekte kararlıy-
dı. Bu nedenle, evlilik konusunda sabırlı olmaya çoktan hazırdı..

SİYASETTEN UZAK DUR!
Zekeriya, "Bilgi Evi"ndeki araştırmalarına ağırlık verdi. Kütüp-
hanede bulunan yerbilim, coğrafya ve yıldızbilimle ilgili
kaynakları taradı. Bu bilimlerin topluca yer aldıkları hiçbir kaynak kitap
yoktu. İncelediği kitaplar arasında Aristo, Batlamyus ve Aristarkos gi-
bi Grek (yunan) bilginleriyle Birüni, İbn Heysem ve İbn Sînâ gibi Müslüman
bilginlerin kitapları da vardı. İncelediği kitaplarda yer alan
bilgileri, belli başlıklar altında düzenliyor; çelişki ve tutarsızlıklan
olabildiğince gidermeye çalışıyordu. Bu çalışmaları sayesinde, farklı toplum-
ların miras bıraktıkları bilgileri, kendi süzgecinden geçirerek derle-
miş oldu.

Genç bilgin, bu titiz tarama ve inceleme sürecinin ardından yo-
la çıkmaya karar verdi. Okuduklarını bizzat görmek ve kitaplarda
görmediği yerleri görerek öğrenmek amacıyla, uzun bir geziye çık-
mak istiyordu. Çok geçmeden bu kararını babasına ve kardeşleri-
ne de açıkladı. Onu her zaman özendiren babası şöyle dedi:
-Oğlum, gittiğin yerlerde siyasetten uzak dur. Siyaset, bilgine
yakışmaz. Ayrıca kötü bir zamanda yaşıyoruz. Kimsenin can gü-
venliği yok. Bir jurnalcinin iftirasıyla Moğol yöneticilerinden
birinin eline düşebilirsin. Bağdat'a sağ salim dönmek için, bu öğüdümü
kesinlikle unutma!

Genç Zekeriya, yolculuk için gerekli hazırlıkları, ailesinin de
katkılarıyla tamamladı. Yanına aldığı kitaplar arasında, gideceği
bölgeleri anlatan kaynaklar da vardı. Bir sabah ailesi ve dostlarıyla
vedalaşan Zekeriya, uzun zamandır hazırlandığı yolculuğa çıktı.

BAĞDAT'A DÖNÜŞ
Zekeriyâ'nın bilim aşkıyla çıktığı ilk yolculuk, yaklaşık on yıl sür-
müştü. Bu uzun yolculuğu sırasında İran, Horasan, Afganistan,
Orta Asya, Harizm, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan bölge-
lerini gezmişti. Buraların çoğu, Moğol yönetiminde bulunan top-
raklardı. Dönüşte de anavatanı Kazvine uğrayarak çocukluğunda
namaz kıldığı Hârûn er-Reşîd Camisinde namaz kılmış, bir zaman-
lar hayvan otlattığı otlakları dolaşmıştı.

Bağdat'a döndüğünde otuz yaşlarını aşmış olan Zekeriya, bu
gezisinde, daha önce hiç görmediği dağlar, ovalar, nehirler, türlü
türlü insan toplulukları, bitkiler, hayvanlar ve böcekler görmüştü.
Geçmişte hiç bir bilgin, bu kadar değişik türde canlıyı bir arada
görmüş değildi. Genç Zekeriya, gördüklerinin hemen hepsini not
defterlerine kaydetmiş ve insanlığın bilgi hazinesine katkıda bulu-
nacak yeni bilgilerle dönmüştü.
Bu arada, çok sevdiği babası, dünyaya gözlerini yummuş ve
dostlarına, genç oğlunun bir devlet görevine getirilmesi konusun-
da yardımcı olmalarını vasiyet etmişti. Dönüşünden birkaç gün
sonra ziyaretine gelen bir baba dostu, babasının yazmış olduğu
mektubu ona teslim etti. Yaşlı adam oğluna şöyle diyordu:
-Zekeriya, yargı makamında görev almaya bak. Öğrendiğin bil-
gileri de kitap hâline getirerek insanlarla paylaş. Bu bilgiler,
yalnız seçkinlerde kalmasın. Yazdığın her şeyde, Tanrı'yı ve gerçeği gö-
zet oğlum. Yazdıklarının, iyi ya da kötü olarak, senden sonra da
yaşayacağını sakın unutma. Doğruluğundan emin olmadığın hiçbir
şeyi yazma. Zekeriya, babasının öğütlerini asla göz ardı etmedi ve
söylediklerini birer birer yerine getirdi. Bir baba dostunun aracı-
lığıyla Kerbelâ yakınlarındaki Vasıt ve Hılle şehirlerinin yargıcı oldu.
Yargıçlık görevine başladıktan sonra evlendi. Yargıç olarak iyi
bir gelire ve güzel bir eve sahip olmuştu. Görevden artan zaman-
larını bahçesinin bakımıyla geçiriyordu. İlgi ve özeni sayesinde eş-
siz bir bahçesi olmuştu.

BİLGİLER. BİLGİLER...
Genç eşi, kocasının gece gündüz yazdıklarını merak ediyordu.
Bir gün kendini tutamayarak ne yazdığını sordu. Zekeriya bu soru-
yu anlayışla karşılayarak şöyle dedi:
-Benden önce hiç kimsenin yazmadığı bilgilerin bulunacağı bir
kitap yazıyorum karıcığım. Adı da "Tuhaf Yaratıklar, Acayip Var-
lıklar" olacak. Ne zaman biteceğini tam olarak bilmiyorum; ama
bittikten sonra ne kadar yararlı olacağını iyi biliyorum.
Eşi, okuma yazma bilen aydın bir hanımdı. Zekeriya, eşinin
merakını da gidermek için, gündüz yazdıklarını geceleyin ona oku-
maya başladı. Bazen de o okuyor, hanımı yazıyordu. Bu çalışma-
ları kimi zaman gece yarılarına kadar sürüyordu.
Zekeriyâ'nın bu dev eseriyle ilgili çalışmaları, on beş yıl sürmüş,
bu arada Moğollar Gürcistan'ı da işgal etmişlerdi. Anadolu, Selçuk-
lular tarafından fethedilmişti. Aynı dönemde Fransa Kralı IX. Lo-
uis'in Mısır seferi başarısızlıkla sonuçlanmış ve Kral esir düşmüştü.
Mısır'daki Eyyûbî Devleti çökerek Memluklar Devleti kurulmuştu.
Bu arada İlhanlı Devletanin başına Cengiz Han'ın torunu Hüla-
gu geçmişti. Aynı yıllarda Işbiliye kenti, Frenklerin eline düşmüş;
Avrupa kıtasında, Gırnata dışında İslâm toprağı kalmamıştı.

KİTABIN YANKILARI
Kitabın yazımı sona erdiğinde, Zekeriya, elli yaşına basmıştı.
Kitabın asıl metni hattatlara teslim edilince, onlarca hattât bir-
den, kitabı yazmaya başladı. Kitabı eline alanlar, şaşkınlıklarını giz-
leyemiyorlardı. Kitaba gösterilen ilgi, okur yazar kesimiyle sınırlı
kalmamış, halk da kitabın okunduğu meclislere zevkle katılmaya
başlamıştı. Kısaca söylemek gerekirse. Bağdat'ta herkes, şu ya da
bu biçimde, kitapla ilgilenme gereği duymuştu.
Kazvininin dev eseri, yalnız Bağdat sınırları içinde kalmamış;
kopyaları, dönemin bütün önemli merkezlerine de ulaşmıştı. O yıl-
larda, Bağdat dışında, birçok kültür merkezi daha gelişmişti. Kaz-
vinin kitabı, bu yeni merkezlerde de, en az Bağdat'taki kadar
ilgi görmüştü.

HER ŞEY DÖNER
O yıllarda Rey şehrinde oturan büyük gökbilimci ve matema-
tikçi Tusî, Kazvini nin kitabını dikkatle inceliyor ve kitaptaki
konular için özel bir indeks hazırlıyordu.
Kazvini nin kitabı iki ana bölüme ayrılmıştı. Birinci bölümde,
gökyüzü ve uzayla ilgili bilgiler veriliyor, gök cisimlerinin yer
ve zamana göre konumları ele alınıyordu. İkinci bölümde ise, yerkürey-
le ilgili temel bilgiler, yeryüzünün jeolojik yapısı, mineraller,
bitki ve hayvanlar işleniyordu.

Tusi, kitabı incelemeye başladığı ilk andan itibaren, daha önce
belli bir kesimin tekelinde olan bilimlerin, artık bütün insanlar
için de ulaşılabilir kılındığını anlamıştı. Evrenin oluşumu, gök cisimleri-
nin hareketleri, yıldızlar ve gezegenlerin oluşumları, yer katmanla-
rı, yer üzerinde var olan canlı cansız bütün varlıklar gibi bilimsel
gerçekler, sıradan insanların bilgisine sunuluyordu. Kitabın yazı-
mında izlenen anlatım biçimi, bunu fazlasıyla sağlıyordu.
Tûsî, Kazvini'nin bu ilginç kitabını bir günde bitirmiş ve kitabı
kapattığında şu kanıya varmıştı:
Artık bütün insanlar Astrakos, Bîrûnî, İbn Heysem ve İbn Sî-
na nın bildikleri, dünyanın düz değil küresel olduğu gerçeğini öğre-
neceklerdi.

Yerkürenin kendi ekseni üzerinde batıdan doğuya doğru dön-
düğünü de öğreneceklerdi.

Dünya üzerinde yaşayan varlıkların, yerçekimi denen bir güç
sayesinde yere bağlandıklarını da öğreneceklerdi.

Batlamyus'un dediği gibi, evrenin durağan değil, hareketli bir
merkezi olduğunu da öğreneceklerdi.

Gök cisimlerinin konumlarındaki değişimlerin, yerkürenin ha-
reketinden kaynaklanmadığını da öğreneceklerdi.

Kara kesiminin daha çok kuzey yarımkürede yoğunlaşıp güney
yarımkürenin ağırlıkla suyla kaplı olduğunu da öğreneceklerdi.

Gök cisimlerinin kuzey yarımküredeki görünümünün güney ya-
rımküredeki görünümünden farklı olduğunu da öğreneceklerdi.

Ay'ın Dünya çevresinde döndüğü gibi, diğer gezegenlerle bir-
likte Dünyä nın da Güneş'in çevresinde döndüğünü öğrenecek-
lerdi.

Mevsimlerin bu hareket sayesinde oluştuğunu da öğrenecek-
lerdi Dünya gibi, Güneş'in de kendi ekseni üzerinde döndüğünü öğ-
reneceklerdi.

Bütün bu gerçekleri, Kazvîni nin sunduğu kanıtlara ve matema-
tiksel mantığa dayanarak öğreneceklerdi.
Tusi'nin de belirttiği gibi Kazvînî, insanları uzay âleminden alıp
yer âlemine indirmeyi başarmış; bunu da halk hikâyeleri ve Kur'ân
âyetleriyle süsleyerek anlatmıştı.

İnsanlara yerküreyi oluşturan katmanları, sıcaklık derecelerini,
buharlaşmayı ve gazları, mineralleri ve mineral cevherlerini, yerkü-
reyi oluşturan coğrafî sistemleri, dağları, ovaları, çölleri, denizleri
ve gölleri yalın bir dille açıklamıştı.

Bunlar dışında volkanlar, depremler, seller ve fırtınalar gibi do-
ğal afetleri de bilimsel gerçeklere dayanarak anlatmıştı.
Geçen binlerce yıllık süreçte, dünya üzerinde yaşanan değişim-
leri, bitki ve hayvan dokularında gerçekleşen dönüşümleri, yerkü-
reyi kuşatan hava katmanlarını, insan topluluklarını, hayvan ve bö-
cek türlerini halk diliyle anlatmıştı.

Tûsî, Kazvînî'nin yerküreyi oluşturan katmanlar ve bu katman-
larda yer alan mineraller, gazlar ve yeraltı suları hakkında
anlattıklarını dehşete kapılarak okumuştu. Kazvînî altın, gümüş, demir,
kömür, elmas, bakır, cıva, petrol ve gaz gibi yeraltı zenginliklerinin
oluşum süreçlerini de bilimsel, ama sade bir dille anlatıyordu. Bu-
nun dışında, yer katmanlarında bulunan taş, kireç ve kum tabaka-
larıyla bunların oluşum biçimlerini de bir bir açıklamıştı.
Kitabı hayranlık duyarak okuyan Tûsî, hiç vakit geçirmeden
Kazvîni yi kutlayan bir mektup yazmaya koyuldu. Ama Rey'de ya-
zılan bu mektup Bağdat'a hiç bir zaman ulaşmadı. Kim bilir belki
Tûsî, mektubu bitirmeye zaman bulamamış, belki de Moğollara
sunduğu hizmetleri ona engel olmuştu...

YARIM KALAN SEVİNÇ
Kazvîni'nin kitabı, yaşadığı dönem için çok yeni olduğu gibi, bi-
limsel mirası açısından da geçmişlerin bilgilerini aşan bir çalışmay-
dı. Doğuda ve Batıda, geçmiş bilginlerin ulaşamadıkları birçok ger-
çeğe ulaşmayı başarmıştı. Nitekim uzay ve coğrafya dallarıyla uğ-
raşan birçok bilgin, 16. ve 17. yüzyıllara kadar bu kitabı ellerinden
düşürmemişlerdir.

Ancak ne Kazvînî'nin, ne de Irak halkının kitaptan duydukları
sevinç tam olarak yaşanabilmişti. Kitabın çoğaltılmasının üzerin-
den sadece sekiz yıl geçmişti ki, İlhanlı Devletine bağlı Moğol or-
duları, Hülâgu'nun komutasında Bağdat'a doğru ilerlemeye başla-
dılar. Şehri çekirge sürüsü gibi doğudan ve batıdan kuşatan Moğol-
lar, çok geçmeden şehri ele geçirmiş ve aldattıkları Halife Mu`ta-
sım'ı öldürdükleri gibi, ileri gelenlerden bir çoğunu da ortadan kal-
dırmışlardı.

Bağdat'ın düştüğü haberi Vasıt'ta bulunan Kazvîni'ye çabuk
ulaşmıştı. Gelen bilgilere göre, Bağdat'ta öldürülenlerin sayısı yüz
bini aşmaktaydı.

Bilim adamları için değer biçilemeyecek bir hazine olan Bağ-
dat kütüphaneleri yakılmış; kitaplar, Moğol ordusu tarafından Dic-
le üzerinde köprü yapmak için kullanılmıştı.

Kazvini'yi en az bunlar kadar üzen bir diğer olay da, Tûsî gibi
büyük bilginlerin Hülâgu'ya destek olmalarıydı.

Kazvînî için, ailesiyle birlikte Şam'a kaçmaktan başka çıkar yol
kalmamıştı. Şehirde kalması durumunda, devlet memuru olması ne-
deniyle, tutuklanıp öldürülmesi işten değildi.

MOĞOLLAR'IN YENİLGİSİ
Kazvînî, 1258 yılında geniş ailesiyle birlikte Şam'a yerleşti. Ama
Şam'da kimliğini gizlemeyi uygun gördü. Çünkü Moğollar'ın Bağ-
dat'ta durmayıp Şam'a, oradan da Mısır'a yöneleceklerini iyi biliyor-
du.

Şam'da yaşadığı dönemde bütün umudunu Mısır'ı yöneten
Memluklara bağlayan Kazvînî, boş zamanlarını Şam Nehri kıyıların-
da dolaşarak ve bahçesinin bakımıyla uğraşarak geçiriyordu.
Mısır'ı yöneten Kutuz ve Baybars, Moğollar'la yapacakları kaçı-
nılmaz savaş için hazırlık yapıyorlardı.

Çok geçmeden Kazvînî nin söylediği çıktı ve Moğol ordusu
Şam'ı işgal ederek Mısır'ı tehdit etmeye başladı. Mısır yönetimine
yaptıkları teklif, ülkeyi savaşmadan teslim etmeleriydi. Aksi
takdirde işgal edeceklerini söylüyorlardı.

Sultan Kutuz, Moğollar'ın tehditlerine boyun eğmiyor; halkı bü-
yük bir savaş için hazırlanmaya çağırıyordu. Sonunda dev bir or-
duyla, Sînâ üzerinden Şam'a doğru harekete geçti.

İki ordu, Ayn Calut denilen yerde karşılaştılar. Moğol ordusu
burada eşine az rastlanır türden bir yenilgi tattıktan sonra, Şam'dan
Bağdat'a doğru çekilmeye başladı. Bütün İslâm dünyası bu zaferle
sarsılıyordu. Birçok İslâm toprağı Moğol tehdidinden kurtulmuştu.
Kazvinî de rahat bir nefes almıştı. Şam'daki yaşam, onun ka-
dar ailesinin de hoşuna gitmişti. Memluklar, Moğollar gibi, Haçlı-
ları ve eşkıyaları da tamamen yok etmişlerdi.

Bu dönemde yeni kitaplar yazmaya başlayan Kazvîni, "Ülkele-
rin İlginç Yönleri', "Yerkürenin Yapısı" gibi kitapları yazdıktan
sonra, son olarak "Ülkelerin İzleri ve İnsanların Haberleri" adlı
kitabını kaleme almıştı. Son kitabı, bir tür insanlık tarihiydi. Bu kitap
bittiğinde, Kazvînî de yetmişbeş yaşına ayak basmıştı.

1203 yılında Kazvin kentinde dünyaya gelen Zekeriya bin Mu-
hammed Kazvinî, 1283 yılında hayata gözlerini yumdu. Bu ölüm,
yerküreyi ve uzayı çok iyi tanıyan büyük bir bilginin yitirilmesi de-
mekti.

Ortaçağ'da Batunî adında bir bilgin, Kazvîni'nin büyük eserini
özetlemiştir. Modern çağda da Kazvinî ve yapıtları hakkında birçok çalışma
yapılmıştır. Örneğin 1976 yılında Londra'da düzenlenen bir kon-
feransta, "Yerbilimin Gelişiminde İslâm Düşüncesinin Katkıları" ad-
lı bölümde, birçok Müslüman ve Batılı düşünür, onu ve kitaplarını
konu alan konuşmalar yapmışlardır.

Kazvîninin coğrafya ve yerbilime yaptığı katkılardan söz eden
Batılı bilim adamlarına örnek olarak da George Sarton, Crach-
kovsky, Eatonhausen, Carlyle ve Schaht gibi isimleri anabiliriz.
Kazvîninin başyapıtı olan "Tuhaf Yaratıklar, Acayip Varlıklar"
Farsça, Türkçe ve Fransızcâya çevrilmiştir.

Allah Rahmet eylesin. (Amin)
mico_tasarım

Metnin alındığı kitap, Anka yayınlarından temin edilebilir.
Fevzipaşa cad.. No:22/2 Laleli/İstanbul
Tel: 0212 621 83 31    Faks: 0212 621 84 52