Aydınlık Yolun Öncüleri                                              Mehmet Karadaş


İmam Şafii

Doğumu ve Nesebi

İmam Şafii'nin adı Muhammed ibnu İdris'tir. İmamı Azam Ebu Hanife'nin vefat ettiği yıl olan Hicri 150 senesinde Filistin'in Gazze şehrinde dünyaya geldi.

İttifakla rivayet edildiğine göre İmam Şafii'nin babası Kureyş kabilesine mensup olup, Peygamber efendimiz (s.a.s.)'in dedelerinden Haşim'in kardeşi Muttalip oğullarına dayanır.

İmam Şafii'nin annesi Yemenli Ezd kabilesindendir. Oğlunun yetişip olgunlaşmasında onun büyük bir payı vardır.

Gençliği ve Yetişmesi

Kureyşli bir babanın çocuğu olan Şafii, henüz beşikteyken babasını kaybetmiş ve bu yüzden fakir olarak büyümüştür. Filistin'e sığınmış olan bu fakir aile, hayatla mücadelede birçok zorlukla karşılaştı. Annesi onu Mekke'ye götürdü. Bizzat kendisinin anlattığına göre oraya yerleştiklerinde on yaşında olan İmam Şafii fakir ve yetim olarak büyümüştür. İmam Şafii eğitiminde herhangi bir bozukluk olmadığından kendi özünden gelen bir insiyakla yüksek hedeflere yönelmiştir. Fakirliğe rağmen yüksek bir soya mensup oluşu, kendisini insanlara yaklaştırmış, cemiyete karışmasını sağlamış ve böylece içinde yaşadığı ortamın şartlarına intibak etmesine vesile olmuştur.

Şafii'nin ruhunda yüksek işler yapma isteği mevcuttu. Annesi de onu Gazze'den Mekke'ye gönderirken oğlunu bu yola teşvik etmiş ve gerekli sebepleri hazırlamış oluyordu.

İmam Şafii henüz küçük yaşlardayken Gazze'de ilim tahsil etmeye başlamış ve Kur'an-ı Kerim'i hıfzetmişti. Mekke'ye gelince büyük hadis üstatlarından Peygamber efendimizin hadislerini ezberlemeye, diğer taraftan da Arapça'yı düzgün ve mükemmel bir şekilde öğrenmeye başladı. Kırsal kesimlerde korunan fasih Arapça'yı öğrenmek için bir süre çölde Huzeyl kabilesinin arasında yaşadı. On yıl kadar süren çöl hayatında, dil öğreniminin yanı sıra ok atmayı da öğrendi. Kendisi bu konuda şöyle der: "Çöldeyken himmetim iki şeyde toplanmıştı. Okçuluk ve ilim. Ok atmakta o kadar maharet sahibiydim ki, on ok atsam hepsi hedefe isabet ederdi." Bunu söyledikten sonra ilim hususunda bir şey demeden sustu. Yanında bulunan biri: "Vallahi sen ilimde, okçulukta olduğundan çok daha üstünsün"dedi.

İşte İmam Şafii'nin ilk eğitimi böyle olmuştur. Bu, o çağdaki Arap terbiyesinin en mükemmel örneğini arz eder: Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek, hadis, fasih Arapça, binicilik ve atıcılık öğrenmek, şehirde ve çölde yaşayanların adetlerini, ahvalini tanımak.

İmam Malik'in Himayesinde İlim Tahsili

İmam Şafii yirmi yaşlarında bir delikanlı iken, ilim derecesi o kadar ilerlemişti ki fetva verecek ve hadis rivayet edecek bir mertebeye ulaşmıştı. Hatta Müslim ibnu Halid Zenci ona fetva vermesi için izin vererek: "Ya Eba Abdillah, artık fetva ver, senin fetva verme zamanın geldi" dedi.

Onun ilim tahsilindeki gayreti, Mekke'nin surlarını aşmış ve bu şehrin ötelerine doğru uzanmaya başlamıştı. Çünkü ilmin sınırı ve ülkesi yoktur. Bu arada Medine'nin imamı Malik ibnu Enes'in adı Şafii'ye ulaşmıştı. Zira bu imamın adı o derece yayılmıştı ki, gelip gidenler hep onu zikrediyorlardı. Bu durumda Şafii'nin gayreti ondan ilim tahsil etmeye yöneldi ve bu yüzden Medine'ye gitmek istedi. Fakat o Medine'ye İmam Malik'in ilminden habersiz eli boş gitmek istemiyordu. İmam Malik'in ismi her tarafa yayılmış olan el-Muvatta adlı eserini temin edip defalarca okudu. Hatta o kitabı ezberlediği bile söylenir. Bu kitabı okuduktan sonra onun İmam Malik'i görme arzusu daha da arttı.

Şafii Medine'ye gitmeden önce, orada herhangi bir zorlukla karşılaşmamak için Mekke valisinden bir tavsiye mektubu alarak yola koyuldu. Oraya vardığında yanındaki mektupla Medine valisinin yanına girdi. Mektubu valiye verip durumu izah ettikten sonra, valiyle beraber büyük imam Malik ibnu Enes'in evine gittiler. Malik onları kapıda karşıladı. Uzun boyu ve heybetli görünüşüyle vakarlı, muhteşem bir zattı. Vali kendisine mektubu takdim etti. İmam Şafii bundan sonrasını şöyle anlatır: "Mektubu alıp okumaya başladı. "...mektubu getirenin işi şu merkezde, onunla konuş ve gereğini yap" sözlerine gelince mektubu elinden attı ve : "Subhanallah, Resulullah'ın ilmi artık bu vasıtalarla mı alınır oldu?" dedi. Baktım ki vali onunla konuşmaktan korkuyor. Ben ileri atıldım ve : "Allah iyilikten ayırmasın, ben Muttalip ailesinden bir adamım. Maksadım şudur" diyerek hayat hikayemi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı. Onda büyük bir feraset ve sevgi vardı. Bana: "Adın ne?" dedi. "Muhammed" dedim. "Ey Muhammed, Allah'tan kork, günahtan sakın, zira sen yüksek mertebe sahibi bir adam olacaksın. Allah senin kalbine bunu koymuş, onu günahlarla söndürme" dedi. Ve sözünün sonunda: "Yarın buraya gelirsin, seni okutacak olan da gelir" dedi."

Böylece Şafii'nin İmam Malik himayesindeki ilim tahsili başlamış oluyordu. Şafii, Malik'in Muvatta'ını rivayete ehliyet kazandıktan sonra ondan fıkıh almaya, onun fetva verdiği meseleleri öğrenmeye devam etti. 179 senesinde bu büyük imamın ölümüne kadar ondan ders aldı. Şafii o zaman 29 yaşında ömrünün baharında, gençliğinin en olgun döneminde idi. Öyle anlaşılıyor ki Şafii, İmam Malik'ten ilim öğrenmekle beraber, zaman zaman onun derslerine ara veriyor, İslam ülkelerinde seyahatler yapıyordu. Bu seyahatlerinde her zeki yolcu gibi insanların ahvalini, tarihini öğreniyor, içtimai olayları inceleme fırsatını buluyordu. Bu arada Mekke'ye gidiyor, annesini ziyaret ediyor, onun öğütlerini dinliyor, duasını alıyordu. Çünkü o bilgili, anlayışlı, güzel düşünceli, asil bir kadındı. Şafii'nin İmam Malik'in dersine devam etmesi, onun seyahatlerine, şahsi inceleme ve araştırmalarda bulunmasına bir engel teşkil etmiyordu.

Valilikte Görev Alması

İmam Malik ibnu Enes vefat edince, Şafii ilimden yeteri kadarı nasibini aldığı kanaatine vardı. O zamana kadar çok fakir bir hayat sürdü. Kendi geçimini temin edebilmek için bir iş aramaya başladı. Bu sırada Yemen valisi Hicaz'a gelmişti. Kureyş'ten bazıları ondan Şafii'yi beraberinde Yemen'e götürmesi isteğinde bulundular. Vali bu isteği uygun bularak, kendisine bir iş vermek üzere Şafii'yi yanında götürdü. Şafii bu hususta şöyle der: "Annemde bana verecek yol parası bile yoktu. Evi rehin vererek, yol parasını tedarik ettim. Yemen'e varınca vali bana iş verdi. Bu parayı ödemek için çalışmaya başladım."

İmam Şafii'nin dirayeti, bilhassa Yemen valisinin maiyetinde aldığı ve kadılık seviyesinde olan bu görevinde dikkati çekmiştir. Vazifesi Yemen'e bağlı Necran'daydı. Şafii, burada adaleti hakkıyla gerçekleştirmiştir. Her çağda ve her yerde olduğu gibi Necran'da da insanlar, valilere, kadılara, hakimlere yaranmaya çalışıp, onlara yakınlaşmak için yol arıyorlardı. Fakat bu tip insanlar İmam Şafii'den bu konuda gerekli iltifatı göremediler. Şafii bu kapıyı kapatmakla nefsini fesat, şer ve zulümden korumuş oldu. Dolayısıyla uygulanması çok zor görülen adaleti tam olarak gerçekleştirmiş oldu.

Güçlüklerle Karşılaşması

Tıpkı günümüzde olduğu gibi tarihin her döneminde iyi işler yapmaya çalışanlar, adaleti hakkıyla yerine getirenler, fırsatçılara ve zalimlere fırsat tanımayanlar daima zalimlerin ve menfaatperestlerin fiili ve psikolojik işkencelerine maruz kalmışlardır. İmam Şafii söz konusu görevine devam ettiği sıralarda Yemen'e zalim, gaddar bir vali tayin oldu. Bu vali, kendi idaresi altındakilere zulüm yapmaktan çekinmiyordu. Bu durumdan haberdar olup rahatsız olan Şafii, alimlerin elinde keskin bir kılıç olan tenkit vasıtasını çok iyi kullanarak bu valiyi uyarmaya çalıştı. Fakat Şafii'nin bu tavrı valinin onun aleyhine harekete geçmesine yol açtı. Vali ona kin bağlayarak hakkında iftiralar uydurdu. Zira herkes tabiatının gereğini yapar.

Abbasiler, Hz. Ali (r.a.)'nin soyundan gelenlere karşı bir tavır içindeydiler. Bu sebeple herhangi bir valinin Hz. Ali (r.a.) soyundan gelenlere karşı iyi davrandığını tespit ettiklerinde derhal onu ya azlediyor, ya muhakemeye çekiyor, ya da öldürüyorlardı.

Söz konusu zalim vali de Abbasileri bu zayıf noktalarından vurmayı başardı. Şafii'yi Hz. Ali (r.a.) soyundan gelenlerin taraftarı olmakla itham etti. Bu sadece psikolojik bir yıldırmaydı ve her hangi bir fiili duruma dayanmıyordu. Çünkü Şafii'nin Hz. Ali (r.a.) soyundan gelenlere karşı sevgi beslediği herkesçe biliniyordu. Fakat onun bu sevgisi kendisini Şiilik propagandasına ve onların iktidara gelmesi için bir girişimde bulunmaya sevk edecek durumda değildi. Tüm bu gerçeklere rağmen zalim vali, bu konuda ısrar ediyor, Halife Harun Reşid'e mektup göndererek onu Şafii'ye karşı kışkırtıyordu.

Nihayet Şafii eli kelepçeli halde Bağdat'a gönderildi. 34 yaşlarında böyle bir durumla karşı karşıya kalan Şafii apar topar Halife Harun Reşid'in huzuruna çıkarıldı. Ancak güzel savunması ve İmam Muhammed ibnu Şeybani'nin lehinde şahitlik etmesiyle canını kurtardı.

Yeniden İlme Yönelmesi

İmam Şafii, başına gelen bu olay valilikteki görevini bırakıp kendini yeniden ilme verdi. Okudu, okuttu; ders aldı, ders verdi. İnsanlar için fıkıhta ebedi eserini meydana getirdi. Bağdat'ta Muhammed ibnu Hasan'ın evinde konakladı. Onun eserlerini bizzat kendinden okudu. Böylece hem Irak'ın hem de Hicaz'ın fıkhını birleştirmiş ve çağın en büyük fakihlerinden ders almış oldu. Bu sayede, fıkıh ilminin kurallarını tespit edecek kadar yüksek bir mertebeye ulaştı. Bu konuda muvafık ve muhalif herkes onun bu mevkiini tanıdı. Böylece onun ünü her tarafa yayıldı, itibarı yükseldi ve nihayet, hakkıyla imamlık mertebesine ulaştı. Bağdat'ta oturduğu sıralarda Iraklılarla fıkhi münakaşalar yapar ve kendisini İmam Malik'in talebesi sayardı. Muayyen bir metot ortaya koymazdı. İmam Muhammed dışında, yaşça kendisine denk olanlarla tartışırdı. İmam Muhammed'i ise kendisinin hocası olarak görüyor, onunla tartışmaya girmekten çekiniyordu.

İmam Şafii daha sonra Mekke'ye döndü ve Harem-i Şerifte ders vermeye başladı. Hac mevsimi gelince nice büyük alimler onunla görüşür, onu dinlerlerdi. İşte bu esnada Ahmed ibnu Hanbel de onunla görüştü. Artık Şafii'nin şahsiyeti yepyeni bir fıkıhla ortaya çıkmıştı. Bu, ne yalnız Medine ehlinin fıkhı idi, ne de yalnız Irak ehlinin. Belki de her ikisinden de alınmış yeni bir fıkıh ki, kitap ve sünnet ilminin olgunlaştırdığı, Arapça'yı ve insanların ahvalini iyi bilmesinin perçinlediği, kıyas ve re'yin geliştirdiği parlak bir aklın hulasasıdır.

İmam Şafii, Mekke ve Bağdat arasında gidip geliyor, büyük üstatlarından almış olduğu emsalsiz ilimle kendi üstün zekasını kullanarak ortaya koymuş olduğu yeni bir fıkhı insanlara aktarıyor, onları bilgilendirmeye çalışıyordu. Etrafında toplanan cemaat bu büyük ilim deryasını can kulağıyla dinliyor, anlattıklarını benimsiyorlardı. Fakat halk tabakasından bazı kişiler ve görüşler, aşırıya giderek İslam'la çelişen durumlara düşmüşlerdi. Bu yüzden İmam Şafii, görüşlerin birbiriyle çarpıştığı ve boğuştuğu Irak'ın gürültülü hayatından uzak kalmak maksadıyla uzun bir süre Mekke'de oturmayı tercih etti.

İmam Şafii, h. 195 yılında 45 yaşlarındayken yeniden Bağdat'a dönmüştür. Gittiği her yerde görüşlerini yaymaya çalışan İmam Şafii'nin bazı görüşleri üstadı İmam Malik'in görüşleriyle çelişiyordu. Fakat üstadına olan saygısından dolayı onu hiçbir zaman eleştirmiyor, sadece kendi görüşlerini dile getiriyordu. Fakat halk arasında İmam Malik'in itibar ve saygınlığına dayandırılan birtakım bidatlere karşı şiddetle mücadele etmiştir.

Şafii bazı İslam ülkelerinde, İmam Malik'ten kalan eserlerin, eşyaların ve elbiselerin takdis edildiğini duydu. Hatta Müslümanlar arasında öyleleri vardı ki, kendilerine herhangi bir konuda Resulullah şöyle buyurdu denildiğinde, onlar da İmam Malik'in sözleriyle itirazda bulunmaya kalkışıyorlardı. Hatta Endülüs'te halk İmam Malik'in sarığıyla yağmur duası yapıyordu. İmam Şafii ise bütün bu bidatlere şiddetle karşı çıktı. Zira, insanlar imamlar konusunda aşırıya giderek tehlikeli bir yola sapmışlardı. Her şeyden önce isabet etmesi de, hataya düşmesi de mümkün olan bir müçtehidin sözleriyle Peygamberin hadislerine itiraz edilemezdi. Ayrıca ilim adamlarına itibar ve değer kazandıran onların geriye bıraktıkları ilim miraslarıdır. Onların sarıklarının, cübbelerinin takdis edilmesi, ilimlerine değil de kılık kıyafetlerine saygı gösterilmesi çirkin bir bidattır.

Ayrıca İmam Şafii bazı konularda İmam Malik'in görüşlerine muhalefet etmiş ve "Hilafeti Malik" adlı bir kitap yazmıştır. Fakat üstadı Malik'e hürmetinden dolayı bu kitabı meydana çıkarmakta tereddüt etti. Ancak bir yıl aradan sonra Allah'tan hayırlısını dileyerek kitabı açıklayıp yaydı. Kendisine: "Bunu nasıl yaptın?" denildiğinde, o: "Üstadım dostumdur, hak da dostumdur, bunlar birbirleriyle karşılaşınca hakkın dostu olmak daha evladır" dedi.

İmam Şafii bu tenkidi Allah rızası için yaptı. Ancak yine de İmam Malik'i tenkit ona çok ağır geldi. Çünkü o, üstadı idi. Bu tenkit Mısır'da fıkıhçıların şiddetli itirazlarına yol açtı. Zira İmam Malik Mısır'da müçtehitler arasında birinci mertebeyi işgal ederdi. Bu yüzden Malikiler Şafii aleyhinde harekete geçtiler. Onu tenkide başladılar. Hatta validen onu memleketlerinden çıkarmasını istediler. Şafii de yanlış fikirlerle mücadeleye girişti.

Vefatı

İmam Şafii, Mısır'da mayasıl hastalığına yakalandı. Aşırı kan kaybından dolayı 20 Ocak 820'ye rastlayan Hicri 204 yılı Recep ayının son gecesi 54 yaşında vefat etti. Kabri Mısır'da Mukattana dağının eteğindedir.

Ana Sayfa

Bu Sayıda