BURHANEDDİN KAYHAN (1945-2002m)

minik_gul.gif (97 bytes) HAYATI. Gazeteci - Yazar - M. C. Çiftçigüzeli - Fehmi Koru - Ebubekir Sifil - Duran Kömürcü
 
B.KayhanÇerkez Beyi Göç Eyledi
Burhaneddin Kayhan kalp krizinden vefat etti. Daha önce de bir kalp operasyonu geçirmişti. Son yıllarını kalbiyle dayanışmayla geçirdi. Demek buraya kadarmış. Fatih Camii'nden, Edirnekapı Mezarlığı'ndaki kabrine defnedildi. Mekânı cennet olsun, Allahın rahmetine kavuşsun, başta eşi Nermin Hanım'a ve çocuklarına sabır ve sağlık dilerim. "Milletimizin canı sağolsun, başı sağolsun." Sanırım "can kardeşim Burhan" da böyle yakarırdı hayatta olsaydı, bir memleketsever usta'yı kaybetseydi.
Vefat haberini Yeni Şafak'ın Genel Yayın Müdürü Selâhattin Sadıkoğlu ayrıca telefon ederek ikinci defa bir tatlı acıyı yaşattı.
Gazeteciliğimin işsiz günleriydi. Burhaneddin Kayhan Başbakanlık Müşaviriydi. Selâhattin Sadıkoğlu, "Özgür"de Haydar Gür ustanın yanındaydı. İşsiz, parasız ve moralsiz insanın yüzü soğuk olur. İşte böyle bir dönemde üçümüz "Sırdaş Yayınları"nı kurduk (1975). Merhum Mehmet Babayiğit de Sirkeci Büyükpostane karşısındaki ofisinden bize bir masa ayırarak yer verdi. Onu da birlikteliğe kattık. Birbiri ardından 10 kitap yayınladık. İsmail Dayı Bey Yağmur Yayınları'nın Cağaloğlu Yokuşu'nda Nurlu Merkez Han'daki yerini bize devretti atılımımız, yeniliğimiz ve dayanışmamız karşısında. Ağabeylik gösterdi. Zirvedeyken, kazanırken dağıldık. Hep böyle oluyor. Burhaneddin de hükümet düşünce İstanbul'a döndü. Yayınevini tek başına ona devrettik. Kayıhan oldu bu Kafkas Beyi'nin yayınevinin adı. Yani bir Türk Boyu imzası.
Güncel, aktüel eserler de neşretti ama asıl onu kalıcı, ansiklopedik İtibar Yayınları'yla hatırlayacağız. Ama hiç para kazanamadı, şikayet de etmedi. O ekonomik krizli günlerde bile üniversitelerin yayınlayamadığı doktora çalışmalarını neşretti, akademik ünvan almalarında gençlere arka çıktı.
Tanıştığımızda Sultanahmet'teki İktisadi ve Ticari İlimlerde Salih Doğan Pala ile birlikte talebeydi (1965). MTTB'de hukukumuz, dayanışmamız, mutluluğumuz arttı. İsmail Kahraman'dan sonraki 49. dönemde (1969) MTTB'ye kıran kırana, kavgalı, saldırılı bir genel kurulda Komando Mustafa'yı (Ok) Kayseri ve İstanbul'da yendi, genel başkan oldu. Oysa içimizden bazıları da meğer ikili oynarlarmış, kongrede su yüzüne çıktı. MTTB'nin bu güzelliği size cemiyet hayatını erken tanıtmasaydı. Keşke devam etseydi.
MTTB bombalı saldırıya uğradı. Mustafa Bilge şehit oldu. Mescid-i Aksa siyonist saldırıların hedefi haline geldiği yıllarda böylesine şiddetin durması için Burhaneddin en ön safta yürüdü. İnsanımızı ve ülkemizi bölmek için senaryolaştırılan terörist eylemleri hemen gördü, Ankara'yı gençlik lideri olarak uyardı!..
İlk yayınladığı kitap bir ayda iki baskı yaptı. Gençliğe stratejiyi anlatıyordu. Üzerinde durduğu husus ise "iman ve ahlâk"tı. Kayhan'a göre sorunların ana nedeni inançsızlıktı, bilgisizlik ve tembellikti. Fırsatçılığa şiddetle karşıydı. "Dosdoğru"ydu Burhaneddin. Hep dik durdu, onun için de eleştirildi. Yine de yamuklaşmadı. Hep yardım eder oldu. Üniversitelilere burs ve kredi buldu. Fikir işçilerine destek oldu.
Üstad bir gün geldi. Borç istedi. Burhaneddin borç edindi rahmetli Necip Fazıl'a verdi. Daha sonraki görüştüğünde yine ihtiyacı vardı. Üstad'ın, ancak öteki borcunu unutmadığını hatırlattı. Burhaneddin "Yok öyle bir şey, varsa da helâl olsun" deyince Necip Fazıl teşekkür etti ve ekledi "Çok lütüfkârsınız." Burhaneddin'in yüzü kızardı, mahçup oldu.

Siyasi değerlendirmelerini üzülerek anlatıyordu. Türkiye'nin getirildiği noktayı hak etmediğini, daha ilerde olması gerektiğini belirtiyordu. İnsanımızı hantallaştıran eğitim sorununun acil çözümlenmesini öneriyordu. Bunların da çözümlenmeyecek sorunlar olmadığına inanıyordu.
İki yüzlülüklere tahammül edemeyince, hataları yapanın yüzüne vurunca Burhaneddin Kayhan bir yalnız aydındı. İşte bu yüzden de sadece gerçek dostları arıyordu onu. O da buna gönül koyuyordu. Oysa bu metropolitan hayatın bir yansımasıydı. Taşra'da olsa böylesine bilge ve bilgili tavır çok daha erken büyük kentlere yansırdı.

DAYANIŞMAYI SEVERDİ

Burhaneddin Kayhan ebedi istirahgahına, yakınları, sevenleri ve MTTB'ndeki arkadaşlarınca uğurlandı. Cenaze töreninde Abdullah Gül, Kayhan'ın abisi Tahir Kayhan'a taziyelerini bildirdi. Burhaneddin Kayhan'ın toplayıcı bir özelliği vardı. Prof. Şaban Karataş üniversiteye girmesini istiyordu. Bir müddet de Erzurum'da kaldı, bu amaçla. Ayrıldığında bir "akademik havuz" oluşmuş, kırgınlıklar yerini sevgiye bırakmıştı. Sporcuydu. Güreş ve yüzme ustasıydı. Dağ sporu ve yürüyüşler kalp hastası olana kadar favorisiydi.
M. C. Çiftçigüzeli
-------------------------------

Güzel insanlar da ölüyor

Cami avluları son zamanlarda ne kadar soğuk oluyor... Yoksa bizler yaşlanıyoruz da ondan mı?

Bir dostum, "Cenazeler eski dostlara bakarak yaşlandığımızı anlamamızın vesileleri" dedi içini geçirerek... Gerçekten de öyle. Yıllar önce yolları kesişmiş, günlük meşgale dağdağası yüzünden etrafa dağılmış insanlar, ortak dostlarının cenazelerinde buluştuklarında, hem içlerinden birini kaybetmenin hüznünü yaşıyorlar, hem de musalla taşına emanet ettikleri yol arkadaşlarını bir gün kendilerinin de izleyeceğini hatırlıyorlar...

Bizim neslin simge isimlerindendi Burhanettin Kayhan. Türkiye'nin yakın tarihi insaflı bir gözle yazılacak olsa, Milli Türk Talebe Birliği'nin (MTTB) yepyeni bir gençlik yetişmesindeki merkezi konumu o tarihin sayfalarında mutlaka yer alacaktır. Bilenler biliyor: Üniversite yıllarını o çetin 1960 sonlarında yaşayan pek çok genç, Rasim Cinisli ve ardından İsmail Kahraman'la 'şahlanmış' MTTB'yi Burhanettin Kayhan'ın başkanlığı döneminde sevdi.

Gençlik liderleri daha sonra ne yaparlar? Burhanettin Kayhan üniversitede öğretim üyesi olabilirdi, ya da siyasete atılıp Meclis'e girebilirdi... O bunları da denedi, ama yayıncılığı yeğledi. Öğretim üyeliği 1970'lerin ilk yarısında Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde kaldı... 1974 sonrasında hükümet ortağı olan MSP'nin lideri Necmettin Erbakan'a danışmanlık da yaptı... En kalıcı izi ise, kurduğu 'Kayıhan Yayınları'nda çıkardığı eserlerdir...

1977 seçimleri öncesinde, henüz aday tespitleri yapılırken, bir grup MTTB'linin, "Burhanettin Ağabey'i milletvekili görmek istiyoruz" hatırlatması için Ankara'ya gittiklerini biliyorum. Bugün de siyasi hayatın içinde bir parti yetkilisi, "Elbette" demişti, "Hocamızın danışman yaparak değerini herkese ilân ettiği bir kişiyi ihmal eder miyiz hiç?" Listeler açıklandığında ismi yokların en başında Burhanettin Kayhan bulunuyordu. Vaatçi yetkilinin, "Bu seçimde bize en fazla oy getirecek adaylar tespit edeceğiz" sözü kulağımda hâlâ çınlıyor. 1977'de, MSP, bir önceki (1973) seçimde çıkardığının ancak yarısı kadar milletvekilini Meclis'e sokabildi...

Onunla aynı dönemde başbakanlıkta görev yapan bir arkadaşı hatırlattı: Göze girmek için her fırsatı kollayan danışmanlardan olmamıştı Burhanettin Kayhan; tersine, verilen görevden payına düşeni, hiç yüksünmeden, daha birkaç yıl önce onbinlerce gencin lideri olduğunu hissettirmeden yerine getirmişti. Aynı arkadaş, "Boynunu hep dik tuttuğunun tanığıyım" dedi.

Ben de. Siyasete yakın durmak tahammül edilmez duruma geldiğinde, hiç tereddüt etmeden istifayı bastı ve İstanbul'a taşınıverdi.

Merhum Mehmet Babayiğit ve Selahattin Sadıkoğlu'nun da ortak olduğu 'Sırdaş Yayınları' ilk yayıncılık denemesidir. Daha çok güncel kitaplar bastılar. Her biri ayrı sahalarda sivrilen arkadaşları sonradan yayınevini ona bıraktılar; 'Kayıhan Yayınları' bütünüyle onun beğenileri istikametinde istikrarlı bir yayın çizgisi izledi.

Cağaloğlu Yokuşu üzerindeki Nurlu Merkez Han'da iken İstanbul'a her gidişimde mutlaka uğradığım bir yerdi yayınevi. Mütevazı çalışma odası dostların uğrak yeriydi. Bazen paketlemeye kadar her işle kendisinin ilgilendiğini görürdüm. Başkalarının çıkardığı kitapları da yakından izlerdi. Bir ara gazetelerde sürekli yazıları çıktığını, Türkiye'de gençlik hareketleri üzerine bir araştırması ve gençlere öğütler veren bir kitabı olduğunu da hatırlıyorum...

Yayınevi katalogu bütünüyle kendi beğenilerini yansıtır. Yazsa mutlu olacağı konularda önüne gelen yerli-tercüme kitaplar yayınladı. Tefsir, hadis, akaid, İslâm tarihi üzerine çok sayıda eser çıkardı. Yayınladığı son eserlerden birinin "Genç Türkler ve İttihat Terakki" oluşu bir tesadüf değildir; özellikle Osmanlı'nın son dönemi özel ilgi alanıydı. Kafkas halkları ve tarihi de öyle... Sayıları 70'e ulaşmış yayınlarında, en son, 11 Eylül uğursuz eylemlerinin yol açtığı zihniyet dünyasına ışık tutacak olanlar ön plana geçecek görünüyordu.

Son yıllarda görüşmelerimiz seyrekleşmişti. Ankara'da düzenlenen kitap fuarlarına yayınevi olarak katılıyor, ama eskisi gibi kendisi gelmiyordu. Cağaloğlu'ndaydı hâlâ, ama yokuşu her tırmananın uğramadan geçemediği mekânı terk etmişti. Düğünler veya cenazelerde karşılaşır olmuştuk. Sonuncusu iki müşterek dostumuzun evlâtlarının düğünleriydi. Yıllar önce Yeşilyurt'taki evine gidip geç kurduğu aile yuvasındaki huzurdan nasiplenmiştim. Neden insanlar birbirlerini daha sık arayıp sormazlar?

Tevazuu zırh olarak kullanmasını onun kadar bilen insan azdır. Buna karşılık gururu da bir kimliğe dönüştürmüş, müstağni yaşamayı her an göz önünde olmaya yeğlemişti... Paraya-pula önem verdiğini hatırlatan tek bir cümlesi yok aklımda. By-pass ameliyatı geçirdiğini biliyordum; kalp yetersizliğinden de şikâyetçiydi. Yaşı herhalde 60'a yakındı; ama benim gözümde yaşlanmadan ölen nâdir insanlardan biri oldu...

Cami avluları cenaze namazları öncesi soğuk oluyor. Etraftaki kır saçlı tanıdıkların bir zamanlar beraber koştuğumuz delikanlılar olduğunu bugünün gençlerine söylesek inanmazlar... Tıpkı benim, "Burhanettin Kayhan öldü" haberini ilk aldığımda inanmakta zorlandığım gibi.

Ne güzel insandın sen Burhanettin Ağabey...

Fehmi Koru - tkivanc@yenisafak.com
---------------------------

Burhanettin ağabeyin ardından

Bazı ölümler vardır; duyduğumuzda dudaklarımızdan “İnnâ lillâh...” cümlesi dökülür, ama hayatımızı çepeçevre kuşatan “dünyevilik” (yani “gaflet”), öleni de ölümü de hayatımızda herhangi bir iz bırakmasına izin vermeden çabucak unutturur. Ölüm gerçeğini idrakimizde canlı kılan mekanizmadaki temelli arıza, ölenin ve ölümün bize uzak olduğunu fısıldayan “gaflet”in bizi ayartmasına geçit verir.
Ancak benliğimizi güçlü bir sayha olarak sarsan ve şuurumuzdaki bütün zaaflara rağmen büyük bir etkiyle ruhumuzu titreten ölüm haberleri de vardır. Gözlerimiz buğulanır, adımlarımız dolaşır, kulaklarımız çınlar, inanamayız...
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Güncel Meseleler İstişare Toplantısı serisinin ikincisi için ön hazırlık mahiyetinde tertip edilen I. İhtisas Komisyonu Toplantısı esnasında aldım haberini. Vefat edeli 2 gün olmuştu ve o gün uğurlanacaktı. Müzakereci olarak iştirak edeceğim oturumda sunulacak tebliğlerin değerlendirmesiyle uğraşmaktan, birkaç gün gazete ve televizyon haberlerinden uzak kalmıştım. Bu yüzden cenaze namazına iştirak etmek dahi nasip olmadı... Hakkını helal et ağabey desem, ne fayda...
İlk defa 80’li yılların bitimine doğru tanımıştım onu. Yazı hayatına ilk adımım olan bir tercüme çalışmamı neşredecek yayınevi ararken Ali Nar hocam vasıtasıyla tanışmıştık kendisiyle. Alicenap, nazik ve –bana hep tiksinti vermiş olan– “profesyonellik”ten uzak, “güven verici” bir insan girmişti hayatıma...
Sonra dostluğumuz, daha doğrusu aramızdaki ağabey-kardeş ilişkisi kısa bir süre içinde hızla ilerledi. Hatta bir ara –ailevi bir mesele dolayısıyla– Ankara’ya geldiğinde aile olarak da tanışma imkânı kazanmıştık.
Sonra İ’lâu’s-Sünen’in tercümesi macerasına atıldık büyük bir heyecanla. Ardından Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi serisi... Son olarak da Millî Gazete’deki yazıların neşri vardı planımızda. Çok arzu etmesine rağmen hiç birisini tamamlayamadık. O ayrılıp gitti aramızdan ve yapayalnız kaldık...
Ben şahitlik ediyorum ya Rabbi, o güzel bir insan ve iyi bir Müslüman’dı. Eğer bir kıymeti varsa benim şahitliğimi de onu tanıyanların şahitliğine ilhak et ve Efendimiz (s.a.v)’in, iki kişinin şahitliğiyle dahi vacip olacağını haber verdiği ebedi saadete, hem de binlerin, onbinlerin şahitliğiyle nail eyle onu.
Bıraktığı boşluk dolacak gibi değil. İslam davası için talebeliğinden ve MTTB başkanlığı günlerinden itibaren yaptığı hizmetler hep hayırla yad edilecek. İlkeli yayıncılık örneği olarak neşrini gerçekleştirdiği kitapların her biri sadaka-i cariye olarak sevap hanesine işlenip duracak.
Geride bıraktıklarına, başta muhterem hanımefendi ve çocukları olmak üzere bütün yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Ruhun şad, mekânın cennet olsun Burhanettin Kayıhan.

EBUBEKİR SİFİL - esifil@yahoo.com
-------------------------------------------

Dostum Kayıhan’ı uğurlarken


Dün, ağzı bol, ibadetle dolu, mücadelesini Rabbi için yapan, yayınladığı eserlerle ümmete rehber olan, Hakk dostu, has dostum Burhanettin KAYIHAN’ı ahirete yolcu ettik. Son senelerde öyle şeyleri paylaştık ki, anlatmaktan, anlatamamaktan korkarım.
1970’lerden beri tanırım, son on senenin birer ayını Avrupa’da aynı odada geçirdik. Şakadan fazla haz etmediği halde şakalarıma katlanır, bana dönerek:
“Seni kendime uyduramayınca ben sana uydum. Senin başkanın benim, benim şeyhim (büyüğüm) sensin” derdi. Ben de kendisine:
“Benim kıymetimi bil. Ben gidersem sen yalnız kalırsın” derdim. Kendisinden daha yaşlı oluşumu ihsas ederek, şakalaşırdık. Benim gitmem gerekirken o gitti.
Geçenlerde kendisinin de bulunduğu bir arkadaş topluluğunda Almanya’da beraber geçirdiğimiz günlerdeki bir olayı anlattım. Bir tatil günü Türkiye’den gelen içme suyundan alıp odamıza gittik. Burhanettin Bey’in kendi kabından başkasından su içmediğini öğrenmiştim. Yatmamıza yakın suyu kafama dikip, yan gözle onu takip ederken, “Elhamdülillah! Oh be! Memleketimin suyu ne de tatlı” dedim. Hiç belli etmedi. Suyu da bana kaldı. Bunu anlatarak gülüşmüştük. Kahkaha ile değil, tebessümle gülerdi. Hep ciddi idi. Sululuğu sevmezdi. Hâzâ bir beyefendi idi. İlk beraberliğimizde onun tavrından sıkıldım da, kendisine;
“Bak kardeşim; kibarlığınızdan rahatsız oluyorum. Beyefendiliğinizden sıkılıyorum. Odaları ayırıp rahat edelim” deyince, bana;
“Benim yapım bu. Değiştiremem ki. Ben senden memnunum” demişti.
Yaban ellerde birbirimizle geçinmek mecburiyetimiz vardı. Geceleri sivrisinek vızıltısı kadar bile horultu olsa sabaha kadar uyuyamazdı. Ayrıca aynı yolun yolcusu iki ihtiyardık, gençleri anlayamadığımızdan birbirimize daha da muhtaçtık.
Son senelerde, “Bir daha seninle Avrupa’ya gitmem” diye takılırdım. “Kalbin yarım, damarların eksik. Yolda, belde, yaban elde kalırsın da bizi üzersin” derdim. Fuar zamanı olunca da, “Hazır mısın başkanım? Bir ay sonra yine fuar var” diye haberleşirdik.
Kendi aramızda çoğu zaman memleket meseleleri konuşurken, bazen de aile meselelerine girerdik. O oğullarını çok seviyordu. Sevme sebebi de her ikisinin de beş vakit namaz kılmalarıydı. Şikâyet yollu bir sitemi vardı. O da yayıncılığı sevdiremediği idi.
Yayıncılığımızla övünürdük. Kişiliğimize uygun eserler verdiğimize inanırdık. İlmi ve aksiyon eserlerinin satılmamasından şikâyet etsek de, geçiş döneminin aracıları olduğumuzun bilincinde idik. Burada kazanamasak da ahirette karşılığını alırız diye konuşurduk. Yeni bastığı kitabın belki de ilkini bana getirirdi, zarif bir paket içerisinde ve “Şeyhim, yeni bir kitap çıkardım. Tenkitlerini beklerim” diyerek verirdi.
Kişiliğine sahip çıkan, İslâmi kimliğine söz getirmeyen, sözünün arkasında olan, haksızlığa tahammülsüz, doğru söylemekten çekinmeyen bir yapıdaydı.
Kendisine hayran olduğum bir özelliği var ki, tarif edilemez.
Her hal ve şartta cemaate giderdi. Namaz vakitleri gelince kurulu saat gibi idi. Beş-on dakika önce camide olurdu. Cami yoksa, “Hadi şeyhim, namaz oldu” diyerek cemaatle namazı kılardık. Kurulu saat dedim ya, Allah’ın emrinde kurulu saat gibiydi. Ne kadar yorgun olursa olsun zamanı gelince kalkar, kimseyi rahatsız etmeden sessizce beni kaldırırdı. Duha ve Evvabin namazlarına müdvimdi. Her an Allah ve Rasûlü ile beraberdi. Dünyada iken iyi bir mü’min, iyi bir mücahit, iyi bir kul olduğuna ben şahidim. Ahirette de şahitlik edeceğim.
1970 yıllarında Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı yaptığı sırada inançlı bir gençlik yetiştirmede tuzu olan, Allah ve Rasûlü için var olan, küçük yaştan beri namazını geçirmeyen, koca başkan;
Şimdi maşukuna kavuştun. Bizden yana hakkımız helâl olsun. Hesabın kolay, ruhun şâd, Allah’ın rahmeti seninle olsun. Bizim vazifemiz de ruhuna bir Fatiha okumak olsun.

Duran Kömürcü - dkomurcu@vakit.com.tr

Allah rahmet eylesin. (Amin)

minik_gul mico_minik_by.gif (906 bytes) minik_gul