Ali Ulvi KURUCU Ali Ulvi KURUCU (1920-2002)

Geçti dost kervanı.
M.Özcan - Yeni Asya
‘‘Eski güzel adamlar, atlarına binip gittiler’ diye bir ifade vardır. Aynen öyle. Peygamber şehrinin sakini ve mücaviri (selâtu selâm sahibine olsun) aramızdan çekildi gitti. Ve dün sabahleyin Kanal 7’nin haberlerinde, büyüğümüz Ali Ulvi Kurucu’nun vefat ettiği haberini öğrendim. Merhum, 83 yaşındaymış. Vefat haberini aldıktan sonra nedense dudaklarımda gayri ihtiyari, ‘Geçti dost kervanı. Eyleme beni...” şarkısı belirdi...
Ali Ulvi Kurucu peygamber şehrinin ve ocağının gülüydü. Şimdilik bu dünyadan gider oldu. Soldu gitti, öbür dünyada yeniden açacak. Gazetelere de aksettiği gibi, daima gençleri gördüğünde tefeül eder ve ‘Sizler gerçekleşen rüyalarım, kabul gören dualarımsınız’ derdi. Bütün ümidi ve arzusu yeniden İslâmın şahlanışını, yükselişini görmekten ibaretti. Adeta buna susamıştı. Bundan dolayı gençler ona aşk ve şevk ilham ediyordu. Rüyası yeniden, itila ve yükseliş devrine şahit olmaktı. Zira, kaht-ı rical günlerinden geliyordu. Hep tarihin eğik istikameti sürüp gitsin istemiyordu. Bundan dolayı, kendisini ahirzaman gençliğine adamıştı. Büyüklerin dostuydu. Merhum, Mehmet Akif’in dizelerini ve Safahat’ını ezbere bildiği söylenir.
Kendisinde, şiire ve güzel sözlere dair bir merak olduğu açıktı. Veciz mukaddimesinden dolayı Tarihçe-i Hayat’la ve Risalelerle birlikte anılırdı. O Risale-i Nurların ‘ Medine’li mühim bir âlimi’ idi. Filhakika öyleydi de. Medine’nin sadece âlimi değil, aynı zamanda arifiydi. Onun için gönüllere taht kurdu. Ramazan’da son senelerde iyi ki ekranlarımıza konuk oldu. Oradan kutlu sesini ve nefesini dinlemek nasip oldu. Merhum Ali Ulvi Bey’le yollarımız sık sık kesişti. O bizim eski Ezherli kuşağın son halkalarından, temsilcilerinden ve numunelerinden birisiydi. Vefatına tarih düşemediğim Malatyalı İbrahim Hakkı Şengüler de bunlardan birisiydi. Şimdi, umarız ki onunla ilgili de, taksiratımızı telâfi etmiş oluruz. Ali Ulvi Bey’le, kâh Medine’de kâh doğum yeri Konya’da kâh yazları kaldığı İstanbul’da karşılaşmak, buluşmak ve görüşmek nasiboldu. Muhtelif yerlerde biraraya geldik.
***
Ali Ulvi Bey ve ailesiyle muarefe ve muhabbetimiz sadece zatıyla sınırlı değildi. Merhum’un biricik damadı olan Hayreddin Bulut da bizim Almanya’dan; Kiel’den dostumuzdu. Galiba onu Yalovalı müşterek dostumuz İrfan Evcin’in talebe meskeninde ve hanesinde tanıma imkânı buldum. Kastamonu taraflarından idi. Yanlış hatırlamıyorsam, Şevket Eygi yurtdışına çıktığı sırada bir süre Bugün gazetesinin idarehanesini devralmış. Sonra Almanya’da ihtisas yapmaya gitmiş. Kaderde oralarda tanışmak da varmış.
Herkes annesinden yetim, babasından öksüz kalır. Hayreddin Bulut da çoksevdiği kayınpederinden öksüz ve yetim kalmıştır. Almanya ve Medine hatıratlarında kayınpederinden öyle sitayişle bahseder ki, bu muhabbet anne babasını bile kıskandırabilir! Hayreddin Bulut çifte muhabbetten olayı (Medine ve kayınpeder) sonunda Medine’ye yerleşmişti. ‘Muhabbet Muhammet’ten (asm.) hasıl’ dedikleri gibi, muhabbetin ortak bağı ve kaynağı Medine-i Münevvere idi. Muhabbetin bağrı, onları orada birleştirdi. Mevlânâ muhabbet için Konya’ya gelmiş, yerleşmişti. Şems’le burada muhabbete garkoldu. Ali Ulvi Kurucu ve Hayrettin Bulut’un muhabbetleri de Peygamber Şehrinde yoğruldu.
Merhum Ali Ulvi Kurucu, Peygamber Şehrinin Türk toplumunun önderlerinden birisiydi. Medine denilince o, o denilince Medine akla gelirdi. Ortak adreslerden birisiydi. Herkesin bir şekilde ayağı oraya düşerdi. Arif Hikmet Bey’in kütüphanesinde müdürken Medineli Türkler haberleşmelerini ve mektuplaşmalarını o adres üzerinden yaparlardı. Yazışma adresi orasıydı. mektuplar oradan dağılırdı hanelere ve çevreye. Müfessir saatçı Konyalı Osman Efendinin, Erzurumlu hattat Mustafa Necati Erzurumi’nin geriye bıraktığı bir yekta ve yadigâr idi. Zaten ilk tanışmamız, daha doğrusu onun tane tane konuşmasını ve bal gibi sohbetlerini ilk idrak ettiğim yer, Mustafa Necati Erzurumi’nin şimdi genişletme çalışmaları çerçevesinde yok olan Babu’l Mecidi’deki küçük dükkânının arkasındaki misafir odasıydı. Burası her sınıftan ve meşrepten Türklerin buluşma noktasıydı.
Mustafa Necati Hoca müzmin bir muhalifdi. Onu muhalefeti Türkiye’den Arabistan’a sürmüştü. Arabistan’da da muhalif kalmıştı. İbni Teymiyye ve İbni’l Kayyım’ın tarihötesinden yaman hasımları arasındaydı. Hiç onlara dost olmadı. Ayartabildiği idealist talebelerini de Şam’a yolluyordu. Onlardan birisi olan Denizlili Mustafa ile yollarımız Şam’da kesişmişti. Ama Mustafa zorluklar arasında idealizmini kaybetmiş ve Mustafa Hoca’nın istediği bir nefer olamamıştı (belki de şimdi olmuştur). Medine’de hattat Mustafa Necati Erzurumi’nin misafirhanesinden beri (1979) kendilerini çeşitli vesilelerle dinledim. İçinde hep kor gibi bir hasret vardı. İslamın payidar olmasını arzuluyordu. Dünyanın yeniden esenlik yurdu olmasını düşlüyor ve gözlüyordu. Hep muştuların sözcüsü ve habercisi oldu. Ali Ulvi Bey arifmeşrep kişiliğiyle adeta bir pamukdedeyi çağrıştırıyordu. Fikrin katılığının yerine, gönlün yumuşaklığı vardı onda.
***
Çoktandır Ertuğrul Düzdağ Bey hatıratını derliyor, tanzim ediyor ve neşre hazırlıyordu. Son halini bilemiyorum. Bizi köklerimize bağlayan, Ali Ulvi Bey ve nesli ve akranları mutlaka bilinmelidir.
Tarihin istikamet ve makas değiştirdiği kilit noktalarda onu da görüyoruz. Çok kez dönüm ve akış noktalarında tarihin kahramanlarıyla yanyana düştüğünü görüyoruz.
Sözgelimi, Şeyhü’l-İslâm Mustafa Sabri’nin sohbetlerine katılmış ve onun mahrem sırlarına ve düşüncelerine muttali olmuştur. İhsan Efendi gibi Ezherlilerin yar-ı garı olmuş ve bu sohbetlerle olgunlaşmış. Ve onlardan menkul hatıratın, canlı kaynağı olmuştur. Mehmet Akif Ersoy tarzı destan ve melheme şairliğine özenerek, içindeki birikmiş kor halindeki iman lavlarını Gümüş Tül ve Alevler adlı eserine boşaltmıştır. Meşalesi hâlâ orada sönmeden yanar. Mücessem bir hamiyet timsali idi. Cakarta’dan Tanca’ya; İslâm dünyasının dertleriyle hemdert olurdu. Merhumla karşılaştığımız sıralarda, galiba kalıbımdan dolayı hep bana ‘pehlivan’ diye iltifat ederdi. Eski bir atasporu ve kültürü olduğundan eskiler pehlivanları severlerdi. Ve ‘pehlivan’ bir iltifat ifadesiydi.
Allah merhuma rahmet, kalanlara da sabr-ı cemil ihsan etsin...!

mico_minik_by.gif (906 bytes)