* Abdulmecid Nursi (Ünlükul) ( 1884 - 1967m. )
      Risale-i Nur enstitüsü

Bediüzzaman'ın kardeşi, İşaratü'l-İ'caz ve Mesnevi-i Nuriye'yi Arapça'dan Türkçe'ye çeviren mütercim (tercüman).

Abdülmecid, 1884 yılında Bitlis'in Hizan Kazasının İsparit nahiyesine bağlı Nurs köyünde doğdu. İlk eğitimini burada aldı. Nurs köyünden sonra Arvas'ta eğitimine devam etti. Buradan ayrıldıktan sonra (1900) Van'a gitti. Van'da kaldığı on dört yıl, eğitim sürecinde ayrı bir öneme sahiptir. Buradaki Horhor Medresesinde ağabeyinin nezaretinde iki yüzü aşkın talebe ile birlikte eğitimine devam etti. Özellikle Arap Dili ve Edebiyatı dalında çok büyük bir aşama katetti. Nitekim bu sebepten dolayıdır ki, Bediüzzaman İşaratü'l-İ'caz ve Mesnevi-i Nuriye eserlerinin Arapça'dan tercüme edilmesi işini ona vermiştir.

Abdülmecid, Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve Ruslardan cesaret alan Ermenilerin saldırıları üzerine Bediüzzaman'ın idaresinde savaşa katıldı. Bu savaşta Bediüzzaman Hazretleri yaralı olarak Ruslara esir düşerken, yeğeni Ubeyd şehit oldu. Bilindiği gibi Van ve çevresi Rusların eline geçti. Şehir harabe haline geldiği gibi uzun süre eğitim gördükleri medreseleri de bu tahribattan nasibini aldı. Abdülmecid, Rusların hücumundan ve istilasından kurtulan bazı akrabaları ile birlikte Van'dan ayrılarak Diyarbakır üzerinden Şam'a gitti. Üç yıl burada kaldıktan sonra 1917 yılında Diyarbakır'a geri döndü.

Abdülmecid Diyarbakır'da bulunan Askeri Rüştiyede (lisede) Arapça öğretmenliğini yaptı. Ancak bir süre sonra bu okulun kapanarak Erkek Sanat Enstitüsüne dönüştürülmesinden sonra buradan da ayrıldı ve tekrar (1920) Van'a döndü. Van'da da öğretmenliğe devam etti. Bu kez yedi yıl burada kaldı (1920-27). Şeyh Said hadisesi ile başlayan ve Bediüzzaman'ın sürgün edilmesiyle neticelenen süreçten kendisi de nasibini aldı. Öğretmenlik görevinden alınınca Van'dan Ergani'ye geçti. Ergani'de bir manifatura dükkanı açarak hayatını devam ettirdi. Bazen Camide fıkhi (islam hukuku) konuların ağırlıklı olduğu vaazlar verdi. 1936 yılına kadar Ergani'de yaşadıktan sonra çocuklarının eğitimi sebebiyle Malatya'ya göç etti. Burada Cumhuriyet Çarşısında (Eski adı Kürtler Çarşısı) manifaturacılık yaptı. Örnek bir ticari ahlaka sahip olması kısa zamanda çevresinin dikkatini çekti. Siftah ettikten sonra gelen müşterilerini henüz siftah yapmamış komşu esnafa göndermek suretiyle ticari ahlaka katkıda bulundu. Bu davranışı çoğu kez tekrarladı. Hiçbir komşusunu incitmemesi, sempatik oluşu ve sürekli bir şekilde sohbetlerinde imani konulara ağırlık vermesi, etrafındaki sevgi çemberinin giderek büyümesine sebep oldu. Malatya'da dört yıl kaldıktan sonra Ürgüp'e müftü olarak tayin edildi (1940).

Ürgüp'te on iki yıl müftülük yaptı. Burada acı-tatlı çok sayıda hadiseye tanık oldu. Bediüzzaman'ın kendisine tevdi ettiği (emanet ettiği) eserlerinden İşaratü'l-İ'caz ile Mesnevi-i Nuriye'yi Arapça'dan Türkçe'ye tercüme etti. Bu eserlerden talebelerine dersler okuttu. Diğer taraftan hayatında çok büyük iz bırakan evlat acısını burada tattı. Üniversitede okuyan ve gelmesini dört gözle beklediği oğlu Fuat'ın vefat haberini burada aldı. Oysaki, köprü mevkiinde, Ankara'dan gelen kamyonlardan birinden oğlunun inmesini bekliyordu. Postayla ölüm haberini aldı. Oğlunun adına kaleme aldığı ve "Fuadiye" adını verdiği eserinde acısını şöyle kaleme dökmüştür:

Ey mezarcı! Göm beni de şu Fuad'ın kabrine
Firkatın (ayrılığın) dayanmaz vallahi asla kahrine.
Katılsın zerratımız, alem-i berzahta keza,
Sarılsın birbiriyle ruhlar, ilayevmi'l-ceza (ceza gününe).
Ey mezarcı! Cebeci'de bana da kaz bir mezar,
Olalım ünlü Fuad'ın komşusu leyl ü nehar (gece ve gündüz).

Abdülmecid'in acılarla dolu hayatı neredeyse vefatına kadar devam etti. Yıllarda ağabeyi Bediüzzaman ile görüşemedi. Oğlu vefat etti. Yine çok sevdiği yeğeni Abdurrahman'ın vefatı, diğer taraftan görevden alınmalar sıkıntılarını arttırdı. Bediüzzaman, kardeşinin yaşadığı sıkıntılı halet-i ruhiyeyi (ruh halini) şu şekilde kaydetmiştir:

"Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem (yeğenim) Abdurrahman'ın (rahmetullahi aleyh) vefatı üzerine ve daha sair elîm ahvâlât (acı veren haller) içinde bir perişaniyet hissetmişti. Hem, elimden gelmeyen mânevî himmet ve medet (yardım) bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum (haberleşmiyordum) . Birden bire, mühim birkaç Söz'ü ona gönderdim. O da mütalâa ettikten (inceledikten) sonra yazıyor ki:

'Elhamdülillâh, kurtuldum. Çıldıracaktım. Bu Sözler'in her biri birer mürşid hükmüne geçti. Çendan (gerçi) bir mürşidden ayrıldım, fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum' diye yazıyordu. Ben baktım ki, hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip, o eski vaziyetlerinden kurtulmuş." (Mektubat, s. 342)

Abdülmecid, on iki yıl boyunca sürdürdüğü müftülük görevinden alınınca Ürgüp'ten ayrılmak istedi. Ancak, sevenleri bir süre daha yanlarında kalması için ısrar ettiler. Talebelerinin ve Ürgüplülerin ısrarı üzerine üç yıl daha burada kaldı. Gerek müftülüğü sırasında ve gerekse görevden alındıktan sonra iman hizmetini devam ettirdi. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Her fırsatta imani konularda çevresinde bulunanları aydınlatmaya gayret sarf etti. Mantık adlı eseri yazdığı gibi, Haleb-i Sağir ve Kaside-i Bürde şerhini de kaleme aldı. Talebelerinden biri olan ve uzun süre vaizlik ve müftülük görevlerinde bulunan Mustafa Yıldız, hocası için şunları söylemektedir:

"... Hocamız Abdülmecid Nursî'nin çabalarıyla açılan Kur'an Kursu'nda talebe idim. Malumat-ı diniye (dini bilgiler) derslerine geliyordu. Çok istifade ediyorduk. Beşeri (insani) münasebetleri fevkaledeydi. Herkesle görüşür, konuşur ve irtibat kurarlardı. Ben müftü iken herkesle (özellikle devlet memurlarıyla) irtibat kuramıyordum. O ise herkesle irtibat kurmuş ve kendini sevdirmişti." (Halil Uslu, Bediüzzaman'ın Kardeşi Abdülmecid Nursî, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1998, s. 62-63).

Abdülmecid, on beş yıl Ürgüp'te kaldıktan sonra 1955 yılında Konya'ya gitti. Buraya gelmesinin sebeplerinden bir tanesi kızının Konya Kız Öğretmen Okuluna başlamasıdır. Buraya geldikten sonra büyük hasretini gidermek maksadıyla Isparta'ya giderek çok uzun zamandan beri ayrı düştüğü Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret edip, hasret giderdi. Bu ziyaret Bediüzzaman Hazretlerini de son derece sevindirdi.

Abdülmecid, Konya'ya geldikten bir süre sonra, Konya İmam Hatip Okulu Koruma Derneği idarecilerinin ve bazı hocaların daveti üzerine tekrar öğretmenliğe başladı. Bu sırada 74 yaşında olmasına rağmen okula yaya olarak gidip geldi. Kendisi için bir araba tutmayı teklif etmelerine rağmen kabul etmedi. Derslerine aralıksız devam etti. Öğrencilerinin yorulmaması için oturarak ders vermelerini rica etmeleri üzerine; "Bu, helaket ve felaket asrında iman, Kur'an dersi almaya gelen, malumat-ı diniyeyi öğrenmeye koşan sizin gibi gençlerin karşısında oturarak ders vermekten hicap duyuyorum (utanıyorum) ve bu hareketimle huzur duymaktayım. Ben vücudumun değil, ruhumun rahat etmesini temine çalışıyorum" şeklinde karşılık verir.

Konya İmam Hatip Okulu meslek dersleri öğretmenlerinden Mehmet Fatih Göktay, Abdülmecid için; "Bütün öğretmen ve talebelerle çok iyi geçinirdi. Bir hayli yaşlı olmalarına rağmen gayet dinç idiler. Temizliğe çok dikkat ederlerdi. Sakal bırakmadıkları için her gün traşlı olarak okula gelirlerdi. Hassas bir insandı. Gönül yıkan değil, gönül yapandı" (Uslu, age., s. 77) ifadelerine yer vermektedir. Ders işleme tarzı ile ilgili olarak da talebelerinden Süleyman Uğur: "Derste soru sorulmasını ve itiraz edilmesini pek severdi. Sual sorun, itiraz edin, cevap vereyim ki, takrir (yerleştirme), takrib (yolunu bulma) tamam olsun" dediğini nakletmektedir.

Öğretmenlik görevini sürdürmeye devam ederken sebepsiz yere tekrar görevden alındı. Konya'ya yaşadığı acı olaylardan bir tanesi de, Bediüzzaman'ın Konya'ya gelmesine rağmen kendisiyle görüşmesine izin verilmemesidir. Bediüzzaman, vefatından önce bir kez daha Konya'ya geldiyse de bu sefer de uzun süre görüşmeleri mümkün olmadı. Zaten bu görüşme veda görüşmesi olup, evin önünde gerçekleşti. Bediüzzaman, arabadan inmeden kapının önünde kardeşiyle vedalaştı ve Urfa'ya doğru yola çıkacağını söyledi.

Abdülmecid'i en çok sarsan olayların başında kuşkusuz, Bediüzzaman'ın ebedi istirahatgahında bile rahat bırakılmaması gelir. Vefatından birkaç ay geçtikten sonra, kendisine zorla imzalattırılan bir yazıya dayanılarak Bediüzzaman'ın kabri açıldı ve naaşı bir gece Urfa'daki mezarından alındı. Abdülmecid'in, gözleri bağlı bir şekilde içinde bulunduğu bir uçakla taşınan naaş, bilinmeyen bir yere götürülerek defnedildi. Bediüzzaman'ı hayatta iken rahat bırakmayanlar, vefatından sonra da rahat bırakmamışlardı.

Abdülmecid, 1967 yılı geldiğinde herkes ile vedalaşmaya başladı. Ona göre ölüm vakti gelmişti. Çünkü, Bediüzzaman son buluşmalarında kardeşine, kendisinden yedi yıl sonra öleceğini söylemişti. Abdülmecid, Bediüzzaman'ın her söylediğinin gerçekleştiğini müşahade edenlerden biri idi ve buna bütün kalbi ile inanıyordu. Nitekim de öyle oldu. 11 Haziran 1967 Cuma günü vefat etti. Kaderin garip bir cilvesidir ki, oğlu Fuat da 23 yıl evvel 9 Haziran 1944 Cuma günü vefat etmişti.

Risâle-i Nur'a gönülden bağlı olan Abdülmecid, Mesnevi-i Nuriye'yi Arapça'dan Türkçe'ye çevirdikten sonraki duygularını "İtizar" başlığı altında şu cümlelerle ifade etmiştir: "Risâle-i Nur Külliyatı'ndan el-Mesneviyyü'l-Arabî ile muanven (ünvanlı) büyük Üstad'ın cihanbaha (pek kıymettar)  şu eserini de Allah'ın avn ve inayetiyle (yardımı) Arabîden Türkçe'ye çevirmeye muvaffak olmakla kendimi bahtiyar addediyorum. Yalnız, aslındaki ulviyet, kuvvet ve cezaleti tercümede muhafaza edemedim. Evet, o cevher-baha hakikatlere zarf olacak ne bir harf ve ne bir lâfız bulamadım. Tercüme lisanı da fikrim gibi nâkıs (noksan) ve kasır (yetersiz) olduğundan, o azîm imanî ve cesîm (büyük) Kur'ânî hakikatlere ancak böyle dar ve kısa bir kisveyi (giysiyi) tedarik edebildim. Ne hakkın ve ne hakikatin hatırı kalmış. Fabrika-i dimağiyemin (düşünce dünyamın) bozukluğundan, bu kadarını da, müellif-i muhterem Bediüzzaman'ın mânevî yardımlarıyla dokuyabildim.

"Evet, bir tavuk, kendi uçuşuyla şahinin veya kartalın uçuşlarını taklit ve tercüme edemez. Bu, hakikaten aslına uygun ve lâyık bir tercüme değildir-Pek kısa bir meal, bazan da tayyedilmiş, tercüme edememiş. Çok yerlerde yalnız mealini aldım. Bazı yerlerde de tayyettim (atladım) . Ancak bu, aslındaki hakaiki (hakikatleri) evlâd-ı vatana (vatan evlatlarına) gösteren küçük bir aynadır." (Mesnevi-i Nuriye, s. 9)


mico_tasarım