* Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah ( 1935-2010m. )
     islamidavet.com - 2010
    
Seyyid Muhammed Hüseyin FadlullahTAKDİM
Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah, Irak’ın Necef şehrinde 16 Kasım 1935 yılında(Hicri 1354) dünyaya geldi. İlk eğitimini alim olan babası Seyyid Aldürrauf Fadlullah’tan aldı.

Seyyid Aldülrauf Fadlullah hicri 1325 yılında Necef’te doğmuş ve dönemin ünlü alimleri Mirza Fatih Eş-Şehid, Seyyid Ebul Hasan İsfahani ve Abdulhadi El-Şirazi gibi isimlerden ders almıştır.

İlk eğitimini medrese usulü Kuran ve temel İslami bilimleri öğrenmekle tamamlayan Fadlullah genç yaşında İslami konularla ilgili çalışmalarına başladı. Bir yandan İslami bilgilerini artıran Fadlullah aynı zamanda Lübnan, Mısır ve Irak gazetelerini okuyarak gündemi takip ediyordu.

İranlı alim Şeyh Mücteba Al-Linkarani’den usul dersleri alan Fadlullah, Seyyid AbulKasım Hoi, Seyyid Muhsin El-Hekim, Seyyid Muhammed Şahrudi, Şeyh Hüseyin Hilli, Molla Sadra Al-Kafkasi (Şeyh Sadra al-Badkubi)’den de ders almıştır.

10-11 yaşlarında iken arkadaşları ile birlikte Edeb dergisini çıkardı. Necef kentinde uzun yıllar çıkan Edeb dergisinin editörlüğünü yaptı. Daha sonra Çağrımız isimli makaleleri yazdı. Daha sonra bu makaleler kitap haline getirildi. Mesajımız isimli kitabın editörlüğü Şehid Seyyid Muhammed Bakır Es-Sadr tarafından yapılmıştır.

1966 yılında Necef’ten Lübnan’a gitti. 1952 yılında Seyyid Muhsim El-Emin’in vefatı nedeniyle Lübnan’da bulunmuştu.

1966 yılında Lübnanlı Kardeşlik Cemiyeti’nin çağrısı ile Beyrut’un doğusunda bulunan Nabaaa bölgesine yerleşti. Nabaa bölgesinde kültürel faaliyetlere ve sohbetlere başlayan Fadlullah, Necef’te edindiği deneyim ile burada faaliyetlerini sürdürdü.

Daha sonra İslami Şeriat Enstitüsü isimli okulu kurdu ki bu okul Lübnan İslami Direniş Hareketi’nin temellerini oluşturdu. Hizbullah’ın liderlerinden Şehid Şeyh Ragıb Harb bu okulun mezunudur. İslami Şeriat Enstitüsü’nün kadınlar için ayrı bir bölümünü açan Fadlullah daha sonra bir de hastaneyi enstitüye ekledi.

1975 yılında Lübnan’da iç savaş çıkınca Beyrut’ın güneyine göç etmek zorunda kaldı. Burada camiyi kendisine merkez edinen Fadlullah tüm faaliyetlerini cami ekseninde sürdürdü. Daha sonra Şam’da Seyide Zeynep isimli okulu açtı.

Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah hayatı boyunca hep özgürlük sevdalısı ve mücahid olarak direnişini sürdürdü. Uluslar arası İslami Hareketler ve önde gelen liderler ile görüşen Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah, tüm özgürlük hareketlerini destekledi.

Irak’ta bulunduğu yıllarda Şehid Seyyid Muhammed Bakır Es-Sadr’ın kurduğu İslami Hareket’te görev alan Fadlullah, İran İslam İnkılabı (devrimi) ile birlikte temeli atılan Lübnan İslami Direniş Hareketi’nin oluşmasında etkili oldu. Hizbullah Hareketi’ne konuşmaları, yazıları ve mücadelesi ile örnek oldu.

Hutbelerinde ve sohbetlerinde Siyonist rejim israil’e karşı silahlı direnişi teşvik eden Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah, Lübnan ve Filistin’in özgürlüğü için her alanda mücadele etti.

CIA tarafından 8 Mart 1985 yılında içerisinde 200 kg patlayıcı yüklü olan bir arak Bir El-Abed bölgesinde evinin çok yakınında patlatıldı. 80 kişi şehid oldu, 256 kişi yaralandı. Ölü ve yaralılar arasında çok sayıda kadın ve çocuk bulunuyordu. 7 katlı bir bina ve sinema tahrip olmuştu. Cuma namazını kıldırmak için camiye giden Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah’ı bir kadın soru sorma nedeniyle oyaladığı için camiye geç kalmış ve bombalı saldırıdan yaralı olarak kurtulmuştur.

Saldırıdan sonra ABD ve İsrail’in direk sorumlu olduğunu açıklayan Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah, müstekbir (kibirli) güçlere karşı mücadelesinin artarak devam edeceğini açıkladı.

Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah bir din adamı, bir mücahid olmasının yanı sıra büyük bir toplum önderiydi. Mahrumlar ve mazlumlar için okullar, yurtlar ve yetimhaneler inşa ettiren Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah, buralarda yetişen kişilerle birebir ilgilenmekteydi.

Şu anda Lübnan’da 9 büyük yetimhane, 2 sağlık merkezi, 9 okul, 1 meslek okulu, 8 İslam merkezinin yanı sıra büyüklü küçüklü medya ve bilgi merkezinin sahibidir.

İslam ümmetinin bu değerli büyük alimi 4 Temmuz 2010 günü tedavi gördüğü hastanede vefat etmiştir.

Hizbullahi İslam ümmetinin ve Dünya Mustazaflarının (ezilmişlerinin) büyük lideri Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlullah fâni dünyadan dâr-ı ukbâya (ebedi aleme) ve refik- a’lâya (Yüce Dosta) vasıl olmuştur (kavuşmuştur) . Yüce Rabbimizden sonsuz nurlar ve rahmetler yağdırmasını niyaz eder, aramızdan yokluğunun acısını duyan tüm Müslümanlara taziyelerimizi (başsağlığı) bildiririz.

İslâmi Davet

---------------------------------
Sefer Turan’ın gerçekleştirdiği röportajın tamamı:
Fadlallah: "İşgale Karşı Direnen Şiiler de Var"

13 Mart 2007 - 12:53:51
İsrail'in geçen yıl Lübnan'a yönelik saldırısında evi bombalanan İslam dünyasının tanınmış din adamlarından Ayetullah Hüseyin Fadlallah, Sefer Turan’a Irak'ta çok sayıda Şii gencin askeri eğitim alarak Amerikan işgaline karşı savaştığını söyledi.

Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah, İslam dünyasının ve Lübnan'ın tanınmış din adamlarından biri.

İsrail'in Temmuz ayında Lübnan'a yönelik saldırılarında ilk bombalanan yerlerden biri de Fadlallah'ın Beyrut'un güneyindeki evi oldu. Fadlallah ile görüşmek için Güney Beyrut'a girdiğimde, İsrail saldırıları nedeniyle yerle bir olan bölgedeki enkazın büyük oranda kaldırıldığını gördüm. Yıkılan binaların enkazı arasından geçerek vardığımız yeni bürosunda sorularımızı cevapladı.

Siyasi ve dini görüşleri her zaman dikkate alınan, merak edilen biri. Nitekim Fadlallah ile görüştükten sonra, BM'nin Lübnan'daki yetkililerinden biri ve Rusya'nın Beyrut Büyükelçisi de görüştü onunla..

Son günlerde Irak'ta Sünniler ile Şiiler arasında bir gerginlik, bir kavga var. Siz Irak'taki bu Sünni-Şii gerilimini nasıl yorumluyorsunuz?

Irak'ın geçmişine baktığımız zaman Osmanlı Devleti, İngiliz işgali ve Kraliyet dönemlerinde Sünnilerle Şiiler arasında bir çatışma olmadığını görürüz. Sadece çok mezheplilikten kaynaklanan kimi hassasiyetler vardı. Sünniler ve Şiiler arasında hem resmi, hem de halk düzeyinde işbirliği vardı. Halbuki o dönemlerde Şiiler devlet yönetimindeki haklarından mahrum bırakılmışlardı. Diktatör Saddam Hüseyin de Irak'ta Sünnilerle Şiiler arasında sorun çıkarmaya yönelik bir yöntem izledi. Ancak bu bir mezhep savaşına dönüşmedi. Buna rağmen Şiilere yönelik bir baskı vardı. Alimleri, aydınları idam edildi. Şii bölgeleri ihmal edildi. Amerikan'ın işgalinden sonra Irak'ta durum değişti. Şiiler kendilerini yönetimde buldular. Sünniler yeni duruma tepki gösterdi. Çünkü sahip oldukları iktidarı kaybettikleri duygusuna kapıldılar. Halbuki fiili duruma baktığımız zaman şunu görürüz: Şiiler başkasına baskı yapacak bir yapıda değiller.

Ancak hakim olan kaos ortamı, El Kaide'nin Müslüman olmadıkları iddiasıyla Şiileri öldürmeyi onaylaması, sorunları iyice büyüttü. Şiiler işgalcilerle işbirliği yapmakla suçlandı. Ama bu itham Şiilerin tamamı için geçerli değildir. Şiiler, işgali kabul etmezler, ancak Amerika onları aldattı. Onlara “Sizi Saddam'dan kurtaracağız, ardından çekileceğiz” dedi. Amerika çekildikten sonra da güya yönetimi ıraklılar devralacaklardı. Ama Amerika Irak'ı ve petrollerini işgal etmeyi planlıyordu.

Bugün şunu biliyoruz: Şii gençler büyük ölçüde direnişe katılıyor. Çok sayıda operasyon düzenliyorlar. Helikopter düşürmek dahil birçok eylem Şiiler tarafından gerçekleştiriliyor. Çünkü Şiiler işgali benimsemezler.

Direnişçiler derken Sadr grubunu mu kastediyorsunuz?

Artık mesele Sadr grubunu aştı. Bir bilgi olarak şunu aktarabilirim: Çok sayıda Şii genç, ciddi askeri eğitim alarak Amerikan işgaline karşı savaşıyor.

Söylediklerinizden şunu anlayabilir miyiz... Irak'taki mezhep çatışmasının Amerikan işgalinin bir sonucu olduğunu söylüyordunuz.

Bizim inancımız şudur. Amerikan işgali Irak'ı bir kaos ortamına itti. Mossad ile birlikte iç savaş planlandı ve iç savaş çıkarıldı. Şimdi “Şiiler işgalcilerle işbirliği yapıyor” deniliyor. Halbuki fiili duruma baktığımız zaman Sünni kişi ve kurumların da iktidarda yer aldıklarını görüyoruz. Bremer'in ilk hükümetinde Sünniler de vardı. Müslüman Kardeşler'in Irak kanadı İslam Partisi de o hükümette yer aldı. Parlamentoda Sünniler var. Bunları hatırlatarak şunu söylemek istiyorum: Irak'ın temel sorunu mezhepler arasındaki kavga değil.

Irak'ta olan sivillere oluyor. Sivillere yönelik saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nedeni ne olursa olsun sivil insanlar öldürülemez. Savaşa karışmayan bir insan hiçbir koşul altında öldürülemez. Biz hangi dinden olursa olsun, Hristiyan olsun, Yahudi olsun, sivil insanların öldürülmelerini onaylamıyoruz. Çünkü İslam hukuku sivil insanların güvenliğini garanti altına almamızı söyler. Bize göre barışçıl insanın canına saygı duymak gerekir. Yani özetle: Nefis müdafaası dışında insanı öldürmek caiz değildir. Kur'an, sadece 'Size savaş ilan edenlere karşı savaşın' der.

Şunu unutmayalım: SSCB'nin dağılmasından sonra NATO kendisine düşman olarak İslam'ı seçmişti. Bugün de ABD Başkanı, Haçlı savaşı, faşist İslam, radikal İslam'dan söz ediyor. Bu durumu göz önüne alarak Şii, Sünni tüm Müslümanlara şunu söylemek gerekiyor: Amerika Müslümanlar arasında mezhep çatışması çıkararak birbirlerini öldürmelerini, böylelikle de İsrail'in bölgede kendi medeniyetini kuran bir güç olarak kalmasını arzu ediyor. Filistin'de işgalin devam etmesini, işgalin tüm bölgede etkili olmasını savunuyor.

Tüm Müslümanlar şunu çok iyi bilmeli. Sünnilik ve Şiilik kültürel bir meseledir. Halife kim olacak? Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur? Bütün bunlar, alimlerin konuşacağı konular. Biz bazı Şiilerin sahabeye küfretmesini reddediyoruz. Bunun haram olduğuna dair fetva yayımladık Bizim bazı sahabelere karşı farklı yaklaşım içinde olduğumuz doğru. Mesela İmam Ali halifelik hakkından uzaklaştırıldı. Ama aynı İmam Ali, raşid halifelere açıldı, onlara destek verdi. Danışmanlık yaptı. Bugün İslam dünyası topyekün bir saldırıyla, işgalle karşı karşıya. Batı, kendi silah fabrikalarını canlandırmak için İslam dünyasını işgal etmiş durumda.

Böylesi hassas bir ortamda Türkiye bölgede ne gibi bir rol oynayabilir?

Türkiye bölgede büyük bir İslam ülkesidir. Batı, ellili yıllardan beri Türkiye'nin İsrail ile iyi ilişkiler içinde olmasını planlıyor. Nitekim Türkiye İsrail'i devlet olarak kabul eden ilk ülkelerden biri oldu. Türkiye laik bir ülke. Ancak Türkiye son dönemde ekonomik ve siyasal çıkarlarının İslam dünyasıyla olduğunu idrak etti. Bundan dolayı Irak'ın işgalinde Amerika ile birlikte hareket etmedi, topraklarını Amerikan askerlerine kullandırmadı. Bunun sonucu olarak da ABD ile ilişkiler az da olsa gerildi. Bugün Türkiye hükümeti, Türkiye'nin çıkarlarını dikkate alan akılcı ve gerçekçi bir politika izliyor. Türkiye İslam dünyasının sorunlarında önemli bir rol oynayabilir. Özelikle Sünni-Şii gerilimi olmayan bir ülke.

ABD nükleer programından dolayı İran'ı tehdit ediyor. Sizce ABD İran'a saldıracak mı? Böyle bir saldırıyı ufukta görüyor musunuz?

Amerikalı yöneticiler ve özellikle Dick Cheney son açıklamasında İran'a karşı “tüm seçenekler masada” demişti. Halbuki Amerikan yönetiminden “İran'a saldırmayı düşünmüyoruz” gibi açıklamalar da geldi. Amerika tehditler savurarak bölgedeki müttefiklerinin ve işbirlikçilerinin sürekli gergin kalmasını planlıyor. Bu ülkeleri İran ve Suriye'ye karşı kışkırtıyor. Ve bunu medya yoluyla yapıyor. Bunu yaparken aynı zamanda da İran ve Suriye ile temaslar kurmaya çalıştığını da görüyorum. Nitekim Bağdat konferansına İran ve Suriye de katılıyor. Dolasıyla ben şu anda ABD'nin İran'a askeri olarak saldırması için koşulların uygun olduğunu düşünmüyorum.

***

Söyleşimizin ikinci bölümünde son dönemde çok konuşulan bazı sorunlara ilişkin görüşlerinizi soracağım. İslam'da klonlamanın hükmü nedir?

Klonlamada ne yapıyoruz? İnsan veya hayvan hücrelerinden 46 kromozom alıyoruz, yumurtalıktaki kromozomları boşaltıp, yerine aldığımız 46 kromozomu koyuyoruz. Ve insan veya hayvan klonlama yoluyla böyle doğuyor. Yani, “insan veya hayvan 46 kromozomdan oluşur” şeklindeki ilahi kurala bir müdahale söz konusu değildir. Normal dünyaya gelişte veya klonlamada da aynı kural geçerli. Farklı olan sadece biçim. Dolayısıyla burada, klonlamayı yapan insan, yaratıcı konumunda değil. İnsan veya hayvanın yaradılışına ilişkin konulmuş ilahi kurallara uygun hareket ediyor. Öyleyse, klonlamak, “tek yaratıcı Allah'tır” inancına ters düşmez. Yaratmak, kural yaratabilmektir, biçim yaratmak değil. Mesela bize göre suni döllenme (mikro enjeksiyon yoluyla döllenme) caizdir. Halbuki biçim olarak normal döllenmeden farklıdır. Yani teorik olarak klonlama inanca ters değildir.

İkincisi pratikte ne yapılmalı? Yani klonlamayı pratikte uygulamalı mı yoksa uygulamamalı mı? Burada klonlamanın fayda ve zararları, olumlu ve olumsuz yönleri incelenir.. Eğer zarararı daha çoksa haramdır. Faydası ve olumlu sonuçları fazla ise, caizdir.

Kadınların estetik yaptırması caiz mi?

Eğer kadının estetik ameliyat ihtiyacı varsa yaptırmasında bir mani yoktur ancak burada şer-i çekinceler vardır. Ameliyatı kadın doktor yapmalı. Eğer konu çok önemli ve kadının evlilik hayatının devamı estetik ameliyatla çok bağlantılıysa ve kadın doktor da yoksa, erkek doktor da yapabilir. Bilim ve teknolojideki yeni sorunları inanç açısından değerlendirirken dikkate alınması gereken temel kriterler ne olmalıdır? Burada öncelikle bu bilginin sonuçlarına bakmak gerekir. Eğer bu bilginin sonuçları insanın faydasına ise ve zararı yoksa İslam onu kabul eder.

Beyin ölümü ölüm müdür? Beyin ölümü gerçekleşen kişinin fişi çekilebilir mi?

Beyin ölümü gerçekleşen kişinin vücudundaki tüm canlı unsurlar ölmüş demektir. Bundan dolayı eğer kişinin beyin ölümü gerçekleşmişse ve tıbben yeniden hayata dönebileceğine dair hiçbir umut kalmazsa - ki buna işi bilen doktorlar karar verir, bizim işimiz değil- o zaman fişi çekilebilir. O durumda fişini çekmek yaşayan bir canlıyı öldürmek sayılmaz.

Organ nakli caiz midir?

Prensip olarak, örneğin bir böbreği nakletmemizde bir mani yoktur. Burada şart şudur; Organı alınacak kişinin organı alındığında bundan zarar görmemesi gerekir. Yani böbrek, göz gibi, alındığında kişinin hayatını tehlikeye atmayacak organlar nakledilebilir.

Trafik kurallarına uymanın dinen bir hükmü var mıdır?

İslam hukukuna göre Müslüman kişi trafik kurallarına uymak zorundadır. Çünkü trafik kuralları insan hayatını koruyan genel kurallardandır. Dolayısıyla trafik kurallarını çiğneyen kişiye ceza kesilmesini veya trafik kurallarının ihlal etmesinin engellenmesini destekliyoruz.


--------------------------------
SEFER TURAN - 03.09.2006

Öncelikle bu savaşın genel bir değerlendirmesini yapar mısınız?
Savaşı Amerika planladı.

Başlangıçta bu saldırıyı, İsrail'in 1948'den beri Lübnan ve Arap dünyasına düzenlediği ve bizim de alışık oyduğumuz saldırılarından biri olarak düşünüyorduk. Amerika, direnişi ve kendine karşıt tüm güçleri yok ederek, Lübnan'ı bir üs olarak almak istiyor. Lübnan geçmişte Amerikan politikası önünde bir engel idi.

BÖLGENİN KADERİNİ ELE GEÇİRMEK İSTİYORLAR


Diğer taraftan Amerika, direnişi yok etmek suretiyle Arap dünyasındaki siyasi olsun askeri olsun anti Amerikancı hareketleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Çünkü ABD, Yeni Ortadoğu Projesi'ni ortaya atarken, bölgenin kaderini eline geçirmeyi, Irak, Afganistan ve hatta İran'ı kontrol altına almayı hedefliyor. Bundan dolayı da bu savaşı İsraille birlikte planladı. Ve İsrail iki askerinin kaçırılmasını bir fırsat olarak değerlendirdi. Halbuki iki askerin kaçırılması, daha önceden örnekleri olan ve her iki tarafın ellerindeki esirlerin değişimi için kullanılan bir yöntemdi. Benzeri eylemler daha öncesinden de olmuştu.

ZAFER MÜSLÜMANLARA MORAL KAZANDIRDI

ABD İsrail'in 1967'den beri elde ettiği başarıları bu savaşta da elde edebileceğini düşünüyordu. Bush yönetimi, Hizbullah'ı yok etmesi ve silahlarını etkisiz hale getirebilmesi için İsrail'e yeterli süre tanıdı. Direnişin tamamen yok edilmesini arzuluyordu. Ancak İslami direniş gençleri öylesine savaştılar ki hem Amerika'ya, hem de İsrail'i şok edici saldırılar gerçekleştirdiler. Direnişleriyle İsrail ordusunu yenilgiye uğrattılar. Filistin'in kuzeyini uzun ve kısa menzilli gelişmiş füzelerle vurdular. Aynı şekilde İsrail askerleri ile göğüs göğüse çarpışmalarda da onları yendiler.

İSRAİLLİ ASKERLER DE YENİLGİYİ KABUL ETTİ

Halbuki askeri olarak güçlü olan taraf İsrail'di. Üstelik askerleri 'Seçkin askerler'den oluşuyordu. Ancak yenilgi nedeniyle askerlerin moralleri bozuldu. Çünkü İsrailli siyasilerin ve askerlerin ifadeleriyle İsrail Ordusu yenilgiye uğradı. Bundan dolayı bu savaş, dünyanın en güçlü 5'inci ordusu olarak bilinen İsrail'in askeri gücü karşısında, Arap ve İslam dünyasına büyük bir moral verdi. Onlara güçlülük duygusu kazandırdı. Bunun içindir ki İslam dünyasının halkları, İsrail'e sempati duyan iktidarları aleyhine gösteriler yaptı, direnişi desteklediler. Bu Savaş, Arap ve İslam dünyası için yeni bir tarihin başlangıcı oldu.

AMERİKA YENİLDİ

Aynı şekilde Amerika da bir hezimet yaşıyor. ABD Başkanı Bush, ne söylediğini bilmeden konuşuyor. 'Hizbullah yenilgiye uğradı, savaşı İsrail kazandı' diyor. Halbuki aynı sırada İsrailliler 'Biz savaşı kaybettik' diyorlardı.

Ama biz biliyoruz ki ABD Başkanı Bush girdiği savaşlarda kendi halkına yalan söyleyen biridir. Onun yalanlarına biz de alıştık. Bana göre Amerika, bundan sonra İsrail'i bölgedeki vurucu güç, bölge halklarına karşı kullandığı güç olarak görme düşüncesini artık gözden geçirecektir. Çünkü savaşı kaybeden İsrail, Amerika'nın hiçbir amacını gerçekleştiremedi. Oysa ABD, 1701 nolu kararın içeriğinde oynamak suretiyle İsrail'e siyasi zafer kazandığı imajını vermeye çalıştı. İsrail'in havadan ve denizden Lübnan'ı abluka altına almasına izin verdi.

Bütün bunlardan dolayı bu savaşta Amerika'nın İsrail ve Lübnan arasında bir arabulucu değil doğrudan İsrail'in ortağı olduğunu söylemek mümkün.

Bundan dolayı da Lübnanlı yetkililer İsrail'in uyguladığı ablukanın kaldırılması için ABD Dış İşleri Bakanı nezninde girişimlerde bulundular. Çünkü bu ablukayı asıl koyan taraf ABD'dir. Şu bir gerçek ki artık bölge, İsrail'e bakışını ve yenilmez İsrail ordusuna bakışını gözden eçiriyor.

İsrail, ABD'nin vurucu gücü

Bu savaşın sonuçlarını nasıl değerlendirmek gerekir? Örneğin bölgesel yansıması ne olur?


Lübnan için şunları söyleyebiliriz. Lübnan halkı direnen bir halktır. İsrail, bu direnişi ve Lübnan'ın tüm alt yapısını yok etmek istedi. Katliamlar işledi, evleri, çocukların, kadınların başına yıktı. Hizbullah'la, direnişle

ilgisi olmayan sivilleri öldürdü.

Ama bu halk, hala direnişin yanında. Bugün kadın, çocuk, yaşlı, genç herkes şunu söylüyor: 'Direniş bize onurumuzu verdi. Biz direnişin yanındayız.' Halbuki savaşta bu insanlar çok büyük sıkıntı çektiler. Savaş Lübnan halkının direniş bilincini arttırdı. Bu halka göre, Amerika hala büyük Şeytan...Ve İsrail, halklara saldırıp katleden Amerika'nın vurucu gücü.

Türk ordusu bizim için herkesten farklı


Bu savaşla birlikte kimileri Sünni-Şii kavgasını gündeme getirdiler. Böyle bir şey söz konusu mu sizce?

Bana göre Lübnan'da Sünnilerle -Şiiler arasında fitneye neden olabilecek bir ortam söz konusu değil. Çünkü İslam Dünyası'nda fitneyi genelde din adamları çıkarırlar. Lübnan'da ise, Şii ve Sünni din adamları, siyasiler sık sık bir araya gelirler, birlik mesajı verirler. Şunu da söylemek gerekir. Çoğunluğunu 'Şiilerin' oluşturduğu bu direnişin elde ettiği zafer, tekfircilerin, fanatiklerin İslam Dünyası'nda ki hamlelerini boşa çıkardı. Nitekim İslam dünyası alimleri, Suudi Arabistanlı, bazı alimlerin Şiileri, din dışı gören fetvalarının karşısında durdu. Suudlu bazı alimler, Müslümanlardan Hizbullah için dua etmemelerini istediler. Bunun karşısında İslam dünyasının alimleri İsrail'e direnen Hizbullah'a açık destek verdi. Çünkü Hizbullah, Arap- İsrail savaşında sürekli yenen taraf olan İsrail'i hezimete uğrattı. Bundan dolayı bana göre bu savaş aslında Müslümanlar arasında Sünni-Şii kavgası çıkarmaya çalışanların tüm çabalarını boşa çıkardı.

Siz savaş günlerinde zor anlar yaşadınız. İslam dünyasında Lübnan direnişine büyük destek geldi. Doğudan batıya her tarafta gösteriler oldu. Türkiye'de de oldu. Siz bu savaşın İslam dünyasını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Bu savaş, İslam Dünyasını birleştirdi. Her Müslümana İslamın diri ruhunu yeniden kazandırdı. Malezya'dan, olsun Türkiye'den olsun ve diğer ülkelerden olsun, yükselen ses, tekti. Bu Direniş, İslam tarihinde Bedir, Ahzab, Hayberdeki ruhu, yeni bir ruhla bu güne taşıdı. Müslüman halklara, İsrailin stratejik ortağı Amerikan siyasetinin mahiyetini idrak etme imkanı verdi. Müslüman halklara, sahip oldukları gücü görme imkanı tanıdı. Hükümetleri de ciddi anlamda zora soktu. Çünkü onlar İsrail'le birlikte Lübnan direnişini yok etmeyi arzuluyorlardı. Bunun için bu savaş, siyası alanda Amerika, İsrail ve işbirlikçilerine yönelik çok farklı ve yeni bir harekettir. Ben buradan Türk televizyonu vasıtasıyla, Türkiye'de Lübnan halkının ve direnişinin yanında duran tüm farklı grupları, kadınları, çocukları, yaşlıları ve gençleri selamlıyorum, tebrik ediyorum. Herkesin bundan ders alması gerekir. Bu demektir ki Türkiye'nin İslam dünyasından uzaklaştırılması mümkün değildir. Bunun da en büyük ispatı, İsrail saldırıları karşısında Türk halkının takındığı tavır olmuştur.

Türk askerinin gelmesini teşvik ediyoruz.

Son günlerde bir barış gücü bünyesinde Türk askerinin de Lübnan'a gelmesi gündemde. Siz bu konuda ne düşünüyosunuz?

Biz Türk ordusunun Lübnan'daki uluslararası güce katılmasını teşvik ediyoruz. Çünkü Müslüman Türk Ordusu bize, Avrupalı veya bir başka ülkeden olsun, diğer ordulardan daha yakındır.

Son soru: Türkiye sizin için neyi ifade ediyor?

Türkiye İslam tarihinin müsbet ve menfi yönleriyle birlikte aynı çatı altında yaşadıklarını hatırlatır. Bundan dolayı Osmanlı Halifeliği'nin kimi uygulamalarına çekincelerimizi koymakla birlikte Müslüman Türk halkının taşıdığı yeni ruha vurgu yapıyoruz. Müslüman Türk halkının, Müslüman halklarla birlikte yeni İslami ufuklara açılmasını temenni ediyoruz

YAYIN TARİHİ: 03.09.2006


mico_tasarım